Varlığın gayesi...Yaratılışın neticesi ALLAH'a iman etmektir. Bu da ALLAH'ı tanımakla, bilmekle mümkündür. "En Önemli" yi belirlemek için ölçü olarak neyi kabul edersek edelim, sonuç değişmeyecektir. "En Önemli" şey ALLAH'ı tanımak, bilmek ve O'na iman etmektir. Bir grup gönüllü müslüman hanım ve erkek yukarıda belirtilenlere "Bizim de bir katkımız olsun ve bu katkı ahirette Rabbimizin huzurunda divan durduğumuz vakit, bize yüz aklığı olsun!" dediler. İşte bu sayede "ALLAH'ı Bilmek" sitesi, ALLAH'ın lütfuyla var oldu. Bütün Hamdler, ezelden taa ebede kadar her kim tarafından ve her kim için yapılıyor olursa olsun, sadece O'na aittir. Çünkü bütün varlık O'nun lütfudur.
                                                                                                                      "ALLAH'I BiLMEK Gönüllüleri"

KUR’AN’DA ALLAH

KUR’AN’DA ALLAH

Eyl 4, 2014

besmele_280x300_1

 

KUR’AN’DA ALLAH

 

1/Fatiha:1- Rahman, Rahim ALLAH’ın adıyla.

 

“ALLAH” İsmi Hakkında:

“ALLAH, (Hak) gerçek Ma’budun (Kendisine ibadet edilmesi gereken varlığın) özel ismidir.” (Elmalılı     Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 39)

 

“Bu ismin sahibi en ulu ve en yüce Varlık, evrenin var olmasında, sürmesinde, gelişmesinde bir ilk sebep/gerekçe olduğu gibi; yüce ‘ALLAH’ ismi de irfan dilimizde öyle özel ve çok yüce bir başlangıçtır.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır , Hak Dini…, 1, 40)

 

“Bilinen dillerde ‘ALLAH’ isminin eş anlamlısını bilmiyoruz. Sözgelimi: ‘tanrı, hüda’ isimleri ALLAH gibi özel isim değildir, ‘ilah, rab, ma’bud’ gibi genel isimdir. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 43)

 

“Batıl ma’budlara bile tanrı cins ismi verilir. Müşrikler birçok tanrılara taparlardı. ‘Falanların tanrıları şöyle, filanlarınki şöyledir’ denilirdi. Demek ki ‘tanrı’ cins ismi, ‘ALLAH’ özel isminin eşanlamlısı değildir, geneldir. Öyleyse ‘ALLAH’ ismi yerine ‘tanrı’ ismi konulamaz. Bunun içindir ki Süleyman Efendi (Çelebi) mevlidine ‘ALLAH’ adıyla başlamış, tanrı adı dememiştir.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 43)

 

“ALLAH ismi ne türetilmiş ne de başka bir dilden aktarılmıştır.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 47)

 

“ALLAH lafzı hiçbir kökten alınmamıştır. ALLAH’ın mukaddes zatına özgü bir isimdir. Hiçbir yaratılmış bu isimle adlandırılmamıştır. Bundan dolayı ALLAH lafzının çoğulu yoktur. (Muhammed Ali Sabuni, Ahkam Tefsiri, 1, 14)

 

“ALLAH, sıfat olmayan bir isimdir. Çünkü bu ismi başka sıfatlarla nitelendirdiğiniz halde onunla başkalarını nitelendiremiyorsunuz.” (Said Havva, el-Esas fi’t-Tefsir, 1, 41)

 

“ALLAH’ın diğer adlarının (Esma-i Hüsna’nın) bir harfi değişecek olsa anlam bozulur. Artık ALLAH’a isim olamazlar. Fakat ‘ALLAH’ kelimesinden ‘Elif’ harfi kaldırılsa bu kelime ‘lillahi’ olur ki anlamı yine ‘ALLAH’ demektir. ‘lillahi’deki birinci ‘lam’ kaldırılsa bu kez kelime ‘lehü’ şeklini alır ki yine ALLAH anlamına gelir. ‘lehü’deki ‘lam’ kaldırılsa bu kez de ‘hüve’ olur ki yine ‘ALLAH’ın ismidir. Sonuç olarak, Lafza-i Celal’in (ALLAH kelimesinin) her harfi ALLAH’ın ismidir.” (Ebu’l-Leys Semerkandi, Tefsiru’l-Kur’an, 1, 32)

 

“ALLAH isminin özelliği odur ki, bunu adet haline getirip zikredenin toplum içinde buyrukları yerine gelir. Halk tarafından sevilir. İstekleri reddedilmez.” (Ebu’l-Leys Semerkandi, Tefsiru’l Kur’an, 1, 33)

 

“ALLAH ismi bütün Kur’an’da 2697 defa geçmektedir. (…) Bütün Kur’an’da geçen ALLAH isminin, Mekki ve Medeni surelere dağılış oranı, yaklaşık olarak şöyledir: % 35-40 Mekki surelerde, % 60-65 ise Medeni surelerde… Metnin toplam uzunluğu bakımından, yine yaklaşık bir hesapla, Mekki sureler Kur’an metninin % 60’ını, Medeni sureler ise, % 40’ını oluşturur. Bu oranların belli bir ölçüde hata payı olsa da, Kur’an vahyinin ileri aşamalarında ALLAH lafzının, büyük bir oranda fazla zikredildiği kesindir. Biz, bu gerçeğe şöyle bir açıklama düşünüyoruz: Kur’an’ın ilk muhatapları, ALLAH ismini verdikleri bir uluhiyete teorik olarak inanmakla beraber, kulluklarını öbür ‘erbab’ (rabler) ve ‘alihe’lerine (ilahlarına) yöneltiyorlardı. Son derece çaresizlik içinde kaldıkları durumlar dışında, O’nu hatırlamıyorlardı bile. Kısaca denilecek olursa, ALLAH onların hayatlarında anlamsız bir kelime idi. Kur’an, ALLAH’ın her türlü varlıkla, evren, yaşam ve insanlarla olan ilişkilerini, ALLAH’ın onlar üzerindeki hakimiyetini, özellikle ‘Rabb’ vasfını kullanmak suretiyle oluşturmuş, sonra da belirli bir dönemde (nüzul sıralamasında 43 ile 60. Surelerde) zaman zaman sekiz yerde: ‘İşte bu ALLAH’tır sizin Rabbiniz’ ana fikrini getirerek, ALLAH’ın evrenin ve ibadetlerin tek sahibi olduğu gerçeğini, insanların gözünde, yeniden zihinlere yerleştirmiştir. ALLAH ismi, böylece bütün kemal sıfatlarını kendisinde toplayan odak kavram haline gelmiştir. Artık bundan sonra O’nu tanıtmaya fazla ihtiyaç kalmadığından, sadece ALLAH ismini söylemek, O’nun bütün gerçekliğine işaret için yeterli geldiğinden, uluhiyeti tanıtmakta ilkin birinci derecede zikredilen ‘Rabb’ vasfı azalmış, ALLAH lafzı ise artmıştır. Bu demek değildir ki ‘Rabb’ lafzı büsbütün zikredilmez olmuştur; duruma göre bu oran çok azalmıştır. (Medine dönemi vahiylerinde Rabb-ALLAH isimleri arasındaki oran 1/10 kadardır) (Suat Yıldırım, Fatiha ve En’am…, 15)

 

Rahman İsminin Rahim İsminden Önce Zikredilmesinin Hikmeti:

“ALLAH’ın Rahman ismi, Rahim isminden önce zikredilmiştir. Rahman ismi yalnız ALLAH’a mahsustur. ALLAH’tan başkası bu isimle vasıflandırılamaz.” (Ebu’l-Leys Semerkandi, Tefsiru’l-Kur’an, 1, 48)

 

“Rahman’ ismi ALLAH’a has bir isimdir. ‘Rahim’ ismi ise hem Ona hem başka varlıklara verilebilir. Eğer buna göre ‘Rahman’ın ifade ettiği anlam daha büyüktür; o halde büyük olanı zikrettikten sonra, küçük olanı niye zikretmiştir?’ denilirse, buna cevabımız şudur:

Çünkü büyük olandan önemsiz ve basit şey istenmez.

Anlatıldığına göre, birisi, bir büyüğün yanına giderek: ‘Ufak bir şeyden ötürü sana geldim’ demiş. O da bunun üzerine: ‘Önemsiz şeyler için önemsiz bir adam ara!’ diye cevap vermiştir.

Buna göre Cenab-ı Hakk sanki şöyle demiş olur: ‘Eğer Rahman ismini kaydetmekle yetinseydim, Benden utanır ve Benden basit isteklerde bulunman imkansız olurdu. Ancak sen, Benim ‘Rahman’ olduğumu bildiğin için, Benden büyük şeyler istersin; ama Ben aynı zamanda ‘Rahim’im. O halde Benden ayakkabının bağını ve tencerenin tuzunu da iste!” (Fahrüddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 327)

 

İslam Alimlerine Göre Besmelenin Değeri, Önemi ve İşlevi:

“Cenab-ı Hak Kendisini Rahman ve Rahim diye adlandırdı. O halde nasıl merhamet etmesin? Anlatıldığına göre bir dilenci zengin bir kimsenin kapısında durarak, bir şeyler istemişti. Bunun üzerine kendisine çok az bir şey verildi. İkinci gün, elinde bir baltayla geldi ve kapıyı kırmaya başladı. Ona, ‘Ne yapıyorsun?’ denilince şöyle cevap verdi: ‘Ya kapı verilene uygun olacak ya da verilen kapıya uygun…’ Ey Rabbimiz! Merhamet denizlerinin, Senin rahmetine oranı, zerrenin Senin Arş’ına oranından daha küçüktür. Kitabının başında rahmetinin sıfatını kullarına bildirdin. Öyle ise bizi rahmetinden ve lütfundan mahrum bırakma.” (Fahrüddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 236)

 

fatiha300x200

“Çoğu kez, hükümdarın kölelerinin, at, katır ve eşek gibi hayvanları satın aldıklarında, hükümdarın düşmanlarının bu mallarda gözü olmasın diye, hükümdarın damgasını onların üzerine vurdukları görülür. Tıpkı bunun gibi, Cenab-ı Hakk da şöyle buyurmuştur: Şüphesiz senin ALLAH’a olan itaatine karşı çıkan, şeytan isminde bir düşmanın vardır. Öyle ise bir işe başladığında, düşmanın onda gözü olmasın diye, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ diyerek ona damgamı vur.” (Fahrüddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 236)

 

“Besmelede ‘ALLAH, Rahman ve Rahim’ ismlerinin zikredilmesinin hikmeti, Kur’an-ı Kerim’de muhatap alınanların üç kısım olmasındandır.

Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: ‘Onlardan kimi kendine zulmeder, kimi orta yolu izler, kimi de ALLAH’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır.’ (35/Fatır:32) Bu ayette Cenab-ı Hakk, sanki şöyle buyurmaktadır: “Ben hayırlarda önde olanların ALLAH’ıyım. Orta yolu tutanların Rahman’ıyım. Zulmedenlerin de Rahim’iyim.’

Aynı şekilde, ‘ALLAH’, lütuflarda bulunan; Rahman, seçkin kullarının küçük hatalarını bağışlayan; Rahim de kabalığı bağışlayandır. Rahmetinin mükemmelliğinden dolayı, Cenab-ı ALLAH adeta şöyle diyor: ‘Ey kulum! Ben senin öyle durumlarını biliyorum ki, eğer anne ve baban onları bilmiş olsaydı, seni terk ederlerdi. Eğer hanımın onları bilseydi, sana cefa ederdi. İnsanlar bilseydi, hemen senden kaçarlardı. Komşun bilseydi, evini yerle bir etmeye çalışırdı. Ben, bütün bunları biliyorum ve fakat, Benim Kerim bir Rabb olduğumu bilesin diye, lütfumla onları örtüyorum.” (Fahrüddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 239)

 

“Ve ‘Rahman’ isminde adaletin düzenine ve rahmetin cilvelerine işaret var. Çünkü çeşitli ve karmakarışık olan yaratılmışlar (O’nun) düzenlemesi ile güzelleşmiştir. Ve rahmetin yansımalarına mazhar olabilirler. Ve ‘Rahim’de yeniden dirilişe işaret vardır. Çünkü, anlamında hem affetmek, hem rahmet ve şefkat etmek ve bu geçici dünyada o dört anlam (Kur’an’ın temel anlamları: Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet) bütün gerçekliği ile tam bir biçimde görünmediğinden elbette başka bir yerde o anlamlar tam olarak ortaya çıkacaktır. Hem rahmet ve şefkat gerçekliği ile dirilmemek üzere öldürmenin bir arada olabilmesi mümkün değildir. Demek ‘Rahim’deki şefkat parmağını Cennet’e uzatmış gösteriyor.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, 2, 1849)

 

Neden Önce Rahman İsmi Zikredilmiştir?:

“Neden önce Rahman zikredilmiştir, halbuki aşağıdan yukarıya çıkılması gerekirdi? Çünkü dünya rahmeti öncedir de ondan. Bir de o özel isim gibi olduğundan ALLAH’tan başkasına sıfat olamaz. Zira manası gerçek nimet veren, rahmette son dereceye varan demektir. Bu da başkasında gerçek olarak bulunmaz. Zira başkası iyiliğinin karşılığını bekler. Nimetinden sevap almak ya da onunla övülmek veya içine düşen sıkıntıyı gidermek veyahut içinden mal sevgisini atmak ister. Sonra başkası bu hususta aracı gibidir. Çünkü nimetin kendisi, varlığı, onu elde etmek için gereken kudret ve onu meydana getiren sebep, ondan yararlanma imkanı, ondan güç almak vs. gibi bütün şeyler ancak ALLAH’ın yardımı ile olur.” (Kadı Nasırüddin el-Beydavi, Beydavi Tefsiri, 1, 21)

 

Rahman ve Rahim İsimlerinin Sadece ALLAH İçin Kullanılmasının Hikmeti:

“Bu isimlerin Yüce ALLAH’a tahsis edilmesi şunun içindir: Arif olan bilmelidir ki, bütün işlerde yardımı istenen gerçek Ma’bud, O’dur. Nimetlerin peşin ve veresiyesini, önemli ve önemsizini gerçek veren O’dur. O zaman arif her şeyiyle ALLAH’ın pak huzuruna yönelir, Tevfik ipine sarılır, içini O’nun zikri ile meşgul eder ve başkasına karşı yalnız O’ndan yardım diler.” (Kadı Nasırüddin el-Beydavi, Beydavi Tefsiri, 1, 21)

 

 

1/Fatiha:2- Hamd, alemlerin Rabbi ALLAH’a mahsustur.

 

Hamd’in İman ve ALLAH’ı Bilmek Boyutu:

“Evet, Evrende hamde ve şükre sebep olan ve bilinçli bir biçimde insana verilen nimetler, özellikle kan ve fışkı içinden safi, temiz, gıdalı sütü aciz yavrulara göndermek ve bilinçli olarak yapılmış bağışlar ve hediyeler ve merhametli ikramlar ve ziyafetler Yer Yüzünü belki bütün Evreni doldurmuş. Onların fiatı da, başta ‘Bismillah’, sonda ‘Elhamdülillah’, ortada nimette nimetin verilişini hissetmek ve Rabbini onunla tanımaktır.

Sen kendi nefsine, midene, duygularına bak. Ne kadar şeylere, nimetlere muhtaçtırlar. Ve ne derece hamd ve şükür fiatıyla rızıkları, lezzetleri isterler, gör; her canlıyı kendinle karşılaştır. İşte bu büyük nimet verişler karşılığında sözle ve beden diliyle edilen sayısız hamdler, çok kesin bir biçimde bir Mabud-u Mahmud (Övülen ve Hamdedilen İbadet Edilmeye Layık Varlık=ALLAH), bir Mün’im-i Rahim’in (Rahmet Sahibi Nimet Veren) varlığını ve her şeyi kaplamış olan rububiyetini güneş gibi gösterir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, 1, 1121)
ikra_lale

Nimetin Gerçek Sahibi Her Durumda ALLAH’tır:

‘Hamd ALLAH’a mahsustur’ “Eğer nimet veren, kendisine nimet verilenden; hoca, öğrenciden ve adil hükümdar da halkından gelecek hamde hak sahibi değil midir? Nitekim Hz. Peygamber (O’na Binler Selam) ‘İnsanlara hamd etmeyen (teşekkür etmeyen), ALLAH’a hamd etmemiş olur’ buyurmuştur, denilirse deriz ki; başkasına nimet veren herkes bilmelidir ki, gerçek nimet veren Yüce ALLAH’tır. Çünkü eğer Cenab-ı Hakk, başkasına nimette bulunan kimsenin kalbinde bu eğilimi yaratmamış olsaydı, o kişi ikramda bulunmaya yönelmezdi; eğer Yüce ALLAH, o nimeti yaratmasa, nimet veren kimseyi o nimete malik kılmasaydı ve kendisine nimet verilen kimseye de bu nimetten yararlanma imkanı vermeseydi, o nimetten yararlanılamazdı. İşte bu sebeple, gerçek nimet verenin sadece Yüce ALLAH olduğu ortaya çıkar.” (Fahruddin er-Razi; Tefsir-i Kebir, 1, 309)

 

Rabb, Ne Demektir?:

“Rab’ üç manaya kullanılır: Birincisi: Mülk sahibi demektir; mesela ev sahibi gibi. İkincisi: Islahatçı manasınadır, mesela: Bir şeyi ıslah etti, denir. Üçüncüsü: emrine itaat edilen efendi demektir. (İbn-i Cevzi; Zadü’l-Mesir…, 1, 17)

 

“Rabb, aslında mastardır, terbiye manasınadır. O da bir şeyi yavaş yavaş kemale erdirmektir.”  (Kadı Beydavi, Beydavi Tefsiri, 1, 22)

 

“Rabb, yetkisini kullanan mal sahibidir. Sözlükte efendiye ve ıslah için hareket eden kimseye denir. Bütün bunlar Yüce ALLAH için doğrudur. Rabb, tek başına ALLAH’tan başkası için kullanılmaz, ancak izafetle kullanılır; ‘rabbüddar’ (ev sahibi) vs. gibi. Rabb’in İsm-i A’zam olduğu da söylenmiştir.” (İbn Kesir, İbn Kesir Tefsiri, 1, 68)

 

“Arapça ‘Rabb’ kelimesi, başka bir dilde tek bir terim ile kolayca ifade edilemeyecek kadar geniş ve girift bir anlamlar demetini kapsar. Bu ifade, bir şeyin sahipliği ve bunun gereği olarak o şey üzerinde otorite iddiasında bulunma ve bir şeyi başından sonuna kadar kurma/oluşturma, sürdürme ve besleme kavramlarını içerir.” (Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, 2)

 

“ALLAH’ın, insanlar için olan Rububiyeti, terbiyesi ile kendini gösterir. Bu terbiye de iki kısımdır: Birincisi: Yaratması; bedeni, ruhi ve akli kemallerine yöneltmesi… İkincisi ise: Onlardan bazısına vahyetmek yoluyla, uydukları takdirde ilim ve amel ile fıtratlarını mükemmelleştirebilecekleri düzeni öğretmesidir. İnsanların Rabbinden başkasının onlara ibadet koyması veya O’nun izni olmaksızın kendiliğinden onlara herhangi bir şeyi haram veya helal kılması makul olamaz. (Reşid Rıza, Menar, 1, 51)

Kur’an’a göre insanlar için bazı şeyleri haram, bazı şeyleri ise helal kılma yetkisi, uluhiyetin özelliklerindendir. yahudiler ve hıristiyanlar hakkında şu mealde bir ayet vardır: ‘Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesihi ALLAH’tan başka rabler edindiler. Oysa, tek Tanrı’dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. ALLAH, koştukları ortaklardan münezzehtir” (9/Tevbe:31) (Suat Yıldırım, Fatiha ve En’am…, 20)

 

“Uluhiyeti tanımlamak için Kur’an’da, ALLAH lafzından sonra (2697), en çok kullanılan (970 defa) bir sıfattır.” (Suat Yıldırım, Fatiha ve En’am…, 20)

 

hasbunallahAlemlerin Rabbi Ne Demektir?:

“Rabb’, terbiye ve ıslah etmek anlamlarındadır. Bu, ‘alemler’ açısından onları gıdalarla ve hayatta kalmak için muhtaç oldukları şeylerle besleyen, eğiten ve yetiştiren demektir. İnsan hakkında kullanılınca dış dünyası olan bedenini nimetle, iç dünyası olan kalbini de rahmetle eğiten anlamınadır.” (İsmail Hakkı Bursevi, Bursevi Tefsiri, 1, 38)

 

“Kur’an, ‘Rabbi’l-avalim’ demiyor da ‘Rabbi’l-alemin’ diyor ve bununla özellikle akıl sahibi varlıkları üstün tutarak onların dikkatlerini çekiyor. Çünkü ‘alemin, alemun’ gibi cem-i salim diye nitelenen çoğullar akıllı kişilere özgü olduğundan bunun meali: ‘Bütün aleminin/alemlerin, bütün yapı elemanlarının ve özellikle hepsinden üstün olan akıl sahibi alemlerinin tek Rabbi’ demektir.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1,67)

 

“Bir ayette ‘Alemlerin Rabbi’ ifadesi, ‘Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin (kainatın) Rabbi’ diye açıklanmıştır (26/Şuara:23-24)” (Heyet, Ayet ve Hadislerle Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, 3)

 

Alemler, ALLAH ile; ALLAH, Alemler ile Bilinir:

“Rabbi’l-alemin’ denince her insan, kendi görebildiği kadar olsun bütün alemlere zihninde bir geçit resmi yaptırır ve yaptırınca da o anda terbiye kanununu (ALLAH’ın, Evren’i daha mükemmel bir duruma doğru geliştirmesi) görür. Demek biz Rabbimizi, alemlere bakarak bileceğiz ama, alemleri de ancak O’na dayandırmakla/O’na ait olduklarını vurgulayan bir tamlama şekline getirerek tanıyabileceğiz.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 69)

 

 

1/Fatiha:3- O, Rahman’dır, Rahim’dir.

 

Rahman ve Rahim İsimlerinin Bu Ayete Özel Anlamları:

 

“Daha ilk yaratılışta yani dünya aleminde iken, güzel isimlerinin (Esma-i Hüsna) ve yüce sıfatlarının adem (yokluk) aynası üzerine yansıyan gölgeleri ile kainattaki her şeyin imdadına yetişmek suretiyle onları var eden ve yaratandır.” (Abdülkadir Geylani, Geylani Tefsiri, 1, 43)

 

“Ahirette yüce semanın ve aşağı yeryüzünün dürülmesiyle birlikte her şeyi, başlangıçta her şeyin Kendisinden geldiği ve sonunda Kendisine döneceği yere tekrar döndürendir.” (Abdülkadir Geylani, Geylani Tefsiri, 1, 43)

 

“(ALLAH, Kendisini) ‘Alemlerin Rabbi’ olarak nitelendirmesinde korkutma anlamı bulunduğundan dolayı hemen arkasından ‘Rahman ve Rahim’ ile nitelendirmiştir. Çünkü bu da (korkutmanın aksi olan) teşvik içermektedir. Böylelikle Yüce ALLAH hem Kendisinden korkmayı, hem de nimetlerine ümit beslemeyi ifade eden niteliklerini bir arada zikretmiş olur. Bu, O’na itaatte daha çok yardımcı olsun, isyandan daha çok uzaklaştırıcı olsun diye böyle gelmiştir. Tıpkı Yüce ALLAH’ın şu buyruklarında olduğu gibi: ‘Kullarıma haber ver; işte Ben öyle Gafur, öyle Rahim’im (bağışlaması sonsuz, rahmeti sonsuz) Benim azabımın can yakan bir azap olduğunu da bildir.’ (15/Hicr:49-50); ‘Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çetin olan, lütuf sahibi.’ (40/Mü’min:3)

 

Müslim’in Sahih’inde yer alan Ebu Hüreyre’den gelen rivayete göre Rasulullah (O’na Binler Selam) şöyle buyurmuştur: ‘Eğer Mü’min, ALLAH katında bulunan cezanın ne olduğunu bilse hiçbir kimse O’nun Cennet’ini ummaz. Eğer kafir de ALLAH katındaki rahmeti hiç kimse O’nun Cennet’inden ümit kesmez.” (Müslim, Tevbe, 23)

 

“Besleyip büyüten, yetiştiren, terbiye eden anlamına gelen ‘Rabb’ ismi rahmet ifade eden ‘Rahman ve Rahim’ isimleriyle her zaman, mutlaka yan yana olmayı gerektirmez. Şu halde ‘Rahman’ ve ‘Rahim’in, ayetlerin sıralanışında ‘Rabb’ kelimesinden hemen sonra gelmesi, Yüce ALLAH’ın, Kendisi için hiçbir zorunluluk olmadığı halde, kainatta kahrı ile değil lütfu ile tasarruf ettiğini ve rahmetinin azabından önde geldiğini ve tasarruflarını en güzel şekilde gerçekleştirdiğini ifade eder.” (Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Ebussuud Tefsiri, 1, 60)

 

“Rahman ve Rahim sıfatlarının Rab kelimesinden sonra gelmesi, ALLAH’ın her zaman ve her yerde yarattığı bütün insanları esirgeyici ve bağışlayıcı olduğunu, zalimlikten münezzeh olduğunu gösterir. Bu konuda Ebu Hayyan şöyle der: ‘Bu surenin başındaki kelimelerin sıralanışında görüldüğü gibi Rabb kelimesi efendi, sahip ve mabud manalarından hangisini taşırsa taşısın, Cenab-ı Hakk’ın bir sıfatını dile getirir. Rabb sıfatından sonra Rahman ve Rahim sıfatlarının gelişi, belagat ilmine göre en uygun ifadedir. İnsan bir hata veya günah işlediğinde ALLAH’a karşı af isteyebilme gücünü yine O’ndan alır.” (Ebu Hayyan, Bahru’l-Muhit, 1, 10) (Muhammed Ali Sabuni, Ahkam Tefsiri, 29)

 

“Rahman, Rahim’in öncesiyle bu iki sıfatın bir araya gelişini gerektiren şöyle bir ilişki vardır ki:

Biri yararlı şeyleri elde etmek, diğeri zararlı şeyleri uzaklaştırmak biçiminde terbiyenin (pedagoji) iki temel kuralı vardır. ‘Rezzak’ (Rızık Veren) anlamına olan ‘Rahman’ birinci temel kurala, ‘Gaffar’ (Bütün Günahları Bağışlayan) anlamını ifade eden ‘Rahim’de ikinci temel kurala işaret ettikleri için birbiriyle bağlanmıştır.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, 2, 1162)

 

“Fatiha Suresi’nde verilen ALLAH’a ait isim ve sıfatlar, daha önceki surelerde öğretilmeye başlanan ALLAH algısının bir devamı niteliğindedir. Özellikle Fatiha’da verilen sistematik ifadelerle Mekke ve Arap toplumundaki İslam dışı ALLAH anlayışı ters yüz edilmiştir. Şöyle ki: Bu ayetler indiğinde insanlık çeşitli fikir akımları, vehimler, efsaneler ve felsefi görüşler üzerine oturmuş yanlış tanrı algılayışlarına sahip idiler. İnsanların bir kısmı Aristo’nun: ‘Şüphesiz ALLAH kainatı yarattı. Ondan sonra onu kendi haline bıraktı. Zira ALLAH, daha aşağı olan bu alemle uğraşmaktan münezzehtir. O, ancak Kendi Varlığını düşünür’ şeklindeki görüşü benimsemişti. Başka bir kısmı da kullarına karşı öfkeli, onlara sürekli hileler hazırlayan ve onlardan intikam almak için fırsat kollayan bir tanrıya inanıyorlar ve bu tanrının öfkesinden kurtulabilmek için Yunan mitolojisindeki Olimpos tanrıları gibi, aracı ve şefaatçi ilahlar ediniyorlardı. Alt tabaka ise, Daru’n-Nedve (Mekke Şehir Meclisi) üyelerinin dışında bir ‘Rabb’ tanıyamamıştı.

Sonuç olarak; insanlar ancak Kur’an ile gerçek ilah ve ‘Rabb’i, ‘Rahman, Rahim’ ALLAH’ı gereği gibi tanıyabilmiştir.” (Seyyid Kutub, Fizılal…, 1, 38,40; Hakkı Yılmaz, İşte Kur’an, 1, 131)

 

 

1/Fatiha:4- Din gününün sahibidir.

 

Mâlik ve Melik Arasındaki Anlam Farkı:

“Ödül ve ceza (din) gününün hakimi’ diye çevirdiğimiz tamlamada geçen ‘Mâlik’, ‘malın, mülkün sahibi’ demektir. Kıraat alimlerince ‘hükümdar, iktidar sahibi’ anlamında ‘melik’ şeklinde de okunmuştur. İnsanlar için kullanıldığında mâlik ile melik arasında güç, yetki ve tasarruf hakkı bakımlarından önemli farklar vardır. Mal ve mülkün sahibi (mâlik) kişinin başkalarına hükmü geçmez, başkalarına hükmü geçen hükümdar (melik) ise her malın ve mülkün sahibi değildir. Yüce ALLAH hakkında mâlik ve melik sıfatları kullanıldığı zaman anlam çerçevesinde bir eksiklik olamaz; çünkü O hem alemlerin sahibidir hem de herkese ve her şeye hükmü geçer; O’nun iktidarı üstünde bir iktidar tasavvur bile edilemez. Melik, O’nun Zat’ına, Mâlik ise fiiline ait sıfatlardır.” (Heyet, Kur’an Yolu, 1, 61)

 

ALLAH Aslında Bütün Günlerin Maliki Değil midir?

“Soru: Cenab-ı Hakk’ın herşeye malik olduğu bir gerçek iken, bu ayette sadece yeniden diriliş ve ceza günüyle sınırlandırılması nedendir?

Cevap: Şu alemin, insanlarca, aşağılık ve değersiz sayılan bazı şeyleri ile ALLAH’ın kudretinin doğrudan ilişkisi ALLAH’ın yüceliğine uygun görülmediğinden, ortaya konmuş olan dışsal nedenlerin o gün kaldırılmasıyla; herşeyin şeffaf, parlak içyüzüyle tecelli edip Sanatkarını, Yaratıcısını aracısız göreceğine işarettir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, 2, 1162)

 

besmeletevki

Sayfa Başı