Varlığın gayesi...Yaratılışın neticesi ALLAH'a iman etmektir. Bu da ALLAH'ı tanımakla, bilmekle mümkündür. "En Önemli" yi belirlemek için ölçü olarak neyi kabul edersek edelim, sonuç değişmeyecektir. "En Önemli" şey ALLAH'ı tanımak, bilmek ve O'na iman etmektir. Bir grup gönüllü müslüman hanım ve erkek yukarıda belirtilenlere "Bizim de bir katkımız olsun ve bu katkı ahirette Rabbimizin huzurunda divan durduğumuz vakit, bize yüz aklığı olsun!" dediler. İşte bu sayede "ALLAH'ı Bilmek" sitesi, ALLAH'ın lütfuyla var oldu. Bütün Hamdler, ezelden taa ebede kadar her kim tarafından ve her kim için yapılıyor olursa olsun, sadece O'na aittir. Çünkü bütün varlık O'nun lütfudur.
                                                                                                                      "ALLAH'I BiLMEK Gönüllüleri"

RİSALE-İ NUR’DA ALLAH’I BİLMEK

RİSALE-İ NUR’DA ALLAH’I BİLMEK

May 22, 2014

mencedde_300x300

RİSALE-İ NUR’DA ALLAH

 

MESNEVİ-İ NURİYE (Sadeleştirilmiş Metin)

Mütercim: Abdülmecid Nursi

Envar Neşriyat; İstanbul; 1994

 

Sebepler ve ALLAH:

Evet, ALLAH’ın tek-üstün ve büyük oluşu (izzet ve azamet) ister ki, sebepler, aklın gözünde ALLAH’ın kudret elinin perdecileri olsunlar; ALLAH’ın birliği ve yüceliği (tevhid ve celal) ister ki, sebepler, varlık üzerinde gerçek bir etken olamasınlar. (Lem’alar, s.11)

 

Tevhid’in İki Boyutu:

Arkadaş! ALLAH’ın birliği (Tevhid) iki çeşit olur:

Birisi basit ve yüzeysel tevhiddir ki: “ALLAH’ın ortağı yok ve bu Evren O’nun mülküdür” der. Bu tür tevhid sahiplerinin düşüncelerinde hataya ve sapkınlığa düşmeleri korkusu vardır.

İkincisi gerçek tevhiddir ki: “ALLAH birdir, mülk O’nundur, varlık O’nundur, her şey O’nundur” der. Sarsılmaz bir inanca sahiptirler. Bu tür tevhid sahipleri, her şeyin üstünde Cenab-ı Hakk’ın damgasını görür ve her şeyin yüzünde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede içselleştirilmiş bir tevhid kazanımına sahip olurlar ki, düşünce sapkınlıklarının ve şüphelerinin taarruzundan kurtulurlar. (Lem’alar, s.11)

 

Bir şeyden Her Şey ve Her Şeyden Bir Şey:

Bir şeyden çok şeyleri yapıp-yaratıp çıkartmak ve çok şeyleri bir şeye dönüştürmek, ancak her şeyi yaratan ve her şeyi yapan Yaratıcıya özel bir damgadır. (Lem’alar, 12)

 

ALLAH’ın İsimlerinin Tecellisinin Merkez Noktası Hayattır:

Sonsuzluk Güneşi (Şems-i Ezeli=ALLAH)’nin ışınları durumunda olan isimlerinin tecellisinin merkez noktası olan hayat… (Lem’alar, s.13)

 

ALLAH’ın Birliği ve Tekliği:

Cenab-ı Hakk, Evren’deki bütün varlık parçalarında ve küçük varlıklarda özel damgasını ve bütün kompleks ve büyük varlıklarda Kendine özgü mührünü vurduğu gibi, gökleri ve yeri Birlik (Vahidiyet) mührüyle ve Evren’in tamamını ise Teklik (Ehadiyet) mührüyle mühürlemiştir. (Lem’alar, s.15)

 

Eserden Yaratıcının Birliğine Ulaşmak:

 Arkadaş! Bir türün bireyleri arasındaki uyum ve bir cinsin çeşitleri arasında temel organlarda bulunan benzeşme, imzanın birliğine, kalemin aynı oluşuna işaret etmelerinden anlaşılıyor ki, bütün uyumlular ve benzeşenler, yani birbirine benzeyen çokluk, Bir Tek Varlığın sanat eseridir. Aynı şekilde, onların yaratılışlarında ve yapılışlarında görünen şu mükemmel kolaylık ve basitlik, bütün varlıkların bir Tek Sanat Sahibi Yaratıcının eseri olduğunu başka bir olasılığa yer bırakmayan bir kesinlik ile ortaya koyuyor. (Lem’alar, s.18)

 

ALLAH’ın Eylemlerinde de Ortağı Yoktur:

Cenab-ı Hakk’ın özünde, varlığında (zatında) ortağı olmadığı gibi- çünkü düzen bozulur, Evren’e kaos hakim olur- eylemlerinde de ortağı yoktur. Çünkü, böyle bir durum, içereceği niteliksel güçlükler nedeniyle Evren’in yokluktan varlık alanına çıkmasına engel olurdu. (Lem’alar, s.18)

 

Yaratılmışların Ölümlü Olmaları ALLAH’ın Ölümsüz Olduğunu Gösterir:

 Arkadaş! Hayat, Yaratıcının (Hâlik) Tekliğine (Ehadiyet) delil olduğu gibi, ölüm de devam ve sürekliliğine bir delildir. Evet, nasıl akan nehirlerin, dalgalanan denizlerin kabarcıkları ve yeryüzünde bulunan diğer şeffaf varlıklar, güneşin ışığını ve yansımalarını göstermekle güneşin varlığına şahitlik ediyorlarsa; o kabarcık gibi şeffaf şeyler ölüp, söndükten sonra yerlerine ardı ardına gelip geçen benzerleri, yine güneşin ışığını ve yansımalarını gösterdiklerinden, onun devamına ve sürekliliğine… ve bütün o ışınlar, cilvelerin ve yansımaların bir Birlik Güneşi (Şems-i Vahid=ALLAH)’nin eseri olduklarına şahitlik ediyorlar. İşte o şeffaf şeyler, varlıklarıyla güneşin varlığına ve ölümleriyle de güneş devam ve sürekliliğine işaret ediyorlar. (Lem’alar, s.19)

 

Bize ALLAH’ı Anlatan 3 Temel Kaynak:

Evren’in Yaratıcısını bize tarif ve ilan eden deliller, sayısız ve hesapsızdır. O delillerin en büyükleri üçtür:

Birincisi: Bazı ayetlerini gördüğün, duyduğun şu “Büyük Evren Kitabı”dır.

İkincisi: Bu kitabın en büyük ayeti ve peygamberlik şiirinin son dizesi ve gizli hazinelerin anahtarı olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’dır.

Üçüncüsü: Evren Kitabı’nın tefsiri ve yaratılmışlara karşı ALLAH’ın kanıtı olan Kur’an’dır. (Reşhalar, s. 21)

 

İmanın Temel Prensipleri ve Evren’in Varlığı Birbirini Kanıtlar:

Arkadaş! Ulûhiyet, peygamberlik, ahiret, Evren arasında gerçekte birbirini zorunlu kılma durumu vardır. Yani bunlardan birinin varlığı, ötekisinin de varlığını zorunlu kılar. Birisine iman, ötekisine de imanı gerektirir. Evet, örneğin, her bir kelimesi bir kitabı ve her bir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, katibsiz varlığı mümkün değildir. Evren kitabı da Sonsuzluk Nakkaşı (Nakkaş-ı Ezeli=ALLAH)’nın varlığının zorunlu oluşuna bağlıdır. Sarhoş olmayanlar, ancak Nakkaş-ı Ezeli’ye iman etmekle, Evren kitabına şahid olabilirler.

Ve aynı biçimde, bir çok san’at harikalarını ve nakış ve süslemelerin eşsiz örneklerini kapsayan bir binanın bir inşa edeni olmadan var olması mümkün olmadığı gibi, bu alemin varlığı da Yaratıcı’nın varlığına bağlıdır. Sapkınlık sarhoşluğuyla sarhoş olmayanlar, onu, bunsuz onaylayamazlar.

Ve aynı biçimde, deniz ve nehirlerin yüzünde, güneşin yansımasını gösteren kabarcıklardaki parıltıları, güneşin varlığını inkâr ederek kabul etmek mümkün olmadığı gibi, aklı bozuk olmayanlar için, tam bir düzen ile değişen ve yenilenen şu Evren’in varlığı, İnşa Eden ve Sanatkârca Yaratan (Banî ve Sâni=ALLAH)’nın varlığının zorunlu olduğunu kabul etmekle mümkündür. Çünkü şu muhteşem Evren’i, irade ve hikmetiyle yapan ve kaza ve kaderinin prensipleriyle ayrıntılandıran ve âdetinin kanunlarıyla düzenleyen ve yardım ve rahmetinin kurallarıyla süsleyen ve esma ve sıfatlarının cilveleriyle aydınlatan ancak ve ancak Banî ve Sâni’dir. Evet, Bir Olan Yaratıcı (Hâlik-i Vâhid=ALLAH) kabul edilmediği takdirde, Evren’in atomları ve varlıkları adedince sonsuz ilahların kabul edilmesi zorunlu olur. Ve aynı zamanda, her bir ilahın şu Evren’i yaratabilmesi gerekir. Çünkü canlıların her birisi, ölümlülerin bütününün bir özetidir. Parçayı yaratan bütünü de yaratabilmelidir…

Ve aynı biçimde, ışıksız, güneşin varlığı mümkün olmadığı gibi, ulûhiyet de kendini ortaya koymaksızın olamaz. Kendini ortaya koyması ise, peygamber göndermekle olur. Ve aynı biçimde, sonsuz mükemmellikte bir güzelliğin bilinmesi, gösterilmesi için peygamberlerin tarifi gerekir.

Ve aynı biçimde, güzelliği mükemmellik derecesine ulaşmış olan güzel bir san’at, peygamberlerin eliyle olur.

Ve aynı biçimde, her şeyi kapsayan bir rububiyet, eksiksiz bir kulluk ister. Bu da hem Rabb ile hem de insanlar ile ilişki halinde bulunan peygamberlerin, ALLAH’ın birliğini halka ilan etmeleri ile mümkün olur.

(…)

Aziz arkadaş! ‘ALLAH’a İman’ ile ‘Ahiret İmanı’nın birbirini zorunlu kılmasına geldik. Hazır ol, dinle!

Bir sultan, itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere de ceza vermezse, saltanatı çökmeye başlar. Ve aynı biçimde, bir sultanın sağında lütuf ve merhamet ve solunda güç ve terbiye olması gerekir. Mükâfat, merhametin gereğidir. Terbiye de cezayı gerektirir. Mükâfat ve cezalandırma yerleri ahirettir.

Ve aynı biçimde, yüksek bir hikmet ve adalet sahibi olan bir sultan saltanatının şanını kusurdan saklamak üzere, kendisine sığınanları ödüllendirmek ve hâkimiyetinin görkemini göstermek için milletinin hukukunu korur. Bu işlerin önemli bir kısmı ahirette olur.

Ve aynı biçimde, dudak dudağa dolu hazineleri olan, sonsuz bir cömertliğe sahip bulunan bir sultan için herkesi kapsayan ve sürekli devam eden ziyafet yurdu olması gerekir. Ve (bu durum) ayrı ayrı ihtiyaç sahiplerinin sürekli hayatta olmalarını ister. Bu da ancak ahirette olur.

Ve aynı biçimde, güzellik sahibi, güzelliğini daima görmek ve göstermek ister. Bu ise, ahiretin varlığını ister. Çünkü sürekli bir güzellik, ölümlü ve geçici bir aşığa razı olamaz. Onun da devamını ister. Bu da ahireti ister.

Ve aynı biçimde, yardım isteyenlere yardım ve dua edenlere cevap vermek konusunda, çok merhametli ve şefkat sahibi olan bir sultan –ki en basit bir yaratığının en basit bir isteğini derhal yapar, verir- elbette bütün yaratıklarının en büyük bir ihtiyacını büyük bir rahatlıkla yapar. Böyle genel ve en önemli bir ihtiyaç, ancak ahirettir.

(…)

Yaratıcımız, şu geçici dünya sergilerinden, sürekli olan Rububiyet’inin sabit karargâhına bizleri nakledecektir. Ve bu değişken diyarı sürekli ve kalıcı bir diyara dönüştürecektir. Ve yine zannetme ki, öldükten sonra dirilişi ve ahireti gerektiren, Esma-i Hüsna’dan yalnız “Hakîm, Kerîm, Rahîm, Âdil, Hafîz” isimleridir. Belli ki, Evren’le ilişkili olan her bir isim, ahireti ve öldükten sonra dirilmeyi gerektirir. (Lâsiyyemalar, s.36, 38, 48)  

 

ALLAH’ı Bilmek (Marifetullah) Temeline Dayalı Yeni Bir Bilim Felsefesi:

Maddiyata sebepler açısından bakılırsa cehalettir. ALLAH hesabına bakılırsa marifet-i İlahiye (ALLAH’ı Bilmek)’dir. (Katre, s.51)

 

ALLAH’ı Bilmek, Kendini Bilmekledir:

Ben kendime malik değilim. Ancak malikim evrenin malikidir. Fakat kendime malik gözüyle bakıyorum ki, gerçek Malik’in (=ALLAH) sıfatlarını ve o sıfatların bir derece niteliğini ve ikra4sınırlarını bileyim. Evet sanal ve sonlu sınırlarım ile gerçek Malik’in sıfatlarının bir yönüyle sonsuz olan uçlarını bildim. (Katre, s.52)

 

Evren ve ALLAH’ın İsimleri ilişkisi:

(Evreni oluşturan varlıklar) ALLAH’ın Güzel İsimlerini (Esma-i Hüsna) okuyarak, Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve Hikmetli Kur’an’ı tefsir ve Resul-i Ekrem’in (Ona Binler Selam) verdiği haberleri tasdik ediyorlar… (Katre, s.55)

 

İsimlerinin Çokluğu, ALLAH’ın Birliğini Gösterir:

Her bir canlı, çok isim ve sıfatların tecellisini göstermektedir. Örneğin, bir canlı vücuda geldiğinde Modelsiz Olarak Yaratan (Bâri) isminin cilvesine, gelişiminde Her Varlığa Kendine Özgü Bir Şekil Veren (Musavvir) sıfatının cilvesine, gıdalandığı zaman  ‘Yarattıklarını Rızıklandıran’ (Rezzak) isminin cilvesine; hastalıktan şifa bulduğunda, ‘Şifa Veren’ (Şâfi) isminin tecellisine ve aynı şekilde… varlıklara etki etmede birbirleriyle dayanışma halinde, eserlerini ortaya koymada ise çeşitli olan çok sayıda sıfat ve isimleri göstermektedir. Bu sıfatların ve isimlerin hedefleri bir olduğundan, elbette o isim ve sıfatların sahibi de bir olur. (Katre, s.56)

 

ALLAH ile Yarattıkları Arasındaki İlişkinin Temel Niteliği:

Her şeyin içi dışından daha ince, daha şeffaftır. Bu ise, Yaratıcı’nın o şeyin dışında ve uzağında olmamasına işarettir. O şeyin diğer yaratılmışlar ile düzen ve dengesinin Yaratıcı tarafından sağlanmış olduğu düşünüldüğünde de, Yaratıcı’nın o şeyin içinde olmaması gerekir. Öyle ise, yaratılmışın kendisine bakılırsa, Yaratıcı’nın ilim ve hikmeti görünür. O varlığa diğer varlıklarla beraber bakılırsa, Yaratıcı’nın her şeyin üstünde bir bakışa ve duyuşa sahip olduğu görünür. Bu gerçekten anlaşıldı ki: Evren’in Yaratıcısı Evren’in içinde olmadığı gibi Evren’in dışında da değildir. İlmi ve kudreti ile her şeyin içinde olduğu gibi, her şeyin üstündedir. Bir şeyi gördüğü gibi, bütün varlıkları da beraber görür. (Katre, s.62)

 

Evren ile ALLAH’ın Kendi, İsimleri ve Fiilleri Arasındaki İlişkinin Özü:

Evren, O Yaratıcı (Hâlik)’nın nurunun gölgesi, isimlerinin tecellileri, fillerinin eserleridir. (Katre, s.62)

 

ALLAH’ı İşaret Eden Kanıtlar Nasıl Değerlendirilmeli?

Arkadaş! Şu yüksek gerçeği göstermek üzere sıraladığımız kanıtlar, bu gerçekliği (ALLAH’ın varlığı ve birliği) kuşatan bir dairedir. Gerçekliği oluşturan varlık ve birlik o dairenin merkezindedir. Daireyi oluşturan kanıtların her birisi, parmağını uzatıp, bu gerçekliğin doğru olduğuna imza atıyorlar. O kanıtlardan zayıf olanların aralarında dayanışma vardır. Yani, birbirini doğrulamak ve desteklemekle, zayıf kanıtların zayıflığı ortadan kalkar. Zayıflıkları ortadan kalkmasa bile o kanıtlar itibardan düşmez. İtibardan düşse bile, dairenin bozulmasına sebep olmaz. Ancak daire küçülür.

Bununla beraber, ALLAH’ın varlığına ve birliğine işaret eden kanıtların hepsinden toplu olarak ortaya çıkan gerçekliğin kesinliğini ve açıklığını tek tek her birinde aramak, aklın hastalığına, zihnin kısalığına işaret olup, o gerçekliği red ve inkâr için bir zemin oluşturuyor. Dolayısıyla tek bir kanıta bakıldığı zaman onun zayıflığından ötürü kuruntu ve şüpheler baş gösterirse, öteki kanıtlardan süzülen kuvvet ile ortada zayıflık kalmaz; o kuruntular da dağılır.

Bununla beraber, bazı kanıtlar suya benziyor, bir kısmı da havaya benziyor, bir kısmı da ışık gibidir. Dolayısıyla, bu gibi kanıtları gayet dikkatli ve ince bir fikir ile arayıp tutmalıdır ki, dökülmesin, sönmesin, uçmasın! (Katre, s.63)

 

ALLAH’ı Unutan Kendiliğinden Firavunlaşır:

Arkadaş! Gerçek Malik’ten (=ALLAH) gaflet, nefsin fir’avunluğuna neden olur. Evet, emri altında bulundurduğu bütün varlıkların gerçek Malik’ini unutan, kendisini kendisine malik zannederek boşu boşuna hâkimiyet iddiasında bulunur. Ve başkaları da, özellikle sebepleri, kendileriyle kıyaslamak yoluyla hâkim ve malik olarak algılamaya başlarlar. Ve bu vesile ile, ALLAH’ın mülkünü, malını kendi aralarında paylaştırarak O’nun hükümlerine karşı itiraza ve çatışmaya başlarlar. (Katre, s.67)

 

İnsanı Hayvandan Ayıran Temel Nitelikler ALLAH’ı Tanıyabilmesi İçin Verilmiştir:

Cenab-ı Hakk tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ALLAH’ın sıfatlarını kavramak üzere bir ölçü ve karşılaştırma unsuru görevini görüyor. Ne yazık ki (insan) bu nitelikleri yanlış kullanmak ile (ALLAH’ın yerine) hâkimiyet ve (ALLAH’tan) bağımsızlık iddiasına alet ederek tam bir firavun olur.

Arkadaş! Bu ince gerçek, tam açıklığı ve görünümüyle bana şöyle göründü ki: Gaflet suyu ile yetişen benlik, Yaratıcı’nın (Hâlik) sıfatlarını kavramak için bir ölçü ve karşılaştırma unsurudur. Çünkü, insanlar görmedikleri şeyleri karşılaştırma ve benzetmeler ile bilirler. Örneğin: Bir adam Cenab-ı Hakk’ın gücünü anlamak için (zihninde) bir paylaştırma yapar: “Buradan buraya benim gücümdedir, bundan o yanı da O’nun gücündedir” diye sanal bir çizgi çizmekle meseleyi anlar. (Katre, s.67)

 

İnsanın İhtiyaçları ve Duaları ALLAH’ın Varlığına İşaret Eden Kanıtlardır:

Ey nefis! Evren’in uzak çöllerine gidip Yaratıcı’nın isbatı için kanıtlar toplamaya ihtiyaç yoktur. Bir kulübecik gibi olan, içerisinde oturduğun cisim kafesine bak! Senin o kulübenin duvarlarına asılan yaratış silsilelerinden, yaratılışın mucizelerinden ve harika san’atlarından, kulübeden dışarıya uzanan ihtiyaç ellerinden ve pencerelerinden yükselen “Ah!”, “Oh!” ve inlemelerin hal dilleriyle istenilen yardımlarından anlaşılır ki, o kulübeyi bütün parçalarıyla beraber yaratan Yaratıcın (Hâlik) o ahları ve inleyişleri duyar, şefkat ve merhamete gelir, ihtiyacın ve isteğin olarak ne varsa üstlenir. Çünkü, sineğin kafasındaki o küçük küçük hücrelerin seslenişlerine “İste!” diyen o Her Şeyi İşiten (Semi’=ALLAH) ve Her Şeyi Gören (BasÎr=ALLAH) olan Yaratıcı’nın, senin dualarını duymaması ve o dualara cevap vermemesi imkan ve ihtimali var mıdır! (Katre, s.68)

 

İman ve Küfr’ün İnsan-Evren İlişkisine Etkisi:

Arkadaş! İman, bütün varlıklar arasında gerçek kardeşliği, ilişkiyi, yakınlığı ve birlik bağlarını kurar.

Küfür ise, soğukluk gibi bütün varlıkları birbirinden ayrı gösterir ve birbirine yabancı gözüyle baktırır. Bunun içindir ki: Mü’minin ruhunda düşmanlık, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir çeşit kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, düşmanlık olduğu gibi, sürekli nefsinden yana çıkma ve nefsine güvenme vardır. Bu sırdan ötürüdür ki, dünya hayatında bazen galibiyet kâfirlerde olur. Ve aynı biçimde, kâfir, dünyada iyiliklerinin mükâfatını “tam olarak” görür. Mü’min ise, kötülüklerinin cezasını görür.

Bunun için dünya, kâfire cennet (yani ahirete oranla) Mü’mine cehennemdir (yani sonsuz mutluluğuna oranla). Yoksa, dünyada bile Mü’min yüz derece daha fazla mutludur, denilmiştir. (Katre, s 69)

 

ALLAH İnsana Yakındır, İnsan ALLAH’a Uzak…:

Güneş’in eli sana yetişir, ışığıyla başını okşar. Fakat senin elin ona yetişemez. Ve (o) senin keyfin üzerine hareket etmez. Demek, Güneş’in sana karşı iki duruşu vardır. Biri yakınlık, diğeri uzaklık. Eğer senin ona uzak oluşuna bakıp: “O, bana etki edemez” ve onun sana yakın oluşuna bakıp: “Ona etki edebilirim” desen, cahilliğini ilan etmiş olursun.

Aynı biçimde, Yaratıcı (Hâlik) ile nefis arasında da bir yakınlık ve uzaklık vardır. Yakınlık, Yaratıcı’nın; uzaklık nefsindir. Eğer nefis uzaklığı açısından, kibir ileYaratıcı’ya bakıp: “Bana etki edemez” diye bir ahmaklıkta bulunursa, sapkınlığa düşer. (Katre’nin Zeyli, s.77)

 

Dünya-Esma İlişkisi:

Arkadaş! Dünyanın üç yüzü vardır:

(…)

İkincisi: Esma-i Hüsna’ya (ALLAH’ın Güzel İsimlerine) bakar. Çünkü onların mektep ve tezgâhlarıdır (bir tür yazıya ve esere dönüştükleri yerleridir). (Katre’nin Zeyli, s.79)

 

ALLAH’ı Zikir ve Bilinç:

Ey Aziz Bil ki! Zikreden adamın ALLAH’tan gelen o manevi coşkuyu (feyz) kendine çeken çeşitli ince duyguları vardır. Bir kısmı, kalp ve aklın bilincine bağlıdır. Bir kısmı da bilince bağlı değildir. Düşünülmedik yerden meydana gelir. Dolayısıyla gaflet ile yapılan zikirler bile o manevi coşkudan uzak değildir. (Hubab,s.87)

 

LA İLAHE İLLALLAH Zikrinin İşlevi:

Ey Aziz Bil ki! Kelime-i Tevhid’in tekrar ile zikrine devam etmek, kalbi birçok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir. Ve nefsin tapacak derecede put kabul ettiği sevgililerden yüzünü çevirtmektir. Bununla beraber, zikreden kişide bulunan duyuların ve ince duyguların ayrı ayrı tevhidleri olduğuna işaret olduğu gibi; onların da, onlara göre olan ortaklarıyla ilişkilerini kesmek içindir. (Hubab, s.88)

 

Marifetullah (ALLAH’ı Bilmek)’ın Mü’min Kişiliğine Etkisi:

Özellikle, şefkatin ateşini söndürecek “Marifetullah”tan başka bir şey var mıdır? Evet, Marifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi, Cennet’e duyulan arzu bile geri kalır. (Hubab, s.104)

 

ALLAH’ı İşaret Eden Delillere Dair:

Her şeyden Cenab-ı Hakk’ın nuruna bir kapı açılır. Bu kapılardan birinin kapanması, sonsuz sayıda olan diğer kapıların da kapanmasını gerektirmez. Fakat hepsinin bir anahtar ile açılması mümkündür. (Hubab, s.105)

 

ALLAH, İnsan, Evren:

Öyle bir ALLAH’a hamd eder ve övgülerde bulunuruz ki, şu büyük alem O’nun yaratışıdır. Ve insan denilen şu küçük alem de O’nun yaratışıdır. Biri inşası, diğeri binasıdır. Biri san’atı, diğeri şekillendirmesidir. Biri nakşı, diğeri süslemesidir. Biri rahmeti, diğeri nimetidir. Biri kudreti, diğeri hikmetidir. Biri büyüklüğü, diğeri eğitip, yetiştirmesidir  (Rububiyet). Biri yaratığı, diğeri san’at eseridir. Biri mülkü, diğeri o mülkün kullanıcısı olan kuludur. Biri ibadet yeri, diğeri ibadet edenidir. (Zeyl-ül-Hubab, s.107)

 

nurunalanurKendini Bütünüyle ALLAH’a Vermek ve Sonucu:

Ey Aziz Bil ki! Her kim kendisini ALLAH’a mâl ederse, bütün varlık onun lehinde olur. Ve kim ALLAH’a mâl olmasa, bütün varlık onun aleyhinde olur. ALLAH’a mâl olmak ise, bütün varlığı terk ve her şeyin O’ndan olduğunu ve O’na geri döndüğünü bilmekle olur. (Zeyl-ül-Hubab, s.107)

 

ALLAH’ı Bilmek ya da Bilmemek Neyi Değiştirir?:

Evet, O’nu bilmekle acılar, lezzetlere dönüşür. Evet, O’nu bilmek olmazsa, ilimler korku ve kuruntulara dönüşür. Hikmetler, basit sebeplere ve belalara dönüşür. Varlık, yokluğa dönüşür. Hayat, ölüme ve nurlar, karanlıklara ve lezzetler, günahlara dönüşür. Evet, O’nu bilmek olmazsa, insanın ahbabı ve mal ve mülkü insana düşman olurlar. Ölümsüzlük, bela olur. Mükemmellik, heba olur. Ömür, kapris olur. Hayat, azab olur. Akıl, eziyet olur. İstekler, acılara dönüşür. (Zeyl-ül-Hubab, s.110)

 

ALLAH’a Kul Olmanın Anlamı ve Kazandırdığı:

Evet, ALLAH’a kul ve hizmetkâr olana her şey hizmetkar olur… Bu da her şeyin ALLAH’ın mülk ve malı olduğuna inanmak ve anlamak ile olur. (Zeyl-ül-Hubab, s.110)

 

Yaratılmışlardaki Bir’lik Özelliği ALLAH’ın Tekliğini Gösterir:

Ey Aziz Bil ki! Yaratılmışlarda görünen türlere ve bireylere ait ayırt edici özellikler(türleri ve bireyleri benzerlerinden ayıran karakteristik özellikler), Yaratıcı’daki birlik sırrından ortaya çıkmıştır. (…)

Yaratıcı’nın birliğinin en kesin şahidlerinden birincisi: Küçük-büyük, parça-bütün varlıklarda görünen ‘bir oluş’ özelliğidir. Çünkü her hangi bir şey, atomdan Evren’e kadar ‘bir oluş’ özelliği ile donanmıştır ve onunla ilgilidir. Öyle ise Yaratıcı’da da birlik vardır. Öyle ise Yaratıcı Ehad’dir (Tektir). (Zeyl-ül-Hubab, s.110)

 

ALLAH Küçük ve Değersiz İşlerle Uğraşmaya Tenezzül Eder mi?:

Soru: Cenab-ı Hakk’ın küçük şeyler ve değersiz işler ile uğraşması, büyüklüğüne ters değil midir?

Cevap: O tür uğraşlar, büyüklüğüne ters değildir. Tam aksi, uğraşmaması Rububiyeti’nin büyüklüğü açısından bir eksiklik oluştururdu. Örneğin: Bazı şeylerin güneşin ışığından mahrum ve onun dışında kalması, güneş için bir eksiklik olur. Bununla beraber, bütün şeffaf şeylerde görünen güneşin yansımalarından her birisi: “Güneş benimdir. Güneş yanımdadır. Güneş bendedir” diyebilir. Ve en küçük parçacıklar ile güneş arasında çatışma yoktur. Bütün yaratılmışlar-özellikle insanlar, birey olsun, tür olsun; üstün olsun, aşağı olsun- ilim, irade, kudret açısından Cenab-ı Hakk’ın tecellisine sahiptir. Her bir şey, her bir insan: “ALLAH yanımdadır” diyebilir. Özellikle insanın zayıflığı, fakirliği, acizliği oranında Cenab-ı Hakk’ın yakınlığı (vardır). Ve her bir şeyin Cenab-ı Hakk’la ilişkisi olmakla beraber, o da ilişkilidir. Ve sonsuz acizlik ve fakirlik sahibi olan insanın, sonsuz kudret ve zenginlik ve büyüklüğü olan Cenab-ı Hakk’la ilişkisi ne kadar hoştur. (Zeyl-ül-Hubab, s.114)

 

SübhanALLAH ve Elhamdülillah’ın Marifetullah (ALLAH’ı Bilmek) Boyutu:

Ey Aziz Bil ki! “SübhanALLAH” ve “Elhamdülillah” cümleleri Cenab-ı Hakk’ı dolaylı olarak celal ve cemal sıfatlarıyla vasıflandırıyorlar. “Celal” sıfatını içeren “SübhanALLAH”, kulların ve yaratılmışların ALLAH’tan uzak olduklarını göstermektedir.

“Cemal” sıfatını içine alan “Elhamdülillah”, Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle, kullara ve yaratılmışlara yakın olduğuna işarettir. Örneğin: Biri yakınlık, diğeri uzaklık olmak üzere güneşin bizim karşımızda iki ayrı duruşu vardır. Yakınlığıyla ısıyı ve ışığı veriyor. Uzaklığıyla, insanlardan görebileceği zararlardan temiz ve saf kalıyor. Bu açıdan insan güneşe karşı yalnız kabul eden olabilir, yapan ve etkileyen olamaz.

Aynı biçimde, deyim yerindeyse, Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle bize yakın olması açısından O’na hamd ediyoruz. Bizim O’ndan (insan oluşumuz ve aczimiz itibariyle) uzak olmamız açısından da O’nu tesbih ediyoruz. Yani, rahmetiyle yakınlığına bakarken hamd et. Ondan uzak olduğuna bakarken tesbih et. Fakat her iki makamı karıştırma. Ve her iki bakışı birleştirme ki, hak ve istikamet karışık olmasın. Fakat karıştırmamak ve birleştirmemek şartıyla her iki makamı ve her iki bakışı bir arada değerlendirebilirsin. Evet, “SübhanALLAHi ve bihamdihi” her iki makamı bir arada değerlendiren bir cümledir. (Habbe, s.124)

 

Ey Aziz Bil ki! ‘SübhanALLAH’, ‘Elhamdülillah’, ‘ALLAHü Ekber’ bu üç kutsal cümlenin yararlarını ve söylenmeleri gereken yerleri dinle:

1. Kalbinde hayat bulunan bir insan, evrene, aleme bakarken, algılamaktan aciz kalır. Özellikle şu boşlukta yapılan ilahi manevraları görmekle hayretler içinde kalır. İşte bu gibi hayret ve dehşet verici olayları ancak ‘SübhanALLAH’ cümlesinden doğan o berrak suyu içmekle… o hayret ateşi söner.

2. Aynı o insan, gördüğü lezzetli nimetlerden duyduğu zevkleri ortaya koymakla, ‘Hamd’ ünvanı altında, nimetin verilişini nimette ve nimeti vereni, nimetin verilişinde görmekle, nimetin devamı ve lezzetin arttırılması isteğinde bulunarak ‘Elhamdülillah’ cümlesiyle nimetler definesini bulan adam gibi nefes alıyor.

3. Aynı o insan, acayip varlıklar ve şaşırtıcı olaylardan aklının tartamadığı ve zihninin içine alamadığı şeyleri gördüğü zaman , ‘ALLAHü Ekber’ demekle rahat bulur. Yani Yaratıcı (Halîk) daha ulu ve daha büyüktür. Onların yaratılmaları ve gereklerinin görülmesi Kendisine ağır değildir. (Habbe, s.129) 

İnsanın Günahları ALLAH’a Değil Kendine Zarar Verir:  Ey Aziz Bil ki! İnsan, günahlarıyla ALLAH’a zarar vermiş olmuyor. Ancak kendine zarar eder. Örneğin: Gerçekte ALLAH’ın ortağı yoktur ki onun tarafına geçmekle Cenab-ı Hakk’ın mülküne ve eserlerine müdahale edebilsin. Ancak ortağı zihninde, boş kafasında yerleştirir. Çünkü gerçekte ortağın yeri yoktur. O halde o kafasız, kendi eliyle kendi evini yıkıyor. (Habbe, s.130)

ALLAH’a Tevekkülün Derin Anlamı: Ey Aziz Bil ki! ALLAH’a tevekkül edene ALLAH yeter. ALLAH, mutlak anlamda mükemmel bir varlık olduğundan sadece Kendisi olduğu için sevilendir. ALLAH, Yeni Bir Şey Yaratan (Mûcid),  Varlığı Zorunlu Olan (Vacib’ül-Vücud) olduğundan yakınlığında varlık nurları, uzaklığında yokluk karanlıkları vardır. ALLAH, sığınak ve dayanaktır. Kâinattan küsmüş, dünya süslerinden iğrenmiş, varlığından bıkmış ruhlara sığınak ve dayanak O’dur. ALLAH, ölümsüzdür; alemin devamı ancak O’nun ölümsüzlüğüyledir. ALLAH, Mülkün Sahibi’dir (Mâlik); sendeki mülkünü, senin için saklamak üzere alıyor. ALLAH, Dilediğini Zengin Kılan ve Hazineleri Sonsuz Olan’dır (Ganiyy-i Muğnî); her şeyin anahtarı O’ndadır. Bir insan ALLAH’a halis bir kul olursa, ALLAH’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur. (Habbe, s.130)

Esma-i Hüsna’nın Birbirleriyle İlişkileri: Ey Aziz Bil ki! Esma-i Hüsna’nın her birisi ötekileri özet olarak içerir. (Işığın yedi rengi içerdiği gibi) Ve aynı biçimde, her birisi ötekilere delil olduğu gibi, onların her birisine de netice olur. Demek, Esma-i Hüsna, ayna gibi birbirini gösteriyor. Sonuç olarak, neticeleri beraber sözü edilen kıyaslar gibi ya da delilleri beraber neticeler gibi okuması mümkündür. (Habbe, s.131)

ALLAH’ın Kendini İnsanlara Tanıtmıştır: Ey Aziz Bil ki! Bu güzel alemin bir Mülk Sahibi (Mâlik) bulunmaması imkansız olduğu gibi, Kendisini insanlara bildirip, tanıtmaması da imkânsızdır. Çünkü insan Mâlik’in mükemmelliğine işaret eden, alemin güzelliğini gören ve kendisine beşik olarak yaratılan yeryüzünde istediği gibi tasarruf eden bir halifedir. Hatta dünya semasında bile aklıyla çalışıyor ve küçüklüğüyle, zayıflığıyla beraber, harika, benzersiz tasarruflarıyla yaratılmışların en şereflisi ünvanını almıştır. Ve elinde irade bulunduğundan bütün sebepler içinde en geniş bir yetki sahibidir. Dolayısıyla, Gerçek Mâlik’in (ALLAH) peygamberler vasıtasıyla böyle yüksek fakat gafil kullarına Kendisini bildirip tanıtması zorunludur ki, o Mâlik’in emirlerine ve isteklerine vakıf olsunlar. (Zeyl-ül-Habbe, s.138)

 

Kul ALLAH’ı Sınayamaz:

Ey Aziz Bil ki! Kullukta ancak teslimiyet vardır. Deneme, sınama yoktur. Çünkü, efendi, hizmetçisini deneyip, sınayabilir. Fakat hizmetçinin efendisini sınama yetkisi yoktur. Ve aynı biçimde insan, Rabbini, Yaratıcısını deneyemez. (Habbe Zeyl-üz-Zeyl, s.148)

 

İnsan Benliğinin Temel Unsuru ALLAH’ı Bilmek (Marifetullah) ve O’na Kulluk Etmek Duyusudur:

Senin manevi duyuların içinde öyle bir duyu var ki, sonsuzluktan ve Sonsuz Varlık’tan (ALLAH) başkasına razı olamaz. O’ndan başkasına yönelemiyor. O’nun dışındaki şeylere tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtri ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve manevi duyularının sultanıdır. (Zühre, s.150)

 

ALLAH’ı Bilmek (Marifetullah)’te Metod:

Bil ey gafil, aklı karışık Said! Cenab-ı Hakk’ın marifet nuruna yetişmek ve bakmak ve ayetlerin ve şahidlerin aynalarında cilvelerini görmek ve delillerin gözeneklerinden görmek gerekiyor ki, senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen her bir nuru eleştiri parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle eleştirme! Sana ışıklanan bir nuru tutmak için elini uzatma! Onun yerine gaflet sebeplerinden sıyrıl, onlara yönel, dur. Çünkü ben gördüm ki, ALLAH’ Bilme (Marifetullah)’nin şahitleri, kanıtları üç çeşittir:

Bir kısmı: Su gibidir. Görünür, hissedilir, fakat parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayallerden sıyrılmak ve tam olarak ona dalmak gerekir. Eleştiri parmaklarıyla yoklanmaz; yoksa akar, kaçar. O hayat suyu, parmağı mekân kabul etmez.

İkinci kısım: Hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür ne de tutulur. Ona karşı sen yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet esintisine karşı yönel, kendini ona karşı tut. Eleştiri elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et! Tereddüt ile baksan, eleştiri ile el atsan o yürür gider. Senin elini mesken olarak kabul etmez, ona razı olmaz.

Üçüncü kısım: Nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyle ise sen kalbinin gözüyle, ruhunun bakışıyla kendini ona karşı tut ve gözünü ona yönelt, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur el ile tutulmaz, parmaklar ile avlanmaz; belki o nur, ancak basiret (kalp ile hissedip anlama) nuruyla avlanır. Eğer hırslı ve maddi olan elini uzatsan ve maddi ölçülerle tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddi şeylerde hapse razı olmadığı gibi, kayda da giremez. Kaba, yoğun ve maddi olanı kendine sahip ve efendi kabul etmez. (Zühre, s.167)

 

Kelime-i Tevhid’in Hayati Önemi:

Hayvani hayat biçiminden çık, cismaniyeti bırak. Kalp ve ruhun hayat derecesine gir! O zaman yanlışlıkla gerçek zannettiğin geniş dünyadan daha geniş bir hayat dairesi bir nur alemi bulursun.

İşte o alemin anahtarı, ALLAH’ı Bilmek (Marifetullah) ve ALLAH’ın Birliği (Vahdaniyet) sırlarını ifade eden ‘La ilahe illALLAH’ kutsal sözüyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir… (Zühre, s.178)

 

ALLAH’a Götüren Yollar Sayısızdır:

Ey Aziz Bil ki! Cenab-ı Hakk’a bakan ve O’na ulaşan yollar, kapılar, alemin tabakaları, sayfaları, varlıkları oranında bir toplam oluşturmaktadır. Basit bir yol kapandığı zaman, bütün yolların kapanmış olduğunu zannetmek, cehaletin en büyük bir şahididir. Bu adamın durumu, gayet büyük bir askeri karargâhı içeren büyük bir şehirde, karargâhın bayrağını görmediğinden, devlete ve askeriyeye ait bütün şeyleri inkara ya da başka bir biçimde yorumlamaya başlayan adamın durumu gibidir. (Zerre, s.180)

 

İnsan Yüzünün ALLAH’ı İşaret Eden Niteliği:

Ey Aziz Bil ki! Senin yüzün, o kadar küçüklüğü ile beraber geçmiş ve gelecek bütün insanların sayısınca kendisini onlardan ayıran ve tanımlayan özellik ve belirtileri içerdiği gibi, yüzü oluşturan ana çizgi ve organlarda da bütün insanlar ittifak halindedir. Bütün insanlarda biri uyum, diğeri farklılık olmak üzere iki yön vardır. Farklılık yönü Yaratıcının bağımsız olduğuna, uyum yönü ise, Yaratıcının Tek ve Bir (Vahid-i Ehad) olduğuna işaret eder. Bu iki yönün bir Kasıd Sahibinin kasdıyla, bir Bağımsız Varlığın seçimiyle, bir İrade Sahibinin (Mürîd) iradesi ile, bir İlim Sahibinin (Alîm) ilmiyle olmadığını zannetmek, imkansızlıkların en zor olanıdır. (Zerre, s.180)

 

Her İnsan Bir Esma’ya Sımsıkı Yapışmalıdır:

ALLAH’ın İsimlerinden birisinin parlayan ipine sımsıkı yapış ki, yokluk denizine düşmeyesin. (Zerre, s.184)

 

Yaratılmışların ALLAH’ın Birliğine ve İradesine Şahitlik Etmeleri:

Ey Aziz Bil ki! Yaratılmışlar arasındaki uyum, Yaratıcının Bir (Vâhid), Tek (Ehad) olduğuna işaret ettiği gibi, aralarında bulunan düzenli farlılıklar da, Yaratıcının Dilediğini Yapan (Muhtar) ve Hikmet Sahibi (Hakîm) olduğuna şahitlik eder. Örneğin: Hayvanların, özellikle insanların temel organlarındaki uyum, özellikle çift olan organlardaki benzerlik, Yaratıcının (Hâlikin) birliğini kanıtladığı gibi, nitelik ve şekillerdeki farklılık da Yaratıcının (Hâlikin) dileme gücüne ve hikmetine işaret eder. (Zerre, s.189)

 

İnsanın ALLAH’tan Şikâyet Etmeye Hakkı Olamaz:

Ey Aziz Bil ki! Hiçbir insanın Cenab-ı Hakk’a karşı itiraz hakkı yoktur. Ve şikâyete de haddi yoktur. Çünkü şikayet eden kişinin isteğinin zıddını gerektiren, alemde binlerce hikmet vardır. O kişiyi razı etmekte o bin hikmetin öfkelendirilmesi vardır. Bir kişiyi razı etmek için bin hikmet feda edilemez.

Eğer herkesin keyfine göre hareket edilirse, dünyanın dengesi ve düzeni bozulur.

Ey şikâyetçi! Sen nesin? Neye dayanarak itiraz ediyorsun? Küçücük kaprislerini bütün kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine ölçü ve terazi mi yapıyorsun? Ne biliyorsun ki, zannettiğin nimet, şiddetli bir ceza olmasın. Senin ne değerin var ki, sineğin kanadına denk olmayan kaprislerini tatmin ve teskin için felek, çarklarıyla hareketten geri bırakılsın. (Şemme, s.192)

 

ALLAH ve Kader:

Ey Aziz Bil ki! Cenab-ı Hakk’ın ‘atâ, kazâ ve kader’ adında üç kanunu vardır. Atâ, kazâ kanununu, kazâ da kaderi bozar.

Örneğin: Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın yerine getirilmesi, kazâ demektir. O kararın iptaliyle hükmü uygulamadan kaldırmak, atâ demektir. Evet, yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kazâ kanununun kesinliğini deler. Kazâ da ok gibi kader kararlarını deler. Demek, atânın kazâ karşısındaki durumu, kazânın kader karşısındaki durumu gibidir. Atâ, kazâ kanununun kapsamından dışarı çıkmaktır. Kazâ da kader kanununun kapsamından dışarı çıkmaktır. Bu gerçeğe vakıf olan arif:

“Ya İlahi! İyiliklerim, Senin atândandır. Kötülüklerim de Senin kazândandır. Eğer atân olmasa idi helak olurdum” der. (Onuncu Risale, s.206)mencale

 

Bazı Ayetlerin Sonunda ALLAH’ın İsimlerinin Yer Almasının Hikmeti:

Ey Aziz Bil ki! Esma-i Hüsna’yı içeren ifadeler ile ayetlere son verilmekte ne gibi bir sır vardır? Evet, Kur’an, bazen, ALLAH’ın kudretinin ayetlerini ayetlerde toplar. Sonra içerisinden Esma’yı çıkarır. Bazen kumaş toplar gibi açar dağıtır. Sonra toplar, Esma’da biraraya getirir. Bazen de fiillerini ayrıntılı bir biçimde anlattıktan sonra, İsimler ile özetler. Bazen de insanların yaptıklarını tehdit edercesine söyler. Sonra rahmete işaret eden İsimler ile teselli eder. Bazen de bazı küçük maksatları zikrettikten sonra onları takdir ve ispat için kanıt olarak, temel kurallar durumunda olan İsimleri zikrediyor. Bazen de küçük maddi şeyleri zikreder. Sonra geniş kapsamlı İsimler ile özetler ve aynı biçimde devam eder. (Onuncu Risale, s.206)

 

ALLAH Karşısında… Aşk mı Acz mi?:

Ey Aziz Bil ki! Acz da aşk gibi ALLAH’a ulaştıran yollardan biridir. Amma acz yolu, aşktan daha kısa ve daha selamettir. (Onuncu Risale, s.207)

 

İbadetler, Gelecekteki Nimetlerin Değil, Geçmişteki Nimetlerin Karşılığıdır:

Ey Aziz Bil ki! Kulluk, geçmiş nimetlerin sonucu ve onun fiatıdır. Gelecek bir nimetin peşin ücreti ve vesilesi değildir. Örneğin: İnsanın en güzel bir biçimde yaratılışı, kulluğu gerektiren geçmiş bir nimet olduğu… ve sonra da, imanın verilmesiyle Kendisini sana tarif etmesi, kulluğu gerektiren geçmiş nimetlerdir. (Onuncu Risale, s.209)

 

İnsanın Maddi ve Manevi Donanımı ALLAH’ı Bilmesi İçindir:

Ey Aziz Bil ki! İnsanın yaratılıştan sahip olduğu geniş donanımın ilginç yönlerindendir ki: Hikmetli Yaratıcı (Sâni-i Hakîm) şu küçük cisimde sınırsız rahmet çeşitlerini tartmak için sayısız tartılar yerleştirmiştir. Ve Esma-i Hüsna’nın sonsuz gizli definelerini algılamak için sınırsız aygıtlar ve aletler yaratmıştır. Örneğin: Sesler, görüntüler, yiyecekler alemlerini kuşatan insandaki duygular, Yaratıcının mutlak sıfatlarını ve geniş işlerini algılamak içindir. (Onuncu Risale, s.210)

 

Celal Türlerde Tecelli Eder, Cemal de Bireyler de:

Ey Aziz Bil ki! Celal ismi genellikle türlerde, büyüklerde tecelli eder. Cemal ismi ise varlıkların küçük parçalarında ve bireylerde tecelli eder. Bu nedenle türlerdeki ucuzluk ve kolaylık, Celal’in tecellisidir. Bireylerin ve küçük parçaların nakışları, şahısların güzellikleri Cemal’in tecellilerindendir.

Ve aynı biçimde, Celal, ALLAH’ın Birliğinin tecellisinden, Cemal de Tekliğinin tecellisinden açığa çıkar. Bazen de Cemal, Celal’den tecelli eder. Evet, Cemal’in gözünde Celal ne kadar güzeldir, Celal’in gözünde de Cemal o kadar yücedir. (Onuncu Risale, s.210)

 

 

Çirkin Varlıklar Yaratılışın Ne kadar Güzel Olduğunu Gösterir:

Ey Aziz Bil ki! Yaratılışları gereği gizemli, ince ve güzel sanatlara düşkün bazı insanlar, özellikle bahçelerindeki geometrik şekilleri, arkları, havuzları, şadırvanları yaptırmakla bahçelerine son derece düzenli bir görünüm verirler. Ve o inceliğin, güzelliğin derecesini göstermek için bazı çirkin kaya; kaba, düzensiz –mağara ve dağ maketleri gibi- şeyleri de ilave ederler ki, onların çirkinliğiyle, düzensizliğiyle bahçenin güzelliği, inceliği daha fazla parlasın. Fakat dikkatli bir kimse, o zıdları biraraya getirmiş bulunan bahçenin görünümüne baktığı zaman anlar ki, o çirkin kaba şeyler kasten yapılmıştır ki; güzellik, düzen, incelik artsın. Çünkü güzelin güzelliğini arttıran, çirkinin çirkinliğidir. Demek bahçenin düzenini mükemmelleştiren o çirkinlerdir. Ve o çirkinlerin düzensizliği sayesinde bahçenin düzeni artar.

Aynı biçimde, dünya bahçesinde ölçü ve düzenin son sisteminde bulunan yaratılmışlar ve sanat eserleri arasında-hayvanlarda olsun, bitkilerde olsun, cansızlarda olsun- bazı çirkin, düzensiz şeyler bulunur. Bunların çirkinliği ve düzensizlikleri, dünya bahçesinin güzelliğine, özenine bezek, bir süs olmak üzere Hikmet Sahibi Yaratıcı (Sâni-i Hakîm) tarafından kasten yapılmış olduğunu, çok yüksek, geniş, şairane bir hayal ile dünyanın o bahçe görünümünü kavrayabilen adam görebilir.

Bununla beraber, o gibi şeyler kasıtlı olmasaydı, şekillerinde hikmetli bir karşıtlık olmazdı. Evet, karşıtlıkta kasd ve irade vardır. Her insanın simasının bütün insanlardan farklı olması buna delildir. (Onuncu Risale, s.211)

 

Yüzeysel ve Derin Tevhid:

Ey Aziz Bil ki! İç ile dış arasında benzerlik varsa da, gerçeği aranırsa aralarında büyük uzaklık vardır.

Örneğin: Basit ve üstünkörü olan yüzeysel tevhid, hiçbir şeyi ALLAH’tan başkasına dayandırmamaktan ibarettir. Böyle bir yaklaşım kolay ve basittir. Gerçeği kavramış olanların gerçek tevhidleri ise, her şeyi Cenab-ı Hakk’a dayandırmakla beraber, her şeyin üstünde bulunan mührünü, damgasını görüp okumaktan ibarettir. Bu, sürekli ALLAH ile beraber olunduğu bilincini gerçekleştirip, gafleti uzaklaştırır. (Onuncu Risale, s.212)

 

Kul-ALLAH İlişkisinin Temel Dinamiklerinden: Kul, ALLAH’ın Mülküdür:

Ey Aziz Bil ki! İnsanın Cenab-ı Hakk’tan hiçbir hakkı talep etmeye hakkı yoktur. Tam aksine, sürekli O’na şükretmeye borçludur. Çünkü mülk O’nundur. İnsan, O’nun kuludur. (Onuncu Risale, s.229)

 

Değişen Periyodlarda İnsanın ALLAH’a Olan İhtiyacı:

Cismani ihtiyaçlar zamanın geçmesiyle yenilenir. Noksanlaşır ya da fazlalaşır. Örneğin: Her an havaya ihtiyaç vardır. Suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur. Gıdaya olan ihtiyaç, her günde olur. Günışığına olan ihtiyaç, genellikle haftada bir defa lazımdır. Ve aynı şekilde…

Aynen bunlar gibi manevi ihtiyaçların da zamanları çeşitli ve değişkendir. Her an ‘ALLAH’ kelimesine ihtiyaç vardır. Her zaman ‘Besmele’ye, her saatte ‘La ilahe illALLAH’a’ ihtiyaç vardır. Ve aynı şekilde… (Ondördüncü Reşha, s.231)

 

Her Şeyin ALLAH’tan Olduğunu Bilen Her Şeye Rıza Gösterir ve Sebeplerin Hikmeti…:

Ey Aziz Bil ki! Madem ki her şeyin ALLAH’tan olduğunu bilirsin ve algılarsın… Zararlı, yararlı her şeyi güzel görmek ve rıza ile kabul etmek lazımdır. Aksi takdirde gaflete düşmeye mecbur olursun. Bunun için görünürdeki sebepler konmuş ve gözlere de gaflet perdesi örtülmüştür. Evrende olup bitenlerden insanın kaprislerine ve haksız isteklerine ters düşen kısım, uygun olan kısımdan daha çoktur. Eğer kapris sahibi, bu görünüşe ait sebepleri görüp Sebeplerin Sebebi’nden (Müsebbib-ül-Esbab=ALLAH) gaflet etmese, itirazlarını tamamen ALLAH’a yöneltir. (Şu’le, s.237)

 

Dualar Üç Kısımdır:

Ey Aziz Bil ki! Dualar üç kısımdır.

Birisi: İnsanın diliyle yaptığı sözel dualardır. Ses çıkarabilen hayvanların, örneğin acıktıkları zaman kendilerine özgü konuşmalarıyla çıkardıkları sesler de sözel dualardandır.

İkinci Kısım: Bitki ve ağaçların özellikle bahar mevsiminde ihtiyaç diliyle yaptıkları dualardır.

Üçüncüsü: Doğasında değişim ve gelişim olan varlıkların, yetenek dili ile yaptıkları hissedilen dualarıdır. Evet, her şey Cenab-ı Hakk’ı tesbih ettiği gibi, diliyle, ihtiyacıyla yeteneğiyle de ALLAH’a dua eder. (Şu’le, s.237)

 

 

ALLAH’ın Affetmesi Lütuf, Ceza Vermesi Adalettir:

Ey Aziz Bil ki! Cenab-ı Hakk’ın günahkârları affetmesi lütuftur; azab etmesi adalettir. Evet, zehiri içen adam, ALLAH’ın koyduğu doğa yasalarına göre hastalık ya da ölüme hak kazanır. Sonra hasta olursa, adalettir. Çünkü cezasını çeker. Hasta olmadığı takdirde, ALLAH’ın lütfunu görmüş olur. Günah ile azap arasında sağlam bir ilişki vardır. (Şu’le, s.238)

 

 

Duaların Aynen Kabul Görmesini Sağlayan Manevi Bir Sır:

Ey Aziz Bil ki! Velilerin himmetleri, yardımları, manevi fiilleriyle insanları coşturmaları hal diliyle ya da fiili olarak yapılan bir duadır. Hidayeti Veren, Yardım Eden (Hâdî, Muğîs, Muîn) ancak ALLAH’tır. Fakat insanda öyle ince bir manevi duygu, öyle bir hal vardır ki, o ince duygunun diliyle her ne istenilse, isterse kişi İslam’ı yaşamayan bir sapkın olsa bile, Cenab-ı Hakk, o ince duyguya hürmeten o isteği yerine getirir. O ince manevi duygu çok uzaktan bana göründü ise de, teşhis edemedim. (Şu’le, s.240)

 

 

Bir Tek ALLAH’ı Kabul Edemeyen Sayısız İlahı Kabul Etmek Zorunda Kalır:

Ey Aziz Bil ki! Tevhid ile bütün yaratılmışları Tek Olan Bir’e (Vâhid-i Ehad=ALLAH) dayandırmadığın takdirde, Evren’de bulunan bütün varlıkların sahip oldukları ilahi tecelliler adedince ilahları kabul etmek zorundasın. Evet, gözünü güneşten yumduğun ve yansımalarıyla irtibatını kestiğin zaman onun yansımalarına ayna olan şeylerin adedince gerçek güneşlerin varlığını kabul etmeye mecbur olursun. (Şu’le’nin Zeyli, s.244)

 

 

İnsanın Manevi Kalbi ve Dayanak Noktası “ALLAH’ı Bilmek”tir:

Göreceksin ki kalp, bedenin her tarafına hayat verdiği gibi, kalpteki hayat çekirdeği olan ‘Yaratıcıyı Bilmek’te (Marifet-i Sani), insanın sınır konmamış olan yetenekleri ile uyumlu bulunan isteklerine ve ayrı ayrı eğilimlerine hayat verir. Lezzeti içine atar ve kıymet verir ve yayar ve uzatır. İşte dayanak noktası.

Ve kavga ve çatışmanın meydanı olan hayat kargaşasına hücum gösteren, alemin binlerce musibet ve saldırılarına karşı tek dayanak noktası yine “Yaratıcıyı Bilmek”tir.

Evet, (insan) her şeyi hikmet ve düzen ile işleyen bir Hikmet Sahibi Yaratıcı’ya (Sâni-i Hakîm) inanmazsa ve körü körüne kör tesadüflere havale ederse ve o belalara karşı elindeki gücün ne denli yetersiz olduğunu düşünse, ister istemez yalnızlık, dehşet, telaş, korkudan oluşmuş cehennem benzeri bir hale ve ciğerini parçalayan bir duruma düşecektir. O durum ise yaratılmışların en üstünü ve en şereflisi olan insanlık ruhunun her şeyden daha çok perişan olması demektir. Bu ise, evrendeki mükemmel düzene zıttır. (Nokta, s.255)

 

 

Evren, ALLAH’ın Mükemmelliğini Yansıtan Bir Ayna Gibidir:

Yüce Yaratıcı (Sâni-i Zülcelâl); Varlığı Zorunlu (Vâcib-ül-Vücud), Zaman Üstü ve Sonsuz (Ezelî), Bir (Vâhid), Tek (Ehad), Eşsiz (Ferd), Hiç Kimseye Muhtaç Olmayan (Samed), Her Şeyi Bilen (Alîm), Gücü Sonsuz Olan (Kadîr), İradesi Sonsuz Olan (Mürid), Her Şeyi Duyan (Semî), Her Şeyi Gören (Basîr), Yarattıklarıyla Dilediği Gibi İletişim Kuran (Mütekellim), Hayatı Yaratan (Hayy), Varlığı Ayakta Tutan (Kayyum) olduğu gibi bütün yüce ve güzel vasıflarla donanmıştır. Çünkü kesin bir gerçektir ki: Yaratılmışlardaki mükemmellik, Yaratıcının tecellisinin gölgesindendir. Demek evrende ne kadar yüce ve mükemmel güzellik varsa, hepsinden sonsuz derecede yüksek bir biçimde, Yüce Yaratıcı (Sâni-i Zülcelâl) yüce ve güzel vasıflar ile donanmıştır. Çünkü bağış, servetin; yaratma, varlığın; cevap verme, kesin bir varlığın; beğeni, güzelliğin; aydınlatma, nurun parçası ve kanıtı olduğu gibi… bütün evrendeki bütün mükemmellik ve güzellik, Yüce Yaratıcının (Sâni-i Zülcelâl) mükemmelliğine ve güzelliğine bir gölge ve kanıttır.

Hem de Yüce Yaratıcı (Sâni-i Zülcelâl), bütün eksikliklerden uzaktır. Çünkü eksiklik maddi niteliğin yetersizliğinden ya da yeteneksizliğinden kaynaklanır. Yüce Varlık (Zât-ı Zülcelâl) madde olmaktan uzaktır. Hem O, evrenin, varlığı zorunlu olmayan niteliğinden doğan vasıf ve özelliklerinden yücedir. (Nokta, s.255)

 




 

MEKTUBAT

Yeni Asya Neşriyat;

İstanbul; 2000

 

İnsan, mahiyeti ile ALLAH’ın İsimlerinin toplu bir aynasıdır:

İnsanın mahiyetinin ALLAH’ın bütün isimlerine toplu bir ayna olması… (12. Mektup, s.46)

 

İnsanın başına gelen bela ve musibetlerin ALLAH’ın İsimleriyle ilişkileri nedir?

Soru: Cenab-ı Hak musibetleri veriyor, belaları musallat ediyor. Özellikle masumlara hatta hayvanlara, bu zulüm değil mi?

Cevap: Haşa! Mülk O’nundur,  mülkünde istediği değişikliği yapar. Hem acaba, bir sanatçı, bir ücret karşılığında seni bir model yapıp, son derece sanatkarca yaptığı süslü bir elbiseyi sana giydiriyor; yeteneğini, becerisini göstermek için kısaltıyor, uzatıyor, biçiyor, kesiyor, seni oturtuyor, kaldırıyor… Sen ona diyebilir misin ki, “Beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; oturup kaldırmakla bana zahmet verdin?” Elbette diyemezsin. Dersen, delilik edersin.

Aynen öyle de, Yüce Yaratıcı (Sani-i Zülcelal) göz, kulak, dil gibi duygularla süslendirilmiş son derece sanatkarca bir vücudu sana giydirmiş. Çeşitli isimlerinin nakışlarını göstermek için seni hasta eder, belaya uğratır, aç eder, tok eder, susuz eder… Bu gibi hallerde yuvarlatır. Hayatın niteliğini kuvvetlendirmek ve isimlerinin cilvelerini göstermek için, seni böyle çok tavırlarda gezdiriyor. Eğer sen dersen: “Beni niçin bu musibetlere uğratıyorsun?” Benzetmede işaret edildiği gibi, yüz hikmet seni susturacak.

Zaten durgunluk, hareketsizlik, tekdüzelik, bekleme bir çeşit yokluktur, zarardır. Hareket ve değişim varlıktır, hayırdır. Hayat, hareketle mükemmelleşir, belalar ile gelişir. Hayat, ALLAH’ın İsimleri’nin cilveleri ile çeşitli hareketlere mazhar olur, saflaşır, kuvvet bulur, gelişir, kökleşir, kendi mukadderatını yazan hareketli bir kalem olur, görevini yerine getirir, ahiret ücretine hak kazanır. (12. Mektup, s.48)

Sayfa Başı