Varlığın gayesi...Yaratılışın neticesi ALLAH'a iman etmektir. Bu da ALLAH'ı tanımakla, bilmekle mümkündür. "En Önemli" yi belirlemek için ölçü olarak neyi kabul edersek edelim, sonuç değişmeyecektir. "En Önemli" şey ALLAH'ı tanımak, bilmek ve O'na iman etmektir. Bir grup gönüllü müslüman hanım ve erkek yukarıda belirtilenlere "Bizim de bir katkımız olsun ve bu katkı ahirette Rabbimizin huzurunda divan durduğumuz vakit, bize yüz aklığı olsun!" dediler. İşte bu sayede "ALLAH'ı Bilmek" sitesi, ALLAH'ın lütfuyla var oldu. Bütün Hamdler, ezelden taa ebede kadar her kim tarafından ve her kim için yapılıyor olursa olsun, sadece O'na aittir. Çünkü bütün varlık O'nun lütfudur.
                                                                                                                      "ALLAH'I BiLMEK Gönüllüleri"

ESMA-UL HUSNA (EN GÜZEL İSİMLER O’NUNDUR)

ESMA-UL HUSNA (EN GÜZEL İSİMLER O’NUNDUR)

Nis 10, 2014

 

RAHMAN

TEMEL ANLAMI:4

* Her an bütün yaratılmışlar için hayır ve rahmet irade buyuran. Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan.

* “Sonsuz merhametiyle lütuf ve ihsanda bulunan.” (Ragıb el-İsfehani;  Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-34, 415)

* “Rahmetim ise her şeyi kaplamıştır.” (7/A’raf:156)

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Bütün yaratılmışlara, rızıkları, yaşama vesileleri ve her türlü faydaları konusunda rahmeti yayılmış olan rahmet sahibi. Rahmeti, iyi olsun kötü olsun, Mü’min olsun, kâfir olsun herkesi kapsamış olan.” (Hattabi;  Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 111)

* İnsan, hayvan; kâfir, Mü’min diye ayırmadan bütün yarattıklarına, rızıklarını ve bütün iyilikleri bağışlayan, onları koruyup, gözeten. “Rahman! Öğretti Kur’an’ı! Yarattı insanı! Belletti ona, o güzel beyanı (konuşma, maksadını anlatma)” (55/Rahman:1-3)

* Dünyada ve ahirette, kâfir ve Mü’min bütün kullarının ve bütün yaratılmışların maddi ve manevi, özellikle büyük, önemli ihtiyaçlarını, isteklerini karşılayan.

* “Kulları üzerinden belaları uzaklaştıran, takvası nedeniyle takva sahibinin ya da facirliği yüzünden kötülerin rızıklarını artırıp eksiltmeyen, aksine herkese rızkını veren.” (İsmail Hakkı Bursevi)

* “Hastalıkları ve sebepleri ortadan kaldıran.” (Halimi)

* “Her şeyin batınında (iç dünyasında) merhametiyle hazır ve nazır olan.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 257)

* Varlıkların kasıt ve iradeleri olmaksızın da onların ihtiyaçlarını karşılayan.

* “Kudret ve iradesiyle daha önce kendisine bile merhamet etmeyen kimselere merhamet etme özelliği veren.” (İbn Kayyim el-Cevziyye, İbn Kayyim Tefsiri, 1, 12)

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

ALLAH İsmine En Yakın İsim Rahman’dır:

* “O’nun İsimleri içinde ALLAH ismi yerine de kullanılan tek isimdir ve ALLAH ismine en yakın olan isimdir. En kapsamlı olandır. O nedenle başka varlıklara isim olarak verilemez, başka bir dile çevrilemez, tıpkı ‘ALLAH’ ismi gibi.” (Gazali)

Rahman İsmi Sadece ALLAH’a Mahsustur:

* “Rahman kelimesinin yaratılmışlara isim olarak verilemeyeceği noktasında alimler arasında görüş birliği bulunmaktadır. Bu amaca yönelik olarak Kur’an’da: “İster ALLAH deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz hepsi O’nundur! O, en güzel isimler.” (17/İsra:110) denmiştir. (Taberi)

Rahman İsminin Kapsamı:

* ALLAH ismi bütün Esma-i Hüsna’yı kapsadığı gibi, Rahman ismi de bütün Cemali isimleri kapsar. Bu nedenle de ALLAH isminden sonra en önemli isimdir.

* “Rahman, sadece Cemal manasına değildir, Celal sıfatlarını da yansıtır.” (Fahrüddin er-Razi)

* “Meryem suresinde ALLAH lafzının sadece iki yerde geçmesine karşılık, Rahman’ın on altı yerde geçmesi dikkat çekicidir. Bunun sebebi, muhtemelen kelimenin ortak bir kavram konumunda bulunması ve insan gönlünü ALLAH’a yaklaştıran bir içeriğe sahip olmasıdır.” (Bekir Topaloğlu, DİA-34, 416)

* Rahman, Kur’an’ın bazı yerlerinde “Rahman ve Rahim Olan ALLAH’ın Adıyla” gibi, ALLAH’ın sıfatı, bazı yerlerinde ise “Rahman Arş’a İstiva Etti” gibi, ALLAH’ın ismi olarak kullanılmıştır.

* Besmelede ALLAH, Kendisini ilk önce bu isimle ifade etmiştir.

Rahman İsminin Anlam İçeriği:

* “Rahman ismi şu dört şeyi içerir: ALLAH, insanları önce yaratmıştır. Sonra Mü’minleri imana ve mutluluk sebeplerine hidayet etmiştir. Daha sonra da onları ahirette mutlu kılmıştır. Ve onları, Kendi Cemalini görmek şerefine erdirmiştir.” (Gazali)

Bela ve Musibetler de Rahman’dandır:

* “Merhametlilerin en merhametlisi olan ALLAH’ın kullarına çeşitli bela ve musibetler vermesi, O’nun rahmetinin bir gereğidir. Çünkü kullarına yarar sağlayacak ve onlardan kötülükleri defedecek şeyleri en iyi bilen O’dur. Dolayısıyla ALLAH’ın kullarına musibetler vermesi, onları çeşitli felaketlerle sınaması, onları birçok arzu ve isteklerinden engellemesi, O’nun kullarına olan merhametinin bir göstergesidir. Ancak insanlar bilgisizlik ve haksızlıklarından Rablerini bela vermesi nedeniyle itham etmekte, O’nun bela ve musibet vermekle kendilerine iyilik ettiğini görememekte ve bilememektedirler. (…) Bu ALLAH’ın merhametinin tam oluşundandır; yoksa O’nun cimriliğinden değildir. (…) ALLAH’ın dünyada Mü’minleri sıkıntıya sokması, onlara bela ve musibetler vermesi, kulların bu dünyaya bağlanmalarına ve burayı daimi mekân edinmelerine engel olmak, asıl daimi mekân olan ve sonu olmayan ahiret hayatına yönelmelerini sağlamak içindir. ALLAH, ahirette vermek için bu dünyada vermemekte, esenliğe kavuşturmak için musibetler vermekte, diriltmek için öldürmektedir. ALLAH, merhametinin bir gereği olarak kullarını, merhametine güvenerek Kendisine karşı gelmekten ve güzel olmayan davranışlarda bulunmaktan sakındırmaktadır. O, şöyle buyurmaktadır: ‘ALLAH, sizi Kendisine karşı gelmekten sakındırır. ALLAH, Rauf’tur (şefkati sonsuz).’ (3/Al-i İmran:30) (…) Eğer bu varlık alemine basiretle bakacak olursan, denizin suyla, havanın havayla dolu olduğu gibi yeryüzünün de rahmetle dolu olduğunu ve bu rahmetin dışında bir şey olmadığını görürsün. Bu, ‘Rahmetim gazabımı geçmiştir’ (Buhari) sözünün bir gereğidir.” (İbn Kayyım;  Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 168)

Rahman-Rahim Farkı:5

* “Rahman ve Rahim, şefkat ve merhamet ifade eden ALLAH’ın iki ismi olup, her biri ötekinden daha rakiktir.” (Abdullah b. Abbas;  Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-34, 416)

* “Rahman ve Rahim isimlerinin Kur’an’daki kullanılışlarından hareketle, Rahman’ın, ALLAH lafzı gibi zati isim yerinde, Rahim’in ise sıfat konumunda olduğunu söylemek mümkündür. (Bekir Topaloğlu, DİA-34, 415)

* “Rahman isminde, Rahim isminde bulunmayan daha mübalağalı bir ifade vardır. Çünkü Arap gramerine göre, kelime yapısındaki fazlalık anlamın fazlalığına delil olur. Bu bakımdan ALLAH’tan başkası Rahman olmakla nitelendirilemez ama, Rahim ile nitelendirilebilir. Bu nedenle bazı alimler, ‘er-Rahman’ ismindeki rahmet, kafiri de mü’mini de kapsamakta, ‘er-Rahim’ ismindeki rahmet ise yalnızca mü’min ile ilgili bulunmaktadır, demişlerdir.” (Said Havva, el-Esas fi’t-Tefsir, 1, 41)

* Bu isim “Rahim” isminden farklı olarak, ilk yaratılışa bakar ve ALLAH’ın yarattıklarına, onların iradelerinden bağımsız olarak verdiği nimetleri ifade eder. Bunu dile getirmek üzere: “ALLAH, dünyanın Rahman’ı, ahiretin Rahim’idir” denir. Dolayısıyla Rahman ismi Cebbar ismiyle yakın ilişki içindedir.

* “Rahman ve Rahim’in ilahi isimler olarak anlam farkları üzerinde durulmuştur. Yaygın kanaate göre Rahman, dünya hayatında herkesi, Rahim ise ahirette sadece Mü’minleri kapsayan ilahi rahmeti ifade eder. Nitekim Kur’an’da ALLAH, rahmetinin her şeyi kuşattığını beyan ettikten sonra onu son peygambere iman edip belli niteliklere sahip olan kimselere ileride ayrıca lütfedeceğini belirtmiştir: ‘Bize bu dünyada da iyilik yaz, ahirette de. Biz Sana yöneldik!’ ALLAH buyurdu ki: ‘Kimi dilersem, onu azabıma uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu, Bana karşı saygılı olup, günahtan sakınanlara (müttakiler), zekâtı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım!’ (7/A’raf:156) (Bekir Topaloğlu, DİA-34, 416)

* “Rahim’, ‘Rahman’ın, rahmete muhtaç olanlara acımak, esirgemek, merhamet etmek ve görüp gözetmek şeklinde yansıyan fiili sıfatıdır. (Sabuni, Revai’l-Beyan,1, 39-40)

* ‘Rahman’, şu ayetlerde görüleceği üzere Kur’an’da ‘ALLAH’ ismine denk tutulan yegane sıfattır: ‘De ki: ‘İster ALLAH diye dua edin, ister ‘Rahman’ diye dua edin!’ (17/İsra:110) ‘Rahman, okumayı öğretti…’ (55/Rahman:1) Buna göre ‘Rahman’, ALLAH’ın, ‘ALLAH’ ismine denk tuttuğu; gazap anında bile Zatından kesilmeyen, ayrılmayan, yenilenmeyen; Yüce Zatı ile varlığı devam eden, Zatına özdeş tek sıfatıdır; aynen ateşteki sıcaklık, buzdaki soğukluk gibi ‘rahman’ da ALLAH’ın Zatından ayrı düşünülmesi caiz olmayan zati sıfatıdır. ‘Rahim’ ise, merhamet edilenlerle ilgili olan, onlara ‘Rahman’ vasfının merhamet olarak yansıyan; gerektiğinde kesilen, yenilenen ve ALLAH’tan başka insanlar ve diğer varlıklar için de kullanılan ortak sıfatlarındandır. (Bkz. 9/Tevbe:128) (M. Zeki Duman, Beyanu’l-Hak, 1, 31)

İlk Tecelli Eden İsim Rahmandır:

* “Ezelde henüz mahlûkat yaratılmamışken Yüce ALLAH yaratacağı bu mahlûkat hakkında önünden sonuna kadar, rahmet veya gazabından herhangi biri ile davranmaya eşit biçimde güç sahibi bulunduğu ve bunlardan herhangi birinin tercihinde ‘Niçin onu tercih ettin?’ diye O’na soru soracak üstün bir kuvvet bulunmadığı halde, doğrudan Kendisi –lütuf ve ihsan yolu ile- bütün yaratılmışlar hakkında rahmeti tercih edip, onu Kendi Kutsal Varlığına Kendi iradesiyle gerekli kıldı; rahmeti ahlak (davranış biçimi) edindi. Bundan dolayı Yüce ALLAH tarafından yaratılmışlara ilk tecelli eden hüküm ve etki rahmetten ibaret olmuştur.” (A. Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, 31)

Rahman, Öncelikle Rezzak’tır:

* “Rahman’ın en görünen manası Rezzak’tır. Rızka muhtaç yaratılmışlarına rızk vererek merhametini gösterir. (…) İnsan ise rahmetin en parlak bir aynasıdır. ALLAH, sınırsız merhameti sebebiyle bütün yaratılmışları insanın imdadına koşturur. Bu sebeple Efendimiz (OnaBinlerSelam), bir hadisinde: ‘İnsan, Rahman suretindedir’ buyurur. Yani rahmeti en güzel gösteren aynadır insan.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH, 20)

İnsanların Gelişimi ve Rahman İsmi:

* “Varlıkların, doğal yaşam süreçlerinin gereği olarak gösterdikleri gelişim ve mükemmelleşme Rahman’ın tecellisidir.” (Nusret Tura, O’nun Güzel İsimleri, 59)

ALLAH’ın Rahmaniyeti ile İnsanların Merhameti Arasındaki Fark:

* “ALLAH’ın merhameti (rahmaniyeti), bir kalp duygusu, psikolojik meyil manasında bir iyilik duygusu değildir. İyiliği kastetmek veya sonsuz nimet verme anlamındadır.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır;  Akt: M.Yaşar Soyalan, Elmalı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, 264)

Rahman, “Esirgeyen” Olarak Çevrilemez:

* “Bazılarının Rahman’ı ‘esirgeyici’ diye tercüme ettiklerine şahit oluyoruz; hâlbuki ‘esirgemek’ kıskanmak ve yazık etmek manasınadır. ‘Benden onu esirgedin’ denilir. Sonra kıskanılanın korunması, sakınılması tabii olduğundan, esirgemek onun bir gereği olan kıskanmak anlamında da kullanılır. Esirgeyici aynı zamanda ‘kıskanç’ da olduğundan yapılan şey bir tefsir de olmaz. ‘Acıyıcı’ anlamı da hem tatsız hem de kusurlu bir kullanımdır. Kuru bir acıma merhamet değildir. Merhamet, acıyı ortadan kaldıran ve onun yerine sevinç ve iyiliği getirmeye yönelik bir iyilik duygusudur. Dilimizde tamamen bilinen bir kelimedir. Biz ‘merhametli’ sıfatından aldığımız tadı öbür kullanımlardan tam olarak alamayız. Bu nedenle ‘pek merhametli’ yerine, ‘acıyıcı, esirgeyici’ demeyiz. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır;  Akt: M. Yaşar Soyalan, Elmalı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, 264)

Din, Kitap ve Peygamber Gönderilmesi Rahman İsminin Tecellisidir:

* “Rahman ismini hakkıyla anlayan bilir ki, o isim, yağmuru yağdırmaktan, bitkileri bitirmekten ve taneleri çıkarmaktan çok peygamberleri göndermeyi ve kitapları indirmeyi kapsamaktadır. Çünkü rahmetin, kalplerin ve ruhların canlılığını sağlayan şeyleri gerekli kılması cisim ve bedenlerin diriliğini sağlayan şeyleri gerekli kılmasından daha önemlidir. Ancak bunu idrak etmekten mahrum bırakılan nasipsizler, bu isimden sadece hayvanların alabileceği payı aldılar ve sadece maddi yönleri anlayabildiler. Hâlbuki gerçekten akıl sahibi olan kimseler bunun ötesine geçerek Rahman isminin asıl anlamını kavradılar.” (İbn Kayyim el-Cevziyye, İbn Kayyim Tefsiri, 1, 14)

Rahmeti ve Azabı Birbirine Karıştırma Tehlikesi:

* “Olaylar iki bölümdür. Rahmet olmadığı halde rahmet sanılan, fakat gerçekte bir azap ve bela olan olaylar ve gerçekte bir lütuf, ihsan ve rahmet olduğu halde, bir azap ve ceza olduğu sanılan olaylar.

Birinci bölüme şu örneği verebiliriz: Baba çocuğunu ihmal edip, dilediğini yapacak şekilde, onu terbiye etmez, öğrenmeye teşvik etmezse… İşte bu durum görünürde bir merhamet, gerçekte ise bir cezadır.

İkinci bölümün örneği ise; çocuğunu okula hapsedip, onu öğrenim görmeye zorlayan baba gibidir. Bir görünüşte bir ceza sanılsa da, gerçekte bir rahmet ve merhamettir.

İnsan da böyledir… Bir insanın elinde kangren hastalığı olsa… Bu adamın eli kesilse, bu, görünüşte bir azap, gerçekte ise bir rahmet ve acımadır. Bundan dolayı aklı az olanlar, işlerin görünüşüne aldanırlar. Gerçek akıllılar ise, işin aslına ve hikmetine bakarlar.

Bunu iyice anladığında, alemde bulunan çile, bela, elem ve bütün meşakkatler, her ne kadar görünürde böyle olsalar da gerçekte onların bir hikmet ve rahmet olduğunu anlarsın. Bunun özü hikmet konusunda söylenen şu sözdür: ‘Küçücük bir şerden dolayı, çok hayırları terk etmek, büyük şerdir.’ Buna göre, yaşanan sınavlardan maksadın, ruhları bedene ait ilgilerden temizlemek olduğunu anlarsın. Nitekim Cenab-ı Hak: ‘İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz.’ (17/İsra:7) buyurmuştur.

Ateşin yaratılmasından maksat, kötü olanları iyilerin yoluna çevirmek ve o kötüleri dünyadan, ahiret yurduna çekmektir. Nitekim Cenab-ı Hakk: ‘ALLAH’a kaçın’ (51/Zariyat:50) buyurmuştur.” (Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 326)

PRATİK BOYUT:

* Bu ismin gereği olarak Mü’minler bütün insanlara ve varlıklara şefkatle, merhametle davranmalı, özellikle İslam’ı başka insanlara anlatırken sertlik ve kabalıktan uzak durmalıdır.

* Başka insanların işlemiş oldukları günahları, sanki kendisi işlemiş gibi hissetmeli ve buna yakışan bir çabayla onları ortadan kaldırmaya çalışmalıdır.

* “Rahman isminden elde edilecek feyiz, kalp gözü kapalı, perdeli olan kulları, şefkat ve nezaketle uyarmak; günahkârlara hakaret nazarıyla değil merhamet nazarıyla bakmak; dünyada işlenen her günahı bir musibet kabul edip onu ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Çünkü her masiyet onu işleyeni ALLAH’tan uzaklaştırır, böylesi en çok acınmaya layık olan kimsedir.” (Gazali;  Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-34, 416)

* Ruhunda merhamet yoksunluğu, kalbinde katılık hisseden “Ya Rahman ya ALLAH” zikrine devam etmelidir.

* “Rahman’ın sendeki nurunu, kendine ve başkalarına daima hayır yapmaya çalışarak bul. (…) Abdurrahman (Rahman’ın kulu) o kuldur ki, ALLAH kendisinde bütün kainata karşı olan merhametini ortaya çıkarır.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 47)

* “Eğer ihsan sahibi kimselerden olmak istiyorsan, ALLAH’ı görüyormuş gibi O’na ibadet et. Bu, seni daha çok O’nun merhametine yaklaştıracaktır.” (Kurtubi; Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 172)

* Ve bu dünyadaki, açlık, hastalık, fakirlik gibi maddi nitelikli sıkıntıları ortadan kaldırma gayretleri Rahman isminin tecellileridir.

* Rahman, ALLAH’ın merhamet sahibi olduğunu, Rahim ise sahip olduğu bu merhametle varlıklara merhamet ettiğini göstermektedir. Bu durumda, Rahman ve Rahim isimlerini, besmelede olduğu gibi, bir arada zikretmenin faydası ALLAH’ın genel ve özel merhametinden; bu dünyadaki ve ahiretteki nimetlerinden yararlanmaktır.

İLGİLİ HADİSLER:

* “Şüphesiz ki ALLAH gökleri ve yeri yarattığı gün yüz rahmet yaratmıştır. Her bir rahmet yer ile gök arasındaki mesafeyi kaplayacak büyüklüktedir. ALLAH, bu yüz rahmetten bir tanesini yere indirdi. İşte bu tek rahmet sebebiyle anne çocuğuna ilgi ve şefkat gösterir. Vahşi hayvanlar ve kuşlar da yine bu rahmet nedeniyle birbirlerine şefkat gösterirler. ALLAH, kıyamet gününde geride bıraktığı o doksan dokuz rahmetiyle kullarına merhamet edecektir.” (Müslim)

* “Güçsüzlere merhamet edenlere, Rahman olan ALLAH da merhamet eder.” (Ebu Davud)

* “Siz yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.” (Tirmizi)

* “ALLAH, insanlardan ancak merhametli olanları bağışlar.” (Buhari)

* “ Şüphesiz acıma, merhamet duygusu Rahman’dan bir parçadır.” (Buhari)

RAHİM

RahimTEMEL ANLAMI:

* Dünyada bütün varlıkların maddi ya da manevi küçük, yaşamsal olmayan ihtiyaç ve isteklerini karşılayan, ahirette ise bütünüyle ve sadece Mü’minler için tecelli edip, onlara ALLAH’ın her çeşit nimetlerini ulaştıracak olan.

* Çok çok acıyan ve merhamet eden.

* “O, Mü’minlere karşı çok merhametlidir.” (33/Ahzab:43)

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Günahları bağışlayan.

* Verdiği nimetleri iyi kullananlara daha büyük ve ebedi nimetler veren.

* “Yarattıklarını, rızıklandırmakla şefkatini gösteren.” (Abdullah b. Abbas)

* Mazlumun hakkını zalimden alan.

* Zarara uğramış, hasta, işkenceye maruz kalmış, çeşitli bela ve musibetlerle karşı karşıya gelmiş kişilerin imdadına koşan.

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

Rahim-Mürid İlişkisi:

* Bu isim ikinci yaratılışa bakar ve “Rahman” isminden farklı olarak, kendi iradeleriyle Cennet’i kazandıracak işler yapmış, İslam’ı yaşamış olan kullara verilecek ahiret nimetlerini ifade eder. Dolayısıyla Rahim ismi Mürid ismiyle yakın ilişki içindedir.

* “Yaratılmışlar içinde irade sahibi tek varlık insandır. Bu özelliği nedeniyle Rahim isminin ondaki tezahürü, diğerlerinden kat kat fazladır.” (Nureddin Ünal; Esma’ül Hüsna, 16)

İnsan İçin En Özel İsim:

* Ve bu isme dayalı yetenekler de (irade, bilinç gibi) sadece insana verilerek, onun yaratılmışların en üstünü olması sağlanmıştır ki bu açıdan Rahim ismi insan için “en özel” isim haline gelmiştir.

Rahim-Rahman İlişkisi, Farkı:

* Rahimiyet, ALLAH’ın izniyle, başkalarının da sahip olabileceği bir sıfat olduğu için ALLAH, Kur’an’da birçok yerde Kendini: “Hayru’r-rahimin (merhamet edenlerin en hayırlısı); Erhamu’r-rahimin (merhamet edenlerin en merhametlisi) olarak adlandırmıştır. Ve ilginçtir ki aynı durum, Rahman ismi için söz konusu edilmemiştir.

* “Yüce ALLAH’ın Rahman oluşu ‘ezele’ (başlangıcı olmayışa), Rahim oluşu ‘la yezale’ (ölümsüz oluşa ve sonu bulunmayışa) göredir. Bundan dolayı yaratılmışlar Yüce ALLAH’ın Rahman olmasıyla başlangıçtaki rahmetinden, Rahim olmasıyla da sonuçtaki rahmetinden doğan nimetler içinde gelişirler. Rahman’ın rahmeti bir şarta bağlı değilken, Rahim’in rahmeti bir şarta bağlıdır.” (Elmalılı)

* “Her şeyde ve kendimizde gizlenmiş olan bu sayısız nimetleri (bizim dışımızda, doğaya yerleştirilmiş olan nimetler ile yeteneklerimizi) meydana çıkarmak ve onlardan faydalanmak için çalışacağız. Bütün yeteneklerimizi işleteceğiz. Bu takdirde gayretlerimizin boşa gitmeyeceğini bize müjdeleyen, Rahim ismidir. Çünkü bu isme göre her gayret bir mükâfatla karşılanacaktır.

Rahman ve Rahim isimleri iki türlü rahmet ifade eder. Rahman isminin ifade ettiği rahmet, hiçbir türlü şarta, hiçbir türlü kesb ve iradeye bağlı olmayarak bağışlanan rahmettir. Bu, tam kapsamlı bir rahmettir ki, bütün yaratılmışları kaplar. Bunda çalışan-çalışmayan, suçlu-itaatli, imanlı-imansız ayırt edilmez.

Rahim isminin ifade ettiği rahmet ise, Rahman’ın lütfu olan rahmeti iyiye kullanarak çalışanlara bir mükâfat olmak üzere verilen rahmettir ki en az bire ondur.” (Elmalılı)

* “İşte dinin, takvanın, çalışmanın, gayretin önemi bu açıdandır. Bunun içindir ki ‘dünyanın Rahman’ı ahiretin Rahim’i’ denilmiştir. Demek ki Rahim sıfatı iman ile imansızı, iyi ile kötüyü, korunanlarla korunmayanları ayırt ederek iyileri sonunda ecir ve mükâfatla murada erdirmek manasını ifade ettiği için, ona karşı Rahman sıfatından kaynaklanan rahmeti kötüye kullanmış, kötülerin de mahrumiyet ve cezalandırma ile sorumluluklarını içerir.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili-8, 214)

* “Denebilir ki, ALLAH’ın rahmetinin, dünyada tecelli eden bölümü Rahman isminden kaynaklanırken; ahirette tecelli den kısmı da Rahim isminden kaynaklanmaktadır.” (Mehmet Dikmen; Esmaü’l Hüsna,21)

* Rahman bütün kullarına ve yarattıklarına merhamet eden anlamında idi, Rahim ise, Kendisine itaat ve ibadet edenlere rahmet eden anlamındadır. Bu nedenle Efendimiz, bir duasında ALLAH’a: “Ey dünyanın Rahmanı, ey ahiretin Rahim’i…” şeklinde hitap etmiştir. Dolayısıyla, Rahman’ın tecellisi açısından muhtaç olmak, Rahim’in tecellisi açısından da layık olmak esastır.

* Rahim ismi, Rahman ismine göre daha özeldir. Sadece iman edip, İslam’ı yaşayanlara, takva ve ihsan sahiplerine yöneliktir. Dünyada, sadece Mü’minlerin güzel amellerine sevap verir, ahiret nimetlerinden onları yararlandırır, onlardan razı olur ve onları Cennet’ine koyar. Mü’min olmayanlar, ALLAH’ın dünyadaki nimetlerinden yararlanırlarsa da ahiretteki nimetlerinden yoksun kalırlar. Bu fark nedeniyle ALLAH için, dünyada ve ahirette Mü’min ve kâfir herkesin Rahman’ı, ahiretin ve Mü’minlerin de Rahim’i denilmiştir. “Rahman, dünya ile Rahim ise ahiret ile ilgilidir’ denilmiştir. Buna göre Rahim sıfatı, imanlı imansızı, iyi ile kötüyü, korunanla korunmayanları ayırd ederek iyileri sonuçta mükâfat ile murada erdirmek manasını ifade ettiği için, ona karşılık Rahman’ın rahmetini kötüye kullanmış kişilerin de mahrumiyet ve ceza göreceklerini ihtiva eder.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır)

* “Bazı alimlere göre de, ALLAH’ın Rahim ismi Rahman isminden daha geniş kapsamlıdır. Zira Mü’min için hem dünya, hem de ahiret nimeti vardır. ALLAH, Mü’min kullarına hem dünyada hem de ahirette rahmeti ile lütfeder. İnanmayanlara da ALLAH’ın sadece dünya nimetleri vardır. Onların ahiret nimetinden nasipleri yoktur.

Bir kısım tefsircilere göre ise bazı yönden ALLAH’ın Rahman ismi, bazı yönden de Rahim ismi daha geniş kapsamlıdır.” (Ebu’l-Leys Semerkandi, Tefsiru’l Kur’an, 1, 48)

* Rahmaniyet uygun oluş, Rahimiyet ise tahkik ve inceleme makamıdır.

* “Rahmet kaynağı oluşunu Rahman ismiyle dile getiren ALLAH, merhamet ediyor oluşunu da Rahim ismiyle bildirmiştir.” (Ömer Sevinçgül; ALLAH, 21)

* “Rahman, muhtaç olanlara, Rahim ise, iftihar ehline özeldir.” (Sadreddin Konevi; Esma-i Hüsna Şerhi, 39)

Rahim-Gafur İlişkisi:

* ALLAH, Rahimiyeti nedeniyle günahkâr kullarını bile Kur’an’da, Kendi adına izafe etmiş ve onları affedeceği müjdesini vermiştir: “Ey kendi canları aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, Gafur’dur, Rahim’dir.” (39/Zümer:53)

* Kur’an’da Rahim ismi genellikle “Gafur” ismiyle bir arada kullanılarak, en büyük ve önemli Rahimiyet’in, günahların bağışlanıp örtülmesi olduğuna dikkat çekilmiştir.

* “şeytan, insana: ‘ALLAH Rahim’dir, affeder’ diyerek insanı günah işlemeye sürükler. Hâlbuki Kıyamet Günü düşmanlara merhamet olunmayacaktır.” (İmam Rabbani)

Rahim’in Ahirete Bakan Yönü:

* Ahirette, ALLAH’ın, Mü’minlere olan bütün lütufları ve bu bağlamda Cennet’te Mü’minlerin birbirlerine, bütün Cennet halkına karşı duyacakları her çeşit sevgi ve dünyadan getirdikleri birbirlerine karşı kin, düşmanlık, kıskançlık vb. çirkin duyguların ortadan kalkması gibi hayır ve lütuflar hep Rahim isminin tecellisi ile olacaktır.

* ALLAH, Rahimiyeti’ni, ahirette, sadece peygamberlerinin izinden gidenler ve Kendisine karşı takva sahibi olanlar için tecelli ettirmiştir. Mutlak manada Rahimiyet sadece bunlar içindir. Bunların dışında kalanlar ise, O’nun Rahimiyeti’nden sadece bir pay alanlardır.

* “ALLAH’ın Rahim sıfat-ismi O’nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, layık oldukları sınırsız rahmetini, lütuf ve merhametini ifade etmektedir. ‘Esirgemek’ ve ‘bağışlamak’ bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir.” (Heyet; Kur’an Yolu, 1, 59)

* Kur’an’da Rahim ismi yüz on dört yerde ALLAH’a ait olarak geçmektedir. Yani Rahman isminin tam iki katı… Bu oran, dünya nimetleri ile ahiret nimetlerinin hem nitelikleri hem de nicelikleri açısından fikir vermektedir.

Kur’an’da Rahim ile Çift Oluşturan İsimler:

* “Rahim ismi, Mekke’de: Rabb, Aziz, Vedud; Berr isimleriyle; Medine’de: Tevvab ismiyle; Hem Mekke, hem Medine’de ise: Rahman, Gafur, Rauf isimleriyle birlikte kullanılmış, çok nadir olarak yalnız başına gelmiştir.” (Suat Yıldırım; Kur’an’da Uluhiyyet, 125)

Rahim’in A’zam Tecellisi Efendimiz’dir (O’na Binler Selam): * Rahim isminin A’zam seviyede tecelli ettiği varlık Efendimiz Hz. Muhammed’dir (O’na Binler Selam). Çünkü Kur’an ondan söz ederken rahim ifadesini bir sıfat olarak kullanmıştır: “Şanım hakkı için, size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Çünkü o, size çok düşkün, Mü’minlere de rauf ve rahimdir (çok şefkatli, çok merhametli).” (9/Tevbe:128)

PRATİK BOYUT:

* Rahman ismi daha çok, insanın maddi tehlikelerden korunmasına, Rahim ismi ise manevi tehlikelerden korunmasına dönüktür.

* Bu ismin gereği olarak Mü’minler, çevrelerindeki muhtaç insanların sıkıntılarını gidermek için kendilerini sorumlu hissederler. Rahim’in tecellisine aracı olmaya çalışırlar. Özellikle İslam dışı yanlış yollara saplanmış olanlara acıyıp, onların İslam’a yönelmeleri için gayret gösterirler. Bu, büyük bir şereftir.

* Şefkatli olmak bir insanı ALLAH’ın Rahim ismine ulaştıran en etkin ve en hızlı vesiledir.

* “Rahim isminden alınabilecek nasip, fakirlerin ihtiyacını gidermeye gayret etmektir. Serveti ve nüfuzuyla bunu gerçekleştiremeyen kimse sıkıntıya düşenlere dua etmeli ve üzüntülerine ortak olmalıdır.” (Gazali; Esma’ül Hüsna Şerhi, 78)

İLGİLİ HADİSLER:

* Abdullah b. Ömer anlatıyor (ALLAH Ondan Razı Olsun): “ALLAH’ın Rasulü ile beraber bir seferdeydik. Bir topluluğun yanına uğradık. ALLAH Rasulü: ‘Bu hangi topluluktur?’ diye sordu. Biz, onların Müslüman olduklarını söyledik. Bu sırada bir kadın tandırını yakmaya çalışıyordu, yanında da küçük bir kız vardı. Tandır, iyice alevlenip, kızışınca, kadın olduğu yerden kalkıp, ALLAH Rasulü’nün huzuruna geldi ve ona sordu: ‘Siz ALLAH’ın Rasulü müsünüz?’ O: ‘Evet’ dedi. Kadın, sevinçle tekrar sordu: ‘Anam, babam size feda olsun. ALLAH, merhamet edenlerin en merhametlisi değil midir?’ O: ‘Evet, öyledir’ buyurdu. Kadın, tekrar sordu: ‘O halde ALLAH’ın kullarına karşı merhameti, annelerin evlatlarına karşı merhametinden daha üstün değil midir?’ ALLAH’ın Rasulü, bir kez daha: ‘Evet, öyledir’ buyurdu. Kadın, bunun üzerine dedi ki: ‘Ey ALLAH’ın Rasulü! Bir anne hiçbir zaman evladını ateşe atmaz.’ Bu söze karşılık ALLAH Rasulü secdeye kapandı, uzun bir süre öylece kaldı. Secdeden başını kaldırdığında da şöyle buyurdu: ‘ALLAH, kullarından, ancak kötülüğü huy edinmiş, fesad çıkaran, inatçı, bile bile Hakk’ı inkâr eden, asi ve ‘La ilahe illALLAH’ demeyen kimseye azab eder.” (İbn Mace)

MELİK

MelikTEMEL ANLAMI:

* Görünen ve görünmeyen bütün alemlere, dünya ve ahiret hayatındaki her şeye gerçek anlamda ve hiçbir şartla sınırlı olmayarak hakim ve kadir olup, dilediği gibi tasarrufta bulunan.

* “Gerçek hükümdar (hak Melik) olan ALLAH yüce… çok yücedir.” (20/Taha:114)

* “De ki: ‘Ey mülkün sahibi olan ALLAH’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz kılar, dilediğini zelil edersin. Hayır (mal) Senin elindedir. Senin her şeye gücün yeter! Geceyi gündüze katarsın, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Dilediğine sayısız nimetler verirsin.” (3/Al-i İmran:26-27)

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Akıl sahibi canlılara emir ve yasaklarıyla hükmeden. Bu nedenle ‘insanların meliki’ denebilir fakat ‘eşyanın meliki’ denemez. Onun yerine, ‘eşyanın maliki’ denebilir.” (Ragıb el-İsfahani)

* “Yoktan var ettiği her şey hakkında tasarrufta bulunan.” (Halimi)

* “Var etmeğe kadir olan.” (Kadızade)

* “Kendisine ibadet edilmeyi hak eden.” (Matüridi)

* “ALLAH, kullarından vergi almayan mülk sahibidir.” (M. Nusret Tura; O’nun Güzel İsimleri, 60)

* İbadet edenlerin ve O’nu (Şanı En Yüce) bilenlerin kalplerine sahip olup, onları egemenliği altına alan.

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

Rab-Melik-İlah İlişkisi:

* “ALLAH, gerçek Rab, gerçek Melik ve gerçek İlah’tır. O, Rab oluşu ile bütün varlıkları yaratmış, Melik oluşu ile hepsine üstün gelmiş, İlah oluşu ile de onlara, Kendisine ibadet etmelerini emretmiştir. Bu üç sözcüğün içerdiği derin anlamları, yüceliği iyi düşün. ALLAH, bu üç sözcüğü en güzel bir ifade ve üslup ile Nas suresinde birlikte zikretmiştir: ‘İnsanların Rabbi, insanların Meliki ve insanların İlahı.’ Bu üç tamlama, imanın bütün temellerini ve ALLAH’ın güzel isim ve sıfatlarının anlamlarını kapsamaktadır.” (İbn Kayyım; Akt:Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 315)

Melik İsmi ve Kur’an:

* Kur’an, “mülk” kavramını kırk ayetinde ALLAH’a dayandırmıştır. Bu ifade ediş, genellikle, ‘göklerin ve yerin mülkü ALLAH’ındır’ şeklinde olmuştur. “Melik” ismi ise Kur’an’da beş kez doğrudan ALLAH’ın bir sıfatı olarak zikredilmiştir.

Melik-Gani İlişkisi:

* “Melik ve Gani isimleri birbirleriyle bağlantılıdır. Gani, ‘hiçbir şeye muhtaç olmayan’; Melik ise ‘her şey Kendisine muhtaç bulunan’ anlamındadır.” (Gazali)

Melik-Zahir-Batın İlişkisi:

* “Melik, göklerin ve yerin mülk ve melekütünün Kendisine dayandırıldığı Kimsedir. Buna göre mülk (maddi alem), “Zahir” ismine; meleküt (madde dışı alem) ise “Batın” ismine özeldir.

Zahir ve Batın isimleri, Melik isminin iki veziridir.

Buna göre, tasarrufunun görünür aleme (şehadet) nüfuz etmesi itibariyle Hak, Melikü’l-Mülk; tasarrufunun görünmeyen aleme (gayb) nüfuz etmesi itibariyle de, Malikü’l-Meleküt’tür.” (Sadreddin Konevi; Esma-i Hüsna Şerhi, 42)

Melikiyet’in ALLAH’a Özel Boyutu:

* “Yüce ALLAH’ın Melik olmasının hükümlerinden ikincisi şudur. O’nun Melik olması, diğer meliklerinkine benzemez. Çünkü diğer melikler herhangi bir şey verdiklerinde mülkleri noksanlaşır, hazineleri eksilir. Ama Cenab-ı Hakk’ın mülkü vermekle, ihsan etmekle eksilmez, aksine artar.” (Fahrüddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 333)

O yüzden de mecazi bir melikiyete sahip olan insan melikler, mülkü vermeye değil toplamaya eğilimlidirler ki, bu eğilim onları zalim ve baskıcı hale getiren en önemli sebeptir. Bu durum, ALLAH açısından tam tersinedir. O’nun verdikçe mülkü artar ve o nedenle de Kendisinden istenilmesine sevinir. “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi” nüktesinde denildiği gibi… Ve sonuç olarak vermeye eğilimli olan Melikiyet, ALLAH’ın rahmetinin en önemli kapılarından birini oluşturur. İnsanların ve mecazi meliklerin tam tersine…

* “Melik ismi, gerçek anlamda her yönüyle yalnız ALLAH içindir. Bu sıfat, ALLAH’ın diğer bütün kemal sıfatlarının var olmasını zorunlu kılar. Çünkü gerçek bir melik olan varlığın hayat, kudret, irade, görme, işitme, konuşma gibi sıfatlara sahip olmaması düşünülemez. Emretmeyen ve yasaklamayan, ödüllendirmeyen ve cezalandırmayan, veren veya vermeyen, aziz veya zelil kılmayan, ikram ve ihsanda bulunmayan, intikam alan veya affeden, alçaltan veya yükselten, emir ve yasaklarını kullarına tebliğ edecek peygamberler göndermeyen bir varlık nasıl melik olarak nitelenebilir ki? Gerçek melik olan bir varlıkta, bu sıfatlardan hangisi bulunmaz ki?” (İbn Kayyım; Akt:Edisyon; Esmaü’l-Hüsna,314)

Melikiyet’in İnsanlar İçin Taşıdığı Anlam:

* İnsanlar arasında Melik isminin tecellisine ayna olanların bir kısmı da hükümdarlar, krallar ve günümüzde siyasi egemenliğe sahip olan kişilerdir. Bu durumları, ALLAH’ın onlara tanıdığı süre ve güç ile sınırlıdır. Ve bu şekilde Melik ismine ayna olarak bir dünya sınavına tabi tutulmak, bir insanın bu dünyada başına gelebilecek sınavların en ağırlarından biridir. Çünkü bu durumun insanı şımartıp, yoldan çıkarma potansiyeli çok fazladır. Bu gerçeği ifade eden bir örnek olarak ünlü Abbasi Halifesi Harun Reşid ile o dönemin ünlü ALLAH dostu Behlül Dana arasında geçen konuşmayı düşünebiliriz.

Halife ve ALLAH dostu birlikte hacca gitmiştir. Arafat’ta vakfeye durdukları saatlerde, Behlül Dana, Harun Reşid’in kolundan tutar ve çevrelerini sarmış bulunan üç yüz bin hacıyı göstererek: “Harun!” der, “Hiç düşündün mü? Bu insanların her biri yarın Kıyamet Günü’nde kendisinin hesabını verecek, sen ise hepsinin!” Harun Reşid, verecek cevap bulamaz, olduğu yerde dona kalır.

Kısacası bu dünyada melik olmak, zor zenaattır. ALLAH, bütün Müslüman meliklerin yardımcısı ola!..

İnsanların Melik İsmi ile Sınanması:

* “Sapıklığa düşenler ALLAH’ın dışında rabler edinip, ALLAH’ın değil de meliklerin helal ve haram kıldığı şeyleri yapmışlar ve böylece o melikler onların ayaklarını doğru yoldan kaydırmışlardır.” (Matüridi; Akt:Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 50)

* “Bu isim, dünya makamlarının en büyüğü bile olsa hükümdarlığı gözlerde fazla büyütmemeyi, bunların geçici birer mazhariyet olduğunu, hakiki hükümdarın daima payidar olan ALLAH olduğu gerçeğini zihinlere yerleştirir. Böylece Kur’an, şirkin insanlara bir giriş kapısını daha kapatmış olmaktadır.” (Süleyman Bosnalı; O’nun Adıyla, 78)

* “Yüce ALLAH’ın: ‘Rabbim! Bana hükümranlık(tan bir pay) verdin.” (12/Yusuf:101) buyruğu hakkında Hazret-i Yusuf’un (ASÜ) kendi nefsine hakim çıkmasını murat ettiğini söylenilmiştir.” (Kuşeyri; O’nun Güzel İsimleri, 32)

* Mürid, şeyhinden nasihat ister. Kendisine: “Dünyada da, ahirette de melik ol!” denir. Şaşırır: “Nasıl olabilirim?” diye sorar. Cevap, insan için gerçekten melik olmanın yolunu ve niteliğini gösteren ince bir sırdır: “Dünyaya karşı olan hırs ve şehvetini kalbinden çıkartabilirsen, hem dünyada hem ahirette sultan (ya da melik) olursun. Çünkü sultanlık hür olmak ve ALLAH’tan başkasına muhtaç bulunmamaktır.”

* İnsan, kendi bedeni üzerinde bile melik değil mutasarrıftır. Yani gerçek ve tek Melik olan ALLAH’ın koyduğu kurallar ve sınırlar içinde hareket etme izni olan bir kullanıcı, adeta bir tür kiracıdır. O nedenle hiçbir konuda ve hiçbir varlık üzerinde ALLAH’ın emir ve yasaklarına rağmen hareket etme hakkına sahip değildir.

* “Melik’ten haberi olan bir kimse, kral bile olsa, en fazla, kendisine ait olmayan bir sürüyü gütmek üzere bir süreliğine tutulmuş bulunan bir çoban olduğunu bilir. İnsafı, gayreti ve sadakati ölçüsünde efendisi tarafından mükâfatlandırılmayı umabilir. Kuzuları kesip pişiren, bütün sütlerini içen ve kurtların sürüde terör estirmesine izin veren habis bir çoban olursa kesinlikle cezalandırılacaktır. Bir çoban olarak görevi bittiğinde hesap vermek zorunda kalacaktır. Teslim edilmeleri gereken günden evvel hesabı kitabı hal yoluna koymak çok daha iyidir.

Abdülmelik (Melik’in kulu) o kuldur ki Rabbi kendisine yeter. Rabbi hariç kimseden bir ihtiyacı yoktur onun. Bu halle hallenenlere kendi hayat ve davranışları üzerinde tasarruf gücü verilir. ALLAH, onları halifeleri olarak tayin eder ve onlar kendi memleketlerinde hükümran olurlar. İnsanın memleketi kendi bedenidir. Uyruklarımız da dilimiz, gözlerimiz, ellerimiz ve diğer organlarımızdır. Ordularımız; hırslarımız, arzularımız, şehvetimiz ve öfkemizdir. Eğer onları tasarrufumuz altına alırsak ve onlar da bize uyarlarsa ALLAH, başkalarının hayatlarına tasarruf etmemize de müsaade eder. Bu yüzden Abdülmelik olmuş bir kula kendi hayat ve davranışları üzerinde, ayrıca ALLAH’ın emirleri dahilinde ve izin verdiği ölçüde başkalarının da hayatları üzerinde tasarruf etme yetkisi verilmiştir.” (Tosun Bayrak; Esmaü’l-Hüsna, 50)

* İnsanlar içerisinde Melik isminin tecellisine en fazla sahip olan kişi, ALLAH’tan başka hiçbir varlığa muhtaç bulunmayan, ALLAH’tan başka kimsesi olmayandır. Bu gerçeğin daha da derin boyutuna inildiğinde ise karşımıza şöyle bir görünüm çıkar: Melik isminin tecellisine tam olarak ayna olanlar, kendi iç varlıkları ve bedenleri üzerinde, İslam’ın ölçüleri doğrultusunda tam bir hâkimiyet kurmuş bulunanlardır. Böyleleri nefislerini, kibirlerini, ego ve kaprislerini tam olarak hâkimiyetleri altına almış olurlar. Bunlar da öncelikle peygamberler, sonra da bütün hidayet önderleri, alim ve velilerdir.

Arafat, Mahşer ve Melikiyet:

* Mü’minlerin, mahşerin provası olan Arafat’taki duaları: “Buyur ey ALLAH’ım! Buyur ey eşi ve benzeri olmayan ALLAH’ım! Bütün hamd, her türlü nimet, yegane hükümranlık (Melikiyet) Senindir. Senin hiçbir ortak ve benzerin yoktur” şeklindedir.

Ahirette Melikiyet:

* ALLAH’ın Melikiyeti’ni kabul edip, dünyada bu kabule uygun bir biçimde yani O’nun emirleri doğrultusunda yaşayanlar, ahirette Cennet’in nimetleri üzerinde, dünyadakinden çok farklı ikinci bir izafi melikiyete sahip olacaktır. Dünyada bunun tersine davrananlar ise, ahiretin Cehennem’inde bir tür memlukiyetle (kölelik) yüzyüze gelecek ve hiçbir şey üzerinde hiçbir biçimde bir hakimiyetleri olmayacaktır. Bu fark aynı zamanda Cennet ve Cehennem’in niteliklerini anlamaya yardımcı olan çok derin bir noktaya da işaret etmektedir.

Esma İçerisinde Tecellisi En Şiddetli Olan Meliktir:

* “Melik isminin tecellisi ALLAH’ın yarattıkları üzerindeki en şiddetli tecellisidir.” (A. Ziyaüddin Gümüşhanevi)

* “Kâinatın mutlak hükümdarı’ anlamındaki Melik isminin kul üstündeki tecellisi, taşıması en zor olandır ve insanda zuhur eden sıfatların en kuvvetlisidir.” (Tosun Bayrak; Esmaü’l-Hüsna, 51)

Mâlik ve Melik Arasındaki Anlam Farkı:

“Ödül ve ceza (din) gününün hakimi’ diye çevirdiğimiz tamlamada geçen ‘Mâlik’, ‘malın, mülkün sahibi’ demektir. Kıraat alimlerince ‘hükümdar, iktidar sahibi’ anlamında ‘melik’ şeklinde de okunmuştur. İnsanlar için kullanıldığında mâlik ile melik arasında güç, yetki ve tasarruf hakkı bakımlarından önemli farklar vardır. Mal ve mülkün sahibi (mâlik) kişinin başkalarına hükmü geçmez, başkalarına hükmü geçen hükümdar (melik) ise her malın ve mülkün sahibi değildir. Yüce ALLAH hakkında mâlik ve melik sıfatları kullanıldığı zaman anlam çerçevesinde bir eksiklik olamaz; çünkü O hem alemlerin sahibidir hem de herkese ve her şeye hükmü geçer; O’nun iktidarı üstünde bir iktidar tasavvur bile edilemez. Melik, O’nun Zat’ına, Mâlik ise fiiline ait sıfatlardır.” (Heyet, Kur’an Yolu, 1, 61)

PRATİK BOYUT:

* Efendimiz Hz. Muhammed, özellikle teheccüd namazlarında Melik isminin geçtiği dua ve zikirleri okumuştur.

* Melik ismini, bu ismin irfanına ererek, zikrine devam etmek, Mü’mini ALLAH’a isyan edip, günaha girmekten alıkoyar. O nedenle, içinde herhangi bir günaha karşı şiddetli bir eğilim duyanlara “Ya Melik ya ALLAH” zikri tavsiye edilebilir.

* “Bir kimse hakikaten Rabbinin kendisine yeterli olduğu bir dereceye gelir ve daima bu ismi zikrederse herkese heybetli görünüp, kendisine herkes tarafından hürmet edilir.” (Tosun Bayrak; Esmaü’l-Hüsna, 51)

İLGİLİ HADİSLER:

* “Kıyamet Günü ALLAH, yeryüzünü kabzeder ve kudretiyle gökleri dürer, sonra da: ‘Ben, yegane hükümdarım (Melik) yeryüzünün hükümdarları nerede?’ der.” (Buhari)

* “ALLAH katında en rezil isim ‘melikülemlak’ (mülklerin sahibi)dir. ALLAH’tan başka mülk sahibi yoktur.” (Buhari, 4812)

KUDDÜS

KuddusTEMEL ANLAMI:

* İnsan zihninin üretebileceği her şeyden, her çeşit nitelik ve nicelikten, her tür tanım, şekil ve anlamdan, anlatımdan münezzeh (sonsuz derecede uzak) olan.

* Her tür ayıp, noksan ve eksiklikten münezzeh olan.

* Maddi ve manevi her türlü temizlik O’nun sayesinde olan.

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Kendisiyle nitelendiği her şeyden temiz ve nezih olan.” (Sadreddin Konevi; Esma-i Hüsna Şerhi, 44)

* “Sevdiği kullarının nefislerini günah kirlerinden temizleyen.” (Halimi)

* Bütün mükemmeliyetlerin kaynağı bulunan. Güzel sıfatları nedeniyle övülen. “Mükemmeliyeti, dile getirilen bütün niteliklerinin de ötesinde olan.” (A. Yüksel Özemre; Vahye Göre Akıl, 256)

* Zatında, sıfatında, fiillerinde, isimlerinde, hükümlerinde her tür hatadan, gafletten, acizlikten ve eksiklikten sonsuz ölçüde uzak. Tertemiz. Her bakımdan mutlak mükemmellik sahibi. Kâfirlerin, Kendisi hakkındaki her türlü yakışıksız düşüncelerinden uzak olan.

* “Güzel ve yetkin. Görülmeyen her türlü nitelikten münezzeh. Mübarek.” (Taberi)

* “Duyu organlarının algılayabileceği, hayalin canlandıracağı, zihnin tasavvur edeceği, düşüncenin şekillendireceği veya gönülde doğabilecek her türlü nitelikten, yaratılmışlara benzemekten, insanların kemal zannettiği göreceli üstünlüklere sahip bulunmaktan münezzeh olan.” (Gazali; Esma’ül Hüsna Şerhi, 84)

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

Kuddüs İsmi ve Kur’an:

* Kuddüs ismi, Kur’an’da iki ayette ALLAH’ın ismi olarak zikredilir: (59/Haşr:23; 62/Cum’a:1)

Kuddüs İsmi ve İsm-i A’zam:

* “Kuddüs ismi, bir İsm-i Azam veyahut İsm-i Azam’ın altı nurundan bir nurudur.” (Bediüzzaman)

Cebrail (ALLAH’ın Selamı Üzerine) ve Kuddüsiyet:

* “İlahi emir ve yasakları meleklere ve peygamberlere ulaştırmakla görevli, vahiy meleği Cebrail, insanları manevi açıdan temizleyen vahyi getirmesi ve hiç günah işlememesi sebebiyle ‘Ruhu’l-Kudüs’ diye isimlendirilmiştir.” (Ebu İshak ez-Zeccac)

* Kuddüs ismi kulluğun ve Mü’minin kendisini ALLAH’a sevdirebilmesinin en önemli vesilelerindendir: “Şüphesiz ki ALLAH tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de.” (2/Bakara:222)

* ALLAH’ın Kuddüs oluşu karşısında insanın görevi, takdis yani O’nu “ALLAHu Ekber” gibi mükemmeliyetini dile getiren ifadelerle övmek ve “SübhanALLAH” gibi ifadelerle de tesbih etmektir. Yani her çeşit kusur ve eksiklikten sonsuz ölçüde uzak bulunduğunu ilan etmektir.

* “Kuddüs isminin içeriğini tam anlamıyla kavrayan kimse, ALLAH rızası uğruna nefsini aşağı arzulara uymaktan, servetini haram şüphesinden, zamanını O’na muhalefet etme kirinden, kalbini dünya ilgilerinin sebep olacağı lekelerden, ruhunu fani mekanlarda barınmaktan ve içindeki gücü yabancı ilgilerden uzak tutar. Böyle bir kişi, ALLAH’a taptığı manevi içeriğiyle hiçbir yaratığa kul olma zilletine düşmez; O’nu müşahede ettiği kalbiyle hiçbir yaratılmışı büyük görmez; elinde bulunan bir dünya nimetini yitirmekten etkilenmez ve tuttuğu yoldan ALLAH’a ulaşmadan geri dönmez.” (Kuşeyri )

* “Bu isme karşı kulun görevi ‘takdis’ ve ‘tesbih’tir. Takdis, ‘ALLAH’ı kemal sıfatlarla tavsif etmek’; tesbih ise ‘noksan sıfatlardan tenzih etmek’tir. Mesela ‘ALLAH her şeye kadirdir’ demek takdis; ‘ALLAH acizlikten münezzehtir’ demek tesbihtir.” (Alaaddin Başar; Esma-i Hüsna, 39)

* “Kuddüs isminin azami bir tecellisi de Cehennemde gerçekleşecektir. Mizanda günahları ağır basan Mü’minler, bu günahlardan temizlenmek üzere Cehennem’e gidecekler ve ondan sonra tertemiz olarak Cennet’e varacaklardır.” (Alaaddin Başar; Esma-i Hüsna, 40)

* Evren’deki ekolojik denge ve insan eli müdahale etmeyip te doğa kendi işleyişi içinde kaldığı zaman hiçbir pislik, artık ve kokuşmuşluk oluşmaması Kuddüs isminin tecellisi sayesindedir.

* Bütün yaratılmışların bütün tesbihleri Kuddüs ismi ile irtibatlıdır. Çünkü bütün tesbihler birer manevi temizlenme işlemidir.

PRATİK BOYUTU:

* İnsanlar kendilerini günahlardan arındırmak gibi manevi temizliklere de, bedenlerinde ve çevrelerinde yapacakları maddi temizliklere de ALLAH’ın Kuddüs ismini zikrederek ve O’na sığınarak başlamalıdır. Çünkü bu temizliklerin hepsi Kuddüs isminin tecellisi sayesinde olacaktır.

* Bir günah işlendikten hemen sonra Kuddüs ismi hatıra getirilip, zikredilmelidir.

* “Ya Kuddüs ya ALLAH” zikri insanı, başta şehvetten kaynaklananlar olmak üzere her türlü günah ve manevi pislikten koruyup, temizler. Ruhi bunalımlara, akıl ve sinir hastalıklarına şifa olur.

* “Bu kerim ismin zikri, ALLAH hakkında şüphesi bulunanlarda ve O’nu yaratılmışlardan birine benzetenlerde yararlı olacağından bu gibilere tavsiye edilir. Çünkü bu isimle birlikte Karib, Rakib ve Vedud gibi ALLAH’ın güzel isimlerini zikretmek hasta kalplere bir ilaç olur.” (Tilmsani; Esmaü’l-Hüsna, 181)

* Bir Mü’minin Kuddüs isminden alacağı feyz, maddi ve manevi temizliğine göstereceği özenle orantılıdır.

İLGİLİ HADİSLER:

* Efendimiz Hz. Muhammed (O’na Binler Selam) zaman zaman namazlarının rükû ve secdelerinde: “Sübbühun kuddüs rabbü’l-melaiketi ve’r ruh (münezzeh ve yüce, meleklerin ve Cebrail’in Rabbi)” şeklinde tespihte bulunmuştur. (Müsned, Ahmed b. Hanbel)

* Efendimiz Hz. Muhammed (O’na Binler Selam) yataktan kalkınca on defa: “SübhanALLAHi ve bi-hamdih sübhane’l-meliki’l-kuddüs (ALLAH’ı yüceltip, övgüyle anarım. Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibinin, O’nun münezzeh Zatının her türlü eksiklik ve kusurdan uzak olduğunu kabul ederim)” şeklinde tespihte bulunmuştur. (Ebu Davud)

SELAM

SelamTEMEL ANLAMI:

* Başkalarının Kendisine kusur, noksanlık ve zarar vermesinden sonsuz derecede uzak bulunan.

* Yarattıklarını, yaşadıkları her çeşit musibet ve sıkıntıdan kurtuluşa çıkartan. Onları her türlü tehlikeden koruyan. Esenlik veren.

* “ALLAH gerçek ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. O… Selam’dır…” (59/Haşr:23) “Selam” kelimesi Kur’an’da sadece bu ayette ALLAH’ın bir ismi olarak geçer.

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Her türlü eksiklik, acz ve kusurdan, yaratılmışlara özgü değişikliklerden ve yok oluştan münezzeh olan, selametin kaynağı olup esenlik veren.” (Ragıb el-İsfehani)

* “Zatı kusurdan, sıfatları noksanlıktan ve fiilleri şerden salim olan.” (Gazali; Esma’ül Hüsna Şerhi, 86)

* “Acı ve zararlı görülen işlerin sonunda bile hayırlar yaratan.” (M. Nusret Tura; O’nun Güzel İsimleri, 63)

* “Ebede kadar fasılasız, hatasız bir şekilde ve asla zayıflamadan varlığı devam eden.” (Tosun Bayrak; Esmaü’l-Hüsna, 53)

* Kullarına Cennet’te selam veren. Onları, her türlü Cennet nimeti ile donatıp, şenlendiren, orada sonsuz bir mutluluk, huzur ve esenlik veren: “Onlara Rahim olan Rabbin söylediği selam vardır.” (36/Yasin:58) Bu durum kulun Cennet’te sahip olacağı en büyük mutluluk ve müjdeye işaret etmektedir: “İşte onlar, sabretmelerine karşılık Cennet’in en yüksek makamıyla mükafatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.” (25/Furkan:75)

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

ALLAH’a Bakan Yönü:

* O’nun fiilleri arasında, Selam ismi nedeniyle mutlak kötülük yoktur. Ancak içinde hayır saklı olan ve kötülük gibi algılanan bir takım şeyler vardır ki, bunlar da doğrudan ve tamamen kötülük olmayıp, terbiye etme veya adaleti gerçekleştirme amaçlı fiillerdir.

* ALLAH’ın münezzeh olduğu her şey Selam isminin kapsamındadır.

Selam-Kuddüs İlişkisi:

* “Kuddüs ve Selam isimleri arasında çok ince bir anlam farkı bulunmaktadır. Şöyle ki; Yüce ALLAH’ı, mükemmeliyetine aykırı olan her çeşit sıfattan tenzih eden isim Kuddüs; O’nun yetkinliğiyle çelişen her tür eylemden O’nu tenzih eden isim ise Selam’dır.” (Fahrüddin Razi)

Manevi Lütuflar Selam İsmindendir:

* Din, Kitab ve Peygamber gönderilmesi ALLAH’ın Selam isminin tecellisiyledir.

Ahirette Selam İsmi:

* Ahiretin başlangıcında, muhakeme-i kübrada salih Mü’minlerin günahlarının bağışlanması, şefaat edicilerin şefaatleri ve adaletin gereği olarak Cehennem’e gönderilmeleri yerine sonsuz rahmetin tecellisiyle doğrudan Cennet’lik olmaları Selam ismi sayesindedir. Nitekim Mü’min kulların Sırat’tan geçişlerini anlatan bir hadiste Efendimiz (OBS) bu sırada onların sürekli olarak: “ALLAH’ım! Selamet ver! ALLAH’ım Selamet ver!” diyeceklerini anlatmaktadır.

* Alaaddin Başar: “Canlı cansız her şeyi yokluktan varlığa salimen çıkaran ALLAH, Kendisine iman ederek istikamet üzere ömür süren kullarını da kabir ve mahşer safhalarından salimen geçirerek ‘Darü’s-Selam’ olan Cennet’ine ulaştıracak ve orada bu bahtiyar kullarına ‘Selam’ diye hitap etmekle, bütün dert ve çilelerden, hastalık ve musibetlerden salim bir hayat süreceklerini müjdeleyecektir.

Bu müjdeye mazhar olmak isteyen bir kul, kalbini her türlü şüphelerden, aklını sapık fikirlerden, dilini yanlış sözlerden, midesini haram lokmadan, kısacası hem ruhunu hem de bedenini sonu azap olacak şeylerden uzak tutmaya çalışacaktır. Zaten Müslüman denilince, ‘ALLAH’a tam teslim olmakla bu selamete erişmiş bahtiyar kul’ anlaşılır.” (Alaaddin Başar; Esma-i Hüsna, 42)

* Hile, kin, hased, kötülüğü istemek gibi şeylerden uzak, günah ve yasaklardan temizlenmiş bulunan her insan, ALLAH’a selamet sahibi olmuş bir kalple kavuşacaktır. İnsanın bu gibi manevi kirlerden arınmış olması ALLAH’ın Selam isminin tecellisine sahip olması şartına bağlıdır. Ve sonuçta ALLAH katında değer taşıyacak olan da böyle bir kalbe sahip olabilmektir. Tıpkı Kur’an’ın dediği gibi: “(Kıyamet günü) Ancak ALLAH’a kalb-i selim (temiz bir kalp) ile gelenler (kurtuluşa erer).” (26/Şuara:89)

Koruma ve Güvencenin Kaynağı Olarak Selam İsmi:

* “Selam ismi, varlıkları tehdit eden her türlü zararlı ve tehlikeli durumlara karşı güvencenin ve esenliğin teminatıdır. ALLAH’ın Selam isminin güvencesi ve koruması altına girenlere hiçbir varlık zarar veremez.

ALLAH’ın Selam ismi, Mü’minlerin toplum hayatına selamlaşma adeti olarak yansır.” (Mehmet Dikmen; Esmaü’l Hüsna, 35)

Kalbin Selim Hale Getirilmesi:

* “Bu ismin manasını bilen kimsenin Mevla’sına selim bir kalple dönmesi edeplerdendir. Selim kalp; hile, aldatma, kin ve kıskançlık gibi şeylerden kurtulmuş olan kalptir. Bütün Müslümanlara karşı gönlünde; ancak saflık ve halis niyet, doğruluk ve katışıksız arı duygular besler. Müslümanlar hakkında hüsn-ü zanda, kendi nefsi hakkında ise su-i zanda bulunur. Kendi eylemlerine hakir bir gözle bakar. Kendi sözlerini iftiravari bir gözle ele alıp inceler. Kendisi yaratılmışların en şerlisi olduğuna inanır. Bundan dolayı yaşça büyük bir insanı kendisinden daha hayırlı görür. Çünkü o, Yüce ALLAH’ı kendisinden daha önce tanımış ve O’na daha çok ibadet etmiştir. Küçük bir insanı da kendisinden daha hayırlı görür. Çünkü -o, kendisinden daha az günah işlemiştir.

Sufiler derler ki: ‘Mü’min kardeşinin bir ayıbını gördüğünde onu yetmiş çeşit mazeret bularak temize çıkarmaya çalış. Ve eğer bu mazeretlerden hiçbiri senin nefsini ikna etmeye yeterli olmazsa o zaman da: ‘Yetmiş mazerete bile ikna olmadın’ diye kendini ayıpla.’

Müslümanlar için kalbi selim olan kişinin, kalbinde Mü’minlere karşı kötülük barındırmaması, onlara dua etmesi, kendisine kötülük edilmesine karşılık onlara güzellikle mukabelede bulunması, zulüm görmesi halinde onlara kendi nefsinden insaflı davranması, selim kişinin özelliklerindendir.” (Abdülkerim Kuşeyri; O’nun Güzel İsimleri, 38)

* “Kişinin selim bir kalp ile Rabbine kavuşabilmesi için, fikri yeteneklerinin ters yüz olmaması şarttır. Bu da ancak, aklın daima nefse galip kılınmasıyla gerçekleşebilir.” (Gazali; Esma’ül Hüsna Şerhi, 87)

* “Bütün yaratıklar arasında bu ismin kutsiyetine sadece nefsini şehvetlerden salim kılan, kalbini şüphelerden arındıran kimseler ulaşabilir. Şu halde selamet Haktan Hakkadır.

Ehl-i Hakkın selameti, kuşku kirlerinden ve gizli ya da açık şirk karanlığından temizlenmeleridir.

Bu ismin gerçekleriyle donanan kimsenin belirtisi, vakur, ağırbaşlı, mütevazi ve inatçıların neden olduğu sıkıntılara karşı sabırlı olmaktır. Onlar, gafil insanlarla tartışmazlar, cahillerle çatışmazlar; onlar, Hakkın bu özelliğine sahip insanların nitelediği gibi olurlar.

Hak şöyle buyurmuştur: ‘Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında: ‘Selam!’ derler.” (25/Furkan:63) Bu ifade, bazen söz ile olabileceği gibi bazen de hal ile olabilir.

Bu makam sahibi, ‘selam’ ifadesine bir şey eklemek isteseydi bile, buna gücü yetmezdi. Bunun nedeni iradesinin olmayışı ve Hakkın kendisini korumasıdır, çünkü Hakk, bu kişinin işitmesi, görmesi ve bütün azaları olmuştur.” (Sadreddin Konevi; Esma-i Hüsna Şerhi, 46)

PRATİK BOYUT:

* Selam isminin tecelli ve feyzinden yararlanmak isteyen kullar, bu ismin gereğine uygun olarak ‘Ya ALLAH ya Selam’ zikrine devam etmenin yanı sıra insanlar arasında hem söz hem de fiil ile ‘Selam’ın yayılması için gayret göstermelidir. Yani bol bol selam vermeli ve insanlar arasında barışın, huzurun, güvenliğin kurulmasına çalışmalıdırlar.

Mü’minlere gerekli olan bu tavır sadece Selam için geçerli değildir. ALLAH’ın rahmet ve cemalini ifade eden her bir isim aynı şekilde zikredilmeli ve en önemlisi olarak, o ismin ifade ettiği anlamın yeryüzünde daha güçlü ve yaygın bir şekilde yaşanması için iradi bir çaba içine girilmelidir. Böyle bir anlayış derinliği ve tavır, Mü’min’i, İslam’ı sadece yüzeysel bir biçimde anlayıp yaşamaktan kurtaracak, kulluğun derin ve asıl değerli boyutlarına taşıyacaktır. Ancak böyle bir bilinç, niyet ve tavır sayesinde: “Bir zamanlar Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti.” (2/Bakara:30) ayetinin haber verdiği o şerefli rütbe kazanılmış olacaktır. ALLAH’ın halifesi olma rütbesi…

* “Haşr suresinin 23. ayetinde ALLAH’ın özel kullarının çokça selam vermeleri işaret edilmektedir. Selam vermekle ALLAH’ın selamını elde edenler kendilerini her türlü sakıncadan korumuş olurlar.” (Afüfiddin Tilmsani; Esmaü’l-Hüsna, 181)

* ALLAH’ın Selam ismi hastalara şifa niyetiyle zikredilebilir.

İLGİLİ HADİSLER:

* Efendimiz Hz. Muhammed (O’na Binler Selam), namazdan ayrılmak istediği zaman üç kez istiğfar ettikten sonra: “ALLAHümme ente’s-selam ve minke’s-selam ya ze’l-celal-i ve’l-ikram (ALLAH’ım! Sen Selam’sın ve selamet de Senden’dir. Sen, celal ve ikram sahibi yücesin!)” diye dua ederdi. (Müslim)

* Efendimiz Hz. Muhammed (O’na Binler Selam): “Cennet ehli nimetler içinde iken aniden üzerlerinde bir nur belirir. Başlarını kaldırıp baktıklarında görürler ki Cebbar (olan ALLAH) onları üzerlerinden kuşatmıştır. Ve onlara şöyle seslenir: ‘Ey Cennet ehli! Selamün aleyküm (selam üzerinize olsun)’ sonra onlara şu ayet-i kerimesini okur: ‘Onlara Rahim olan Rabbin söylediği selam vardır.’ (36/Yasin:58), sonra onlardan gizlenir. Ve onların diyarında, onların üzerlerinde, O’nun rahmeti ve bereketi kalır.” (İbn Mace)

* Efendimiz Hz. Muhammed: “ALLAH’a selam olsun’ demeyin. Çünkü ALLAH’ın Kendisi Selam’dır.” (Buhari)

MÜ'MİN

MuminTEMEL ANLAMI:

* Kullarını iman sahibi kılan.

* Yarattıklarını güvende kılan, onları her çeşit korkudan, şüphe ve tereddütten uzaklaştıran.

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “İman, sözlükte tasdik etmek, doğrulamak anlamına gelir. Buna göre, Mü’min, tasdik eden, doğrulayan anlamındadır. Buna göre ALLAH’ın Mü’min ismi iki anlama gelebilir:

Birincisi, kullarına vaat ettiğini (ki bu, dünyada paylarına düşen rızkı vermek ve iyi amellerine karşılık ahirette onlara sevap vermektir) yerine getirerek onları doğrulayandır.

İkincisi, Mü’minlerin Kendisi hakkındaki zanlarını doğru çıkarmak, onların ümitlerini boşa çıkarmamaktır. Hz. Peygamber kutsi bir hadiste Yüce ALLAH’ın şöyle buyurduğunu nakleder: ‘Ben, kullarımın Beni zannettikleri gibiyim. Artık Benim için diledikleri zanda bulunsunlar.” (Müsned, Ahmed b. Hanbel) (Hattabi; Akt:Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 332)

* Kullarının imanını ve samimiyetini tasdik eden, sıdkını onaylayan, ayrıca mucize vermek suretiyle peygamberlerin doğruluğunu tasdik eden.

* “Zatına yönelenlere emniyet ve itminan bahşeden.” (A. Yüksel Özemre; Vahye Göre Akıl, 257)

* “Sözünün doğru olduğunu ispatlayan.” (Katade; Akt:Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 332)

* “Kendisinin tek ve eşsiz olduğunu doğrulayan, Kendi varlığını yarattığı delillerle ve indirdiği Kitaplarla tasdik eden: ‘ALLAH, adaleti ayakta tutarak, Kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti.” (3/Al-i İmran:18) (Mücahid; Akt:Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 332)

* İbn Zeyd: “Mü’min kullarını imanlarında yanıltmayan, onları doğru yola çıkaran.” (İbn Zeyd; Akt:Edisyon, Esmaü’l-Hüsna,332)

* Kıyamet Günü’nde, Mü’minlerin öteki insanlar hakkındaki tanıklıklarını tasdik eden.

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

ALLAH’a Bakan Yönüyle:

* “ALLAH’ın Mü’min şeklinde bir ismi olmasına rağmen, Muhavvif (Korkutan) şeklinde bir ismi olmaması, O’nun Rahmaniyeti’nin göstergelerindendir. Yani asıl olan Mü’min oluştur, korkutuculuk ise ancak ona bağlı ve ikincil bir durumdur. Başka bir anlatımla ‘Korkutuculuk’ Mü’min’in eksik olması ya da bulunmaması durumudur. Başlı başına bir varlığı yoktur.” (Gazali)

Kur’an’da Mü’min İsmi:

* Mü’min ifadesi, Kur’an’da bir ayette ALLAH’ın ismi olarak zikredilmiştir: (59/Haşr:23)

Ahirette Mü’min İsmi:

* “Mü’min ismi, ‘ALLAH dostları’ demek olan (3/Al-i İmran:68) Müminlerin ahiret hayatındaki güvencesinin sağlanması anlamını da içermektedir.”: “Haberiniz olsun ki, ‘Rabbimiz ALLAH’tır!’ deyip de, doğru yolda gidenler yok mu! Onların üzerine melekler inerler de şöyle derler: ‘Korkmayın! Mahzun olmayın! Size söz verilen Cennet’le sevinin!” (41/Fussilet:30); “İyi bilin ki, ALLAH’ın dostlarına korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” (10/Yunus:62) (Bekir Topaloğlu; DİA-31, 557)

* Bu gibi ayetlerin örneklediği üzere Kur’an’ın genel yaklaşımından anlaşılan, Mü’min isminin A’zam seviyesindeki tecellisi ahirette ve salih Müminler hakkında olacaktır. Bu dünya ise bir sınav meydanı olarak yaratıldığından ötürü burada hiç korkusuz bir hayat sürebilmek mümkün olmadığı gibi doğru da değildir. Fakat Mü’minin korkuları kendi gibi olmayan, sıradan bir insanın korkularından önemli farklılıklara sahiptir. Nicelik olarak çok daha az oldukları gibi, nitelik olarak ta nefsi/dünyevi olmaktan çok uhrevidirler. Bu durum da bir Mü’min’i, maddi şartları ne olursa olsun bu dünyada çok daha rahat ve güven içinde yaşatan önemli bir farktır.

Mü’min İsmi Üzerinden İman-İbadet-Emniyet İlişkisi:

* İman veren ile güvenlik veren anlamlarının aynı isimde birleşmiş olmaları çok ince ve hoş bir hikmeti ifade etmektedir ki bu sayede insan iman ile güvenlik arasındaki yakın ilişkiyi anlayabilir. Ya da Bediüzzaman’ın deyimiyle: “Hakiki imanı elde eden bir insan bütün kâinata meydan okuyabilir.”

* “ALLAH, güven ve huzur içinde olan bir şehri örnek verir: O şehrin rızkı her taraftan bol bol geliyordu. Fakat ALLAH’ın nimetlerine nankörlük ettiler, bunun üzerine yaptıklarından dolayı ALLAH onlara açlık ve korku sıkıntısını tattırdı.” (16/Nahl:112); “Bu Ev’in (Kâbe) Rabbine kulluk etsinler. O, kendilerini açlıktan doyuran ve korkudan emniyette kılandır.” (106/Kureyş:3-4) Görüldüğü gibi Kur’an bir Sünnetullah olmak üzere, Mü’min isminin tecelli edip te insanların korkularından emin olmaları ile onların ALLAH’a ibadet etmeleri arasında doğrudan bir ilişki olduğunu haber vermektedir.

* Gerçek ve tam güvenliğin tek kaynağı ALLAH olduğu için Kur’an’da: “O halde ALLAH’a kaçın!” (51/Zariyat:50) denilmiştir.

Hidayet Önderleri İçin Mü’min İsminin İfade Ettiği Özel Anlam:

* “Dolayısıyla ALLAH’ın Mü’min isminin tecellisinin en büyük sebep ve aracıları, insanları en büyük korku kaynağı olması gereken ALLAH’ın azabından korumaya çalışan hidayet önderleridir. Başta peygamberler ve alimler olmak üzere… Efendimiz’in diliyle: ‘Şüphesiz siz ateşe pervaneler gibi üşüşeceksiniz ve ben gelip sizi bir tarafınızdan tutarak kurtaracağım.” (Gazali)

Mü’min İsmi ve Sekine İnmesi:

* Bu dünyada Mü’min isminin belirgin bir biçimde tecelli etmesine “sekine” denir. Savaş ve benzeri şiddetli korku anlarında, görünür bir sebep olmaksızın, ALLAH’ın kulunun kalbine indirdiği güçlü bir huzur, sükûnet ve güven duygusudur. Kısa süreli bir uyku hali de bu duyguya eşlik edebilir. Kur’an bu durumdan Efendimiz (O’na Binler Selam) ile Hz. Ebubekir’in Mekke’den Medine’ye hicretleri bağlamında söz eder: “Hani kâfirler onu yurdundan çıkardıklarında, mağaradaki iki kişiden biri olarak arkadaşına: ‘Üzülme! ALLAH bizimle beraberdir!’ diyordu. Bunun üzerine ALLAH ona (Hz. Ebubekir’e) sekinetini indirdi. Onu da (Hz. Muhammed) sizin göremeyeceğiniz bir ordu ile destekledi.” (9/Tevbe:40)

Mü’min İsmi ve Bütün Yaratılmışlar:

* “Kâinatın teşekkülünden kıyametin kopmasına, güneşin doğup batmasından, canlıların dünyaya gelip göçmelerine kadar bütün hadiseleri, ilahi isimlerin tecellisi olarak seyreden bir Mü’min, her türlü elemden emin olarak, dünyada Cennet hayatı yaşar.

Bu ismin tecellisiyle emniyet içinde yaşamak, sadece Mü’min kullara mahsus değildir. Yuvasından çıkıp uçan bir kuş, rızk hususunda hiçbir endişe taşımaz. Nereye gidip neler yapacağını önceden planlamaksızın, bir ilahi ilham ile ve tam bir emniyet içinde rızkını arar ve bulur.

Bu hakikat bütün hayvanlar alemi için de geçerlidir.” (Alaaddin Başar; Esma-i Hüsna, 44)

PRATİK BOYUT:

* Herhangi bir nedenle korku duyan kullar, “Ya Mü’min ya ALLAH” diye zikretmelidir.

* İnsan en büyük korku sebebi olarak, kendi günahları karşısında adaletin gereği olarak, ALLAH’ın azabını ve cehennemi düşünmeli ve bundan korunma çaresi olarak da şu hadis-i kudsinin gereğini yerine getirmelidir: “La ilahe illALLAH Benim kalemdir. Kim Benim kaleme girerse azabımdan emin olur.”

* Mü’min isminin tecellisi sayesinde insanlar, “hastalanıp, ölür müyüm; ya da dünyaya bir meteor çarpar mı?” gibi anlamsız ve anormal korkulardan güvende olup, her zaman ki yaşam düzenlerini sürdürebilirler. Ve üzerinden bu ismin tecellisi kalkmış ya da en azından zayıflamış kişiler psikiyatride “Paranoya” olarak isimlendirilen bir akıl hastalığına yakalanırlar.

* “Kâinatta, sebeplerin gereğini yerine getirmeden güvenlik düşünülemez.” (Gazali)

* Dolayısıyla ıztırar durumları hariç hiç kimse bir korkudan kurtulmak için sadece “Ya Mü’min ya ALLAH” diye zikretmeyi yeterli görmemeli ve beklediği sonuç gerçekleşmedi diye de ALLAH hakkında su-i zanna düşmemelidir. İdeal durum, o korkudan kurtulmanın sebeplerini mükemmelen yerine getirmeye çalışmak, bununla birlikte “Ya Mü’min ya ALLAH” zikrine dört elle sarılmak ve istenilen sonuç gerçekleşmiş ise bunu da sebeplerden değil, ALLAH’tan ve özellikle “Ya Mü’min ya ALLAH” zikrinden bilmek.

* “İnsanlar, Mü’min isminin tecellisine aracı olabilme şerefini kazanmak için çevrelerinde bir güven kaynağı olabilmeli, hiç kimse onlardan maddi-manevi bir korku duymamalıdır. Efendimiz bu konuda: “ALLAH’a ve ahiret gününe iman eden, komşusunu kendinden gelebilecek kötülüklerden güvende kılsın.” buyurmuştur.” (Gazali)

* Ve daha da ötesinde insanları korkularından özgürleştirip tam bir güven duygusu içinde yaşamalarından kendilerini sorumlu saymalı, kendi çevrelerinden başlayarak bütün yeryüzünde eksiksiz bir güvenliğin yerleşmesi için çalışmalıdırlar. Ki bu hedef, Mü’minlerin ve ALLAH’ın dini olan İslam’ın dünyadaki varoluş sebeplerinden biridir.

* Mü’min isminin tecellisine tam olarak ayna olanlar, ALLAH’tan başka hiçbir varlık, sebep ve olaydan korkmazlar. Çünkü ALLAH korkusu tek başına bütün kalplerini doldurmuş, başka bir korkuya yer bırakmamıştır. Bu yüce mertebeye, çok isteyip dua etmek, “Ya Mü’min ya ALLAH” zikrine sürekli devam etmek ve bu yolda karşılaşılacak sınavları başarıyla vermek sayesinde ulaşılır.

İLGİLİ HADİSLER:

* Efendimiz Hz. Muhammed (O’na Binler Selam) bir gün ashabına sorar: “Hangi Mü’minin imanı daha üstündür?”

“Meleklerin.”

“Meleklerin imanı nasıl üstün olabilir ki? Onlar sürekli olarak Rablerinin katındadırlar…”

“Peygamberlerin.”

“Peygamberlerin imanı nasıl en üstün olabilir ki? Onlar sürekli olarak Rablerinden vahiy almaktadırlar…”

“Öyleyse bizim yani senin ashabının.”

“Sizin imanınız nasıl en üstün olabilir ki? Aranızda ben varım…”

“Öyleyse doğrusunu ALLAH ve O’nun Elçisi bilir.”

“İmanı en üstün olanlar, onlardır ki, sizden sonra gelirler, sadece bir takım sahifeler (Kitaplar) görürler. Ve o sahifelerdeki gerçeklere iman ederler.” (Buhari)

MÜHEYMİN

MuheyminTEMEL ANLAMI:

* Sonsuz gücü ve kudretiyle, Kâinatın bütün işlerini idare eden. Yarattıklarını koruyan, gözeten, onların her şeylerini takip edip, kayda alan ve Kıyamet Günü için hazırlayan.

* “Yaratıklarının amellerini, rızıklarını ve ömürlerinin idaresini elinde bulunduran.” (Gazali)

* “Ne durumda olursan ol, Kur’an’dan ne okursan oku, siz ne yaparsanız yapın, onu yapmaya giriştiğinizde, Biz mutlaka ona şahit oluruz. Çünkü ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden gizli kalmaz. Ne bundan küçük, ne de büyük hiçbir şey yoktur ki hepsi apaçık bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz) olmasın.” (10/Yunus:61)

* “ALLAH’ın onların sırlarını da fısıltılarını da bildiğini ve gaybları da çok iyi bildiğini hala bilmediler mi?” (9/Tevbe:78)

TEMEL ANLAMININ AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “İbadetlerin sevabını eksiksiz veren.” (Halimi; Akt:Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 333)

* “Şükür ve şikâyeti işiten, zarar ve sıkıntıyı gideren.” (Sadreddin Konevi, Esmaüi Hüsna Şerhi, 50)

* “Yarattıklarının dönüşüm ve gelişimini mümkün kılarak onları varmaları mukadder olan menzillerine yönlendiren.” (Tosun Bayrak; Esmaü’l-Hüsna, 55)

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

Kur’an’da Müheymin İsmi:

* Müheymin ismi, Kur’an’da bir ayette ALLAH’ın isimlerinden biri olarak geçmektedir: (59/Haşr:23)

* “Müheymin ismi semavi kitapların hepsinde ALLAH’ın isimlerinden olarak zikredilmiştir.” (Bursevi)

* “Peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı iyilik ve kötülükte ALLAH’ın yolunu koruyanlardır.” (Beyhaki)

PRATİK BOYUT:

* Kendi içinden geçen duygu, istek ve düşünceleri gözlemleyip, ALLAH’ın razı olmayacaklarını ayıklamaya çalışan, davranış ve eylemlerine de aynı şekilde takvayı yedirmeye uğraşan insanlar Müheymin ismine ayna olmuştur.

* Müheymin isminin tecellisine araç olabilmek için ise, insanları ALLAH’ın rızasına daha yakın hale getirebilmek için onların iç ve dış dünyalarına vakıf olan hidayet önderlerinden biri olmak gerekir.

* “İnsanlara yöneticilik yapan, toplumun asayiş ve güvenliğini sağlamakla görevli olan kimseler, ALLAH’ın Müheymin ismine mazhar olan kişilerdir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 40)

* “ALLAH, gözetip koruduğu bu alemi mükemmel bir düzen içinde nasıl sevk ediyorsa; insan da işlerini dikkatli, dürüst, düzgün, itinalı ve kaliteli, başkalarının haklarını gözetip koruyarak yapmalı ki, Müheymin isminin nurundan istifade edebilsin ve O’na layıkıyla mazhar olabilsin.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 27)

* “Müheymin isminin kulda görülebilecek tecellileri şunlardır: Kişi, iç gözlem yoluyla gönül hayatının sırlarına vakıf olduğu, bunun yanında kendi gidişinin doğruluk üzerinde seyretmesini sağlayabildiği ve buna süreklilik kazandırdığı takdirde kendi kalbine hakim olma durumuna ulaşır. Eğer kalbinin derinliklerine vukuf ve hakimiyetinin sınırları genişler de bu sayede ALLAH’ın bazı kullarını istikamet halinde tutmayı başarırsa Müheymin isminin tecellilerine daha çok mazhar olabilir. Bu husus, ancak sezgi sahibi olmak ve dış görünümlerle istidlalde bulunmak suretiyle insanların deruni birikimlerine muttali olduktan sonra gerçekleşebilir.” (Gazali)

* ALLAH’ın Müheymin olduğunun bilincine varan kişi, her an O’nun gözetimi altında olduğunu bilir. Düşünce, söz ve hareketlerinde O’dan utanarak ve O’na saygı duyarak yaşar. İhlas ve onun da ötesinde İhsan sırrını yakalamaya çalışır. Günahın her çeşidinden uzak durur. Salih bir Mü’min olur ve bu hali sayesinde Müheymin isminin feyzine kavuşarak, insanların da kendisine saygı duyacakları bir kişiliğe sahip olur.

* “Müheymin isminin gereği olarak, sana fayda veya zarar versin, sevindirsin veya kızdırsın daima doğru şahitlik yapmalısın. Senin anne ve babanın ve yakın akrabalarının aleyhinde bile olsa doğru şahitlik yapmaktan kaçınmamalısın.” (İzz b. Abdüsselam; Akt:Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 335)

* Müheymin isminin bilincine varmış olan Mü’mine ALLAH için katlandığı her zorluk kolay gelir.

İLGİLİ HADİSLER:

* Abdullah b. Ömer’in, babası Hz. Ömer’den naklettiği hadis şöyledir: “Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)’in yanında bulunduğumuz sırada aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.s.)’in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:

“Ya Muhammed! Bana İslâm’ın ne olduğunu söyle” dedi. Rasûlullah (s.a.s.): “İslâm; ALLAH’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de ALLAH’ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt’i hac etmendir.” buyurdu. O zat: “Doğru söyledin!” dedi. Babam dedi ki: “Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.”

“Bana imandan haber ver.” dedi. Rasûlullah (s.a.s.):

“ALLAH’a, ALLAH’ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır.” buyurdu. O zât yine:

“Doğru söyledin!” dedi. Bu sefer:

“Bana ihsandan haber ver.” dedi. Rasûlullah (s.a.s.):

“Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür.” buyurdu.” (Buhari)

AZİZ

AzizTEMEL ANLAMI:

* Benzeri bulunmayan. Her şey Kendisine muhtaç olan. Ve Kendisine tam olarak ulaşılması imkânsız bulunan. Bu özelliklere topluca sahip olan.

* Mağlup edilmesi mümkün olmayan gerçek galip. Hüküm ve kararlarında mutlak galip olan.

* Her çeşit değer ve onurun tek gerçek sahibi ve kaynağı bulunan.

* “Kim izzet ve şeref istiyorsa bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi ALLAH’ındır.” (35/Fatır:10)

TEMEL ANLAMININI AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “İrade ettiği hiçbir şey Kendisine kayıtsız kalamayan, cezalandıracağı ve intikam alacağı hiçbir kimsenin elinden kurtulamadığı.” (Taberi; Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 149)

* “Bütün varlıkları acizlik, zayıflık ve zillet içerisinde Kendisine boyun eğdiren.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 88)

* “Kullarını fakirlikten, acizlikten, azgınlıktan, korkudan, borçtan, zulüm ve baskıdan kurtarıp üstünlük ve onur sahibi eden.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 42)

* “Kadri ve kıymeti her türlü algının ötesinde kalan.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 254)

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

ALLAH’a Bakan Yönü:

* “Aziz, ALLAH’ın zati isimlerindendir. ALLAH’ın “Aziz” oluşu, yaratılmışların aziz oluşuna benzemez. Kendilerine aziz denilen krallar veya büyük makam sahibi kimseler izzetlerini yönettikleri insanlardan alırlar. Sahip oldukları malların ve emirleri altındaki insanların eksilmesi veya yok olması, onların izzetlerine halel getirir veya izzetlerini tamamen yok eder. Bu sebeple onların izzetleri kendi güçleri ile değil, yönetimleri altında bulunan halk dolayısıyladır. Hâlbuki ALLAH, bizatihi “Aziz”dir. O’nun fiilinde kınanacak bir husus, yönetiminde bir hata ve eksiklik yoktur. Yaratılmış varlıkların ALLAH’ı inkâr etmesi ve gönderdiği mesajlara muhalif olması hiçbir zaman O’na bir zayıflık ve zarar getiremez. İnsanların ölmesi ve tabiattaki diğer varlıkların yok olması ALLAH’ın izzetinden hiçbir şey eksiltmez.” (Matüridi; Akt:Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 53)

* “Zayıf ve güçsüz’ manasındaki zelilin karşısında olan Aziz, ALLAH’ın kudret ve kuvvetinin sonsuz geçmişten beri var olduğunu ve yaratıklardaki gibi değişikliğe uğramadığını da ifade eder.” (Suat Yıldırım, DİA-4, 331)

Kur’an’da Müheymin İsmi ve Diğer İsimlerle İlişkisi:

* Aziz kelimesi Kur’an’da 91 kez ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir. Başka bir Esma-i Hüsna ile en fazla olmak üzere, kırk yedi kez “Hakîm” ismiyle beraber geçer. Bu durum ALLAH’ın kudret ve şerefinin hikmetiyle bir arada bulunduğunu gösterir. “ALLAH’ın ahlakı ile ahlaklanın” hadisinden yola çıkıldığı zaman da biz Mü’minlere güç ve onur yetilerinin tek başlarına değil, hikmet çerçevesi içerisinde tutulmaları gerektiğini işaret eder. Aksi takdirde tek başına kalan güç kolaylıkla zulme, tek başına kalan onur ise kolaylıkla kibre dönüşebilir.

* “Bu ism-i şerifin yine birçok defa “Hakîm” ism-i şerifi ile birleştiği görülür. Bunun manası, Yüce ALLAH’ın kudreti galiptir; fakat hikmeti ile kötülerin cezasını erteler, kötülük edip durmakta olan insanları cezalandırmakta acele etmez demektir.” (A. Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, 56)

* “Aziz ismi, Esma-yı Hüsna’dan değişik on isimle terkib edilerek geniş bir alana yayılmıştır. Bu isimler bazan biri birini teyit eder (Kavi-Aziz, Aziz-Muktedir, Aziz-Zu’ntikam), birçok hallerde biri birini dengeler (Aziz-Hakîm, Aziz-Rahim, Aziz-Gafur, Aziz-Gaffar) veya ayetin özünü belirtmek gibi başka özellikler ortaya koyarlar.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 151)

* Aziz ismi, Kur’an’da 13 yerde Celali isimlerle, 78 yerde ise Cemali isimlerle bir arada geçmektedir. Bu durum ALLAH’ın sonsuz güç ve izzetini bile Cemaliyle yani rahmetiyle sarmaladığının ilginç bir göstergesidir.

* “Aziz ile birlikte izzet de birçok ayet ve hadiste Yüce ALLAH’a dayandırılmıştır. Doksan kadar ayette geçen Aziz, daima esma-i hünsadan Hakîm, Kavi, Muktedir, Rahim, Gafur gibi başka bir isimle beraber kullanılmıştır. Aziz ile bu isimler arasında birbirini teyit etme ve dengeleme münasebeti vardır. Aziz ismi Alim, Hamid ve Rahim isimleriyle birlikte ALLAH isminin yerine doğrudan O’nun adı olarak ta kullanılmıştır. Bu husus ulûhiyetin başlıca özelliklerinden birinin izzet olduğunu gösterir.” (Suat Yıldırım, DİA-4, 431)

Aziz İsminin Temel Nitelikleri:

* “Aziz, öyle şereflidir ki benzeri az bulunur. Kendisine olan ihtiyaç şiddetlidir. Ulaşmak güçtür. Kendisinde bu üç anlam toplanmayan birisine “Aziz” ismi verilemez. Çünkü benzeri az bulunan nice şeyler vardır ki, kadri büyük olduğu halde faydası azdır. Bunun için ona “Aziz” ismi verilemez. Yine kadri büyük, faydası çok ve benzeri de bulunmayan nice şeyler vardır ki kendisine ulaşılması güç olmadığından “Aziz” ismini alamazlar.” (Gazali; Akt:Şahver Çelikoğlu, el-Esmaü’l-Hüsna Şerhi-1, 453)

* “Aziz, dilediğine karar veren ve uygulayandır. O, izzetinin eksiksiz ve mükemmel oluşuyla kullarına hükmeden ve bu hükmü onlar üzerinde icra edendir. ALLAH kullarının kalplerini ve iradelerini dilediği yöne çevirendir. O dilerse kul ile kalbi arasına da girer. ALLAH dilediği şekilde kulunu istek ve irade sahibi yapar. Bu, O’nun üstünlük ve izzetinin mükemmel oluşunu gösterir. Zira ALLAH’tan başka hiç kimsenin böyle bir şey yapmaya gücü yetmez. Bir insan ancak kişinin bedeni ve dış görünümü üzerinde etkili olabilir. Onu kendi iradesi doğrultusunda istek ve irade sahibi yapması mümkün değildir. Bunu ancak karşı konulamayan mutlak üstünlük sahibi olan ALLAH yapabilir.” (İbn Kayyım; Akt:Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 238)

Yaratılmışlar Açısından Aziz İsminin Özel Anlamı:

* “Varlıklara orijinal niteliklerini kazandıran “Aziz” ismidir. Diğer bir ifadeyle, bir şeyi başka bir şeye dönüşmekten alıkoyup kendisi olarak tutan “Aziz” ismidir. (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 54)

* İnsanlar, diğer yaratılmışlar karşısında üstün ve hakim konumdadır. Örneğin çobanlık yapan küçük bir çocuk bile yüzlerce hayvanı önüne katıp, güder. Bu durum ALLAH’ın Aziz isminin tecellisi sayesindedir. Ve aynı şekilde, hayvanlar da bitkiler karşısında aziz konumundadır. Bu durumu Bediüzzaman: “Hem Sen Aziz’sin. İzzet ve azamet Sahibi’sin. Biz zilletimize bakıyoruz, üstümüzde izzet cilveleri var. Demek Senin izzetinin ayinesiyiz.” (Mektubat) saptamasıyla dile getirir.

* İnsan kendi dışındaki varlıklar karşısında aziz olduğu gibi, ALLAH’ın da insanlarla beraber bütün yaratılmışlar karşısında Aziz olduğunun bilincinde olmalı ve kendini O’nun karşısında, İslam vasıtasıyla bizden istediği yaşama biçimine uyarak zelil kılmalıdır. Ama sadece O’nun karşısında…

Aziz İsmiyle Yapılan Bir Dua:

* “Sen bütün bir kâinatı izzetinle yaratırken, her bir zerreyi cemalinle şenlendiriyorsun. Sen bütün denizleri izzetinle yaratırken, her bir damlayı rahmetine boğuyorsun. Sen bütün fiillerini izzetinle perdelerken, her bir zerrede hikmetine perdeler açıyorsun. İzzetin benden saklıyor Seni; hikmetinle görünür eyle Kendini. İzzetin beni uzak tutuyor Senden; rahmetinle yakın eyle Kendini. İzzetin bana anlaşılmaz kılıyor Seni; cemalinle aşina eyle Kendini. Kalbim yalnız Sana kanar; yakınlığınla aziz eyle kalbimi. Ruhum yalnız Seni arar; huzurunla aziz eyle ruhumu. Halim yalnız Sana aşikâr; başkalarının yanında rezil etme beni.” (Senai Demirci,99 Esma 99 Dua, 33)

PRATİK BOYUT:

* “(…) Bunlardan hisse, kişi kendini aziz edip, dünyaya ait ve maddi değerler ile zelil etmemesidir. İslami ilimler ve marifetullah (ALLAH’ı bilmek) ile aziz olmalıdır ki, diğer insanlar ona İslam dininde muhtaç olsun.” (Kadızade Ahmed b. Muhammed Emin Efendi, Büyük Amentü Şerhi, 80)

* “Hakkın izzetini ve saltanatını düşünen kimsenin gözünde yaratıklar küçülür ve başkasının egemenliği o kişinin üzerinde işlemez. Yüce ALLAH şöyle buyurmuştur: ‘Üstünlük ancak ALLAH’ın, Rasulü’nün ve Mü’minler’indir.’ (63/Münafikun:8) Buna göre izzet ALLAH’a zati olarak, peygamberine ALLAH vasıtasıyla, Mü’minlere ise ALLAH ve peygamberi sayesinde aittir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 52)

* İnsanlardan benzeri az olan, çevresindekiler kendisine maddi ya da manevi anlamda ya da her iki anlamda da muhtaç bulunan ve kendisi gibi olunamayan ya da tam olarak anlaşılamayan kişiler, Aziz isminin tecellisine ayna olmuştur. Bunlar da başta peygamberler olmak üzere derece derece hidayet önderleridir.

* ALLAH’ın “Aziz” isminin tecellisine ayna kıldığı takva sahibi Mü’minleri, M. Nusret Tura özlü bir biçimde anlatmaktadır: “Bu izzet sıfatından bir miktar verdiği seçmeler, diğerlerinin hürmetle baş tacı ettiği kimselerdir.” (O’nun Güzel İsimleri, 65)

* Aziz isminin tecellisine araç olanlar ise insanların yukarıda sayılan özelliklere sahip olabilmeleri için, ihlâsla çaba gösteren İslam ve ALLAH erleridir. Aziz isminin tecellisine araç olabilmek, bir insanın bu dünyada kazanabileceği şereflerin en büyüğüdür. Ve yine hidayet önderlerini işaret etmektedir.

* “Bu ismin gölgesi altına sığınabilenler sadece dünyevi hayatta değil uhrevi hayatta da kendilerine ihtiyaç duyulan kişilerdir. Bu makamı elde edenler şüphesiz ki ilk önce peygamberler olmuştur. Onları takip ederek yollarında gidenler de ancak bu şekilde “Aziz” ismine mazhar olabilirler.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 29)

* Aziz isminin zikrini vird haline getiren ve bu ismin tecellisine ıhlas ve gayretle ayna/araç olmaya çalışan takva sahibi Mü’minler, ALLAH’ın izniyle, insanlar karşısında daima onurlu ve saygın kalırlar.

* “Aziz ism-i şerifi Kur’an-ı Kerim’de ceza ayetleriyle ilgili olarak sıkça geçer. ALLAH’ın kudreti her şeyin üstündedir. O, mutlak galiptir. Buna rağmen gerçek muzaffer olarak cezayı erteler. İsyan ve günahta ısrar edenleri helak etmekte acele etmez. Kuvvetli ve yenilmez olmak için hayatını, ALLAH’ın emirlerine itaat ederek yaşayan, fakat kuvvetini uygulamaktan kaçınıp intikamcı olmayan bir kimse “Aziz” ism-i şerifini yansıtır.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 57)

* “Bazı insanlar büyüktür, güçlüdür, kuvvetlidir. Fakat bu özelliklerini ulu orta her yerde ve her fırsatta açığa vurmazlar. Onların bu hali, “Aziz” isminin bir tezahürüdür. Yani ALLAH’ın ahlakından nasiplenmiş olmalarının bir göstergesidir.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 28)

* Bazı salih Mü’minlerin güçlü, üstün ve zengin olmalarına rağmen bu özelliklerini uluorta açığa vurmayıp örtmeleri “Aziz” isminin tecellisiyledir. Diğer bir ifadeyle tevazu ve güç bir Mü’minde biraraya gelmişse onda “Aziz” ismi tecelli etmiş demektir.

* Mü’minin nefsinin yersiz ve haram isteklerine karşı koyup, onlarla mücadele etmesi, izzetli (onurlu) olmasına, yani “Aziz” isminin üzerinde tecelli etmesine bağlıdır.

* “Süluk (ALLAH’ı bilme, O’nun rızasını kazanma doğrultusundaki manevi/tasavvufi yolculuk) sahibinin bu makam ile tahakkuk ettiğinin (Aziz isminin makamından kendi nasibine düşen şeyi algılamaya başladığının) belirtilerinden birisi, başkasının tesirinin kendisinde hiçbir şekilde etkin olmamasıdır.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 54)

* “Yüce ALLAH, emrini işiterek ve yerine getirerek durumunu yücelten kişiyi aziz olarak tanıtmaktadır. Emrini küçük görmeye çalışan kişi için izzetinin gerçekleşmesi imkânsızdır. O’nun izzetini tanıyan kimse engellenince şükreder. Sınanınca sabreder. Zilletin hikmetlerinin lezzetini tadar. Engellenmekten tatlılık duyar. Zira kalpler büyüklerden ve azizlerden gelen meşakkatli durumları yüklenmeye, onların hükümlerine boyun eğmeye uygun bir şekilde yaratılmıştır.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 46)

CEBBAR

CebbarTEMEL ANLAMI:

* İstediği şeyi gerçekleştirmek için insanların ve yarattıklarının rızasına muhtaç bulunmayan. Hiçbir varlığın ve sebebin Kendisi üzerinde hiçbir zorlamada bulunması mümkün olmayan.

TEMEL ANLAMININI AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Ulaşılamayacak derecede büyüklük sahibi olan.

* “Yaratıklarını emir ve yasaklarına uymaları için zorlayan, onları ihtiyaç yerlerine yönlendiren, geçim ve rızık sebeplerine yaratan.” (Hattabi; Akt: Veli Ulutürk, Kur’an-ı Kerim ALLAH’ı Nasıl Tanıtıyor?, 145)

* “Bozulan, düzeninden çıkan her şeyi yerine göre zor kullanarak düzelten.” (Ragıb el-İsfehani; Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-7, 182)

* “Cebbar, varlıkları herhangi bir araca başvurmadan da düzeltip, yola koyan; böyle bir şeye ihtiyacı olmaksızın Kendisine itaat edilmesini emredendir.” (Sadreddin Konevi; Esma-i Hüsna Şerhi, 55)

* “Yaratılmışların halini iyileştiren, hakkı galip getiren, her güçlüğü kolaylaştıran, her kırığı onaran.” (Fahrüddin er-Razi; Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-7, 182)

* “Cebbar, musibete uğrayana yardım eden ve yardımıyla onlara sabır ve direnç veren. Uğradıkları musibet karşısında kulluğun gereği olan doğru tavrı takındıkları zaman onlara, karşılaştıkları musibetten daha büyük ecir ve mükafat veren. Büyüklüğü ve yüceliği nedeniyle Kendisine boyun eğen ve seven kalplere çeşit çeşit kerametler, marifetler ve imani hakikatler ihsan edendir.” (Said el-Kahtani)

* “Her şeyi ezeldeki hükmüne göre tecelli ettiren.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 254)

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

Kur’an’da Cebbar:

* Cebbar, Kur’an’da bir ayette (59/Haşr: 23) ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

Cebbar’ın Diğer İsimler ile İlişkisi:

* “ALLAH’ın Cebbar sıfatı üç temel manaya dayanır: Hükümranlık, üstünlük ve yücelik. Hurma ağacı boyu uzayıp yükselince, eller yetişemez olunca ‘cebbare’ olarak adlandırılır. Bu yüzden yüce ALLAH da ulu (Mütekebbir) ve yüce-üstün (Aziz), anlamlarına yakın Cebbar adıyla isimlendirilmişlerdir. Bu üç ismin her biri diğer ikisinin anlamını kapsar. Bu üç isim (Aziz, Mütekebbir ve Cebbar) şu üç ismin (Halık, Bari, Musavvir) benzeridir. Cebbar ve Mütekebbir isimleri Aziz isminin açıklaması olduğu gibi, Bari ve Musavvir isimleri de Halik isminin birer açıklaması ve ayrıntısıdır. Buna göre ‘Cebbar’, güç ve kuvvetin, izzet ve üstünlüğün, hükümranlığın en üst noktasıdır.” (İbn Kayyım; Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 75)

* “Bu ismin anlamı bizlerin anladığı gibi kırıcılığın karşılığı olan hayırla yorumlanacak olursa o zaman bu isim Rahmet isminden olur. Eğer ceberrut, yani ululuk ve büyüklük anlamında yorumlanacak olursa o zaman bu isim intikam isimlerinden olur.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 183)

Cebbar İsminin Gerçek Anlamı:

* ALLAH’ın Cebbar isminin her tecellisinin altında genellikle rahmeti saklıdır. O’nun Cebbar oluşu, zulme ve kullarının kötülüğüne yönelik değildir. Tam aksine bazen bir babanın çocuğuna ya da doktorun hastasına uyguladığı zorlamalar gibidir.

* “Bu kâinat ve içindeki yaratıklar, yokluktan varlığa kendi iradeleri ile değil, bir cebir ile yönlendirilmişlerdir. Güneşin güneş olması gibi ayın ay, dağın dağ, denizin deniz olmaları da icbar yoluyla, yani bir zorlama ile gerçekleşmiştir. Şu var ki, ‘Alim’ ve ‘Hakîm’ olan ALLAH’ın icbarı da ilim ve hikmet iledir. Rahim ve Kerim olan ALLAH’ın cebir ile yaptığı her tasarrufun altında rahmet ve kerem saklıdır. (…) Cebir kelimesinin hem ‘kırıkları onarmak’, hem de ‘zorla iş yaptırmak’, manasına gelmesi enteresandır. Demek oluyor ki, ALLAH’ın cebri, ya bir hekimin hastasına uyguladığı bir cebir yahut adil bir hükümdarın zalimleri zorla hapse sokmasındaki cebir gibidir. (…) Cennet ve Cehennemin yolları cebir ile tayin edilmiştir. Yani neyin helal neyin haram olduğunu ALLAH bizzat tayin ve tespit etmiştir. Ama doğru ve yanlıştan, Cennet ve Cehennem’den dilediğini seçmekte insanı serbest bırakmıştır.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 48)

Cebbar’a Yapılan Bir Dua:

* “Bazı kimseler şöyle söylemişlerdir: ‘Ey Cebbar olan ALLAH’ım! Seni tanıyan birini, herhangi bir iş için başkasından yardım dilemesine şaşarım. Seni tanıyan birinin, başka birine umut bağlamasına şaşarım. Seni tanıyan birinin, Senden başka birisine yönelmesine şaşarım.” (Fahrüddin er-Razi; Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 77)

Ahirette Cebbar:

* Kâfirler ve bilinçli olarak O’na başkaldırıp bu durumlarında ısrar edenler, Cebbar isminin tecellisiyle dünyada kendilerini bekleyen çeşitli cezalara ve ahirette de Cehenneme sürülürler.

PRATİK BOYUT:

* “İnsanlardan bu isme layık olan, başkalarına uymaktan, başkalarının kendisine uyduğu insan olma derecesine yükselen; rütbe itibarıyla herkesten yüksek olan; insanları gerektiğinde zor kullanarak da öğretisine uymak mecburiyetinde bırakan; insanlara yararı dokunan fakat onlardan yararlanmaya ihtiyaç duymayan; insanlara etki eden fakat onların etkisinde kalmayan; kendisini gerçek niteliğiyle tanıyan herkes tarafından delicesine sevilen; insanların kendisini gördüklerinde bir daha görmek isteyecekleri fakat onun gibi olma temennisinde bulunmayacakları kimsedir ki bütün bu özellikler ancak Kâinatın Önderi Hz. Muhammed’de (O’na Binler Selam) tam olarak bir araya gelmiştir. Bu gerçek onun diliyle şöyle ifade edilmiştir: “Musa sağ olsaydı bana uymaktan başka çaresi bulunmazdı.” (Gazali, Esma’ül Hüsna Şerhi, 93)

* İnsanlardan Cebbar ismine ayna olanlar yukarıda sayılan özellikleri kendi nefislerine karşı gerçekleştirenlerdir. Araç olanlar ise başka insanlar üzerinde ve bütün dünyada İslam’ın hâkimiyeti için gerektiğinde, Kur’an ve Sünnet sınırları içinde kalmak kaydıyla, zora başvurmaktan çekinmeyenlerdir.

* “ALLAH’ın ‘Cebbar’ ismini, ‘kırıkları tedavi eden, kulların işlerini düzelten’ olarak bilen kimse, ALLAH’la arasını düzeltmeye çalışır. O’na ulaşmak ve hoşnutluğunu kazanmak için Rabb’ine yönelir. Zira Rabb’inin iyilik, merhamet ve şefkat sahibi olduğunu ve kırık kalpleri iyileştirdiğini bilir.” (Kurtubi; Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 77)

* “Bu ismi; ‘mağlup eden, üstün ve güçlü’ anlamında anlayan kimse ise, nefsinin arzu ve isteklerini yerine getirmeyerek onu mağlub etmeye ve düşmanına üstün gelmeye çalışır. Ahiretini imar etmeye, Mevla’sına itaat etmeye mani olan her şeyi ortadan kaldırır. Bu da kalpte ALLAH’a karşı etkili bir korku ve tam bir ürpertinin oluşmasını sağlar.” (İzz b. Abdüsselam; Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 77)

* Cebbar ismi insanlar için sadece olumsuz anlamlar ifade eder; zorba, zalim gibi: “İşte ALLAH, her kibirli zorbanın (cebbarın) kalbini böyle mühürler.” (40/Mü’min:35) Dolayısıyla Cebbar isminin olumlu anlam boyutu ALLAH’a, olumsuz boyutu ise insana aittir. Efendimiz (OBS) bu noktayı vurgularken: “Yeryüzünde büyüklenen ve zorbalık yapanlar (cebbarlar) kıyamet gününde insanların, üzerlerine bastığı karıncalar gibi diriltilirler.” (Tirmizi) buyurmuştur. Sonuç olarak, Cebbar’ın kulu olmaya çalışmalı, O’nun “Cebbar” ismine ayna ve araç olmaya çalışmalı fakat yine O’ndan, O’nun Cebbar ve Kahhar oluşundan korkup, insanlar arasında cebbar biri olmaktan uzak durulmalıdır.

* Hz. Ali’nin bir duası: “Ey bütün kırıkları birleştiren ve her güçlüğe kolaylık ihsan eden Cebbar! (Ya Cebbara külli kesirin ve ya Müsehhile külli asirin)” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 58)

* “Ya ALLAH ya Cebbar” zikri, ihlaslı bir şekilde, kişinin iradesiyle mağlub etmekte zorlandığı kötü huylar ve terkedilemeyen haram alışkanlıklar için yapılırsa o türlü kötülüklerden kişinin yetersiz iradesine rağmen kurtulacağı ümit edilir.

* Zalimlerin zulmüne ve baskısına uğrayanlar bu ismin zikrini vird edinerek ve tek gerçek “Cebbar”ın ancak ALLAH olabileceğini düşünerek O’nun yardımına sığınmalıdır.

İLGİLİ HADİSLER:

* İnsanların eylemlerinde genellikle ALLAH’ın cebri (zorlaması) değil, insanın özgür iradesi ile istemesine karşılık ALLAH’ın da iyiyi ya da kötüyü yaratması esas olmakla beraber, ALLAH dilediği zaman “Cebbar” ismiyle devreye girip, kulun iradesini etkisiz bırakarak Kendi dilediğini doğrudan yaratabilir, gerçekleştirebilir. Fakat bu cebren devreye girme keyfiyeti, ALLAH’ın (haşa) kuluna tuzak kurması türünden, kulun zararına olacak şekilde gerçekleşmez. Bu durum ya kulun kendisine rağmen ona verilecek bir lütuf ya da hak edilmiş bir cezanın gerçekleştirilmesi şeklinde olur. Bu durumu Efendimiz şöyle ifade etmiştir: “Yüce ALLAH, kaza ve kaderini yerine getirmek istediği zaman, akıl sahiplerinin akıllarını gideriverir de, kaza ve kaderi onlarda yerine gelsin. Emri yerine gelince de akıllarını onlara geri verir. Böylece de pişmanlık başlar.” (Feyzü’l-Kadir)

MÜTEKEBBİR

MutekebbirTEMEL ANLAMI:

* Gerçekte büyük olan ve yücelik sahibi bulunan tek varlık.

(Bu açıdan bakıldığında “ALLAHu Ekber”in tam karşılığı, “En büyük ALLAH’tır” değil, “Büyük, ALLAH’tır!” olur.)

* “Her şey, katında hakir bulunan.” (Gazali)

* Zatının ve sıfatlarının niteliği bilinemeyecek kadar ulu olan.

* “ALLAHu ekber. Sen, akılların künh-ü azametine (büyüklüğünün bütününe) erişemediği bir Zat-ı Zülcelalsin (Yüce bir Zatsın), ey Kebir!” (Bediüzzaman)

TEMEL ANLAMININ AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Büyüklüğünü her şeyde ve her olayda gösteren.

* Büyüklüğünün sonsuzluğunu eserleriyle gösteren.

* Yarattıklarından, kibirlenerek, Kendisiyle yücelik yarışına kalkanlara büyüklüğünü gösteren, onlara haddini bildiren.

* Kullarına zulmetmekten yüce olan.

* Kimsenin mülkü konusunda Kendisini zorlayamadığı.

* Kimsenin kendisine ihsanda bulunamadığı.

* “İhtiyaç ve noksanlık ifade eden her şeyden münezzeh olan.” (Beydavi)

* “Mütekebbir, büyüklük ve hükümranlıkta eşsiz, yücelik ve ululukta tek, mutlak iyilik, ihsan ve bağışlama sahibi olan, mülkü hiç yok olmayan ve yüceliği asla değişmeyendir.” (Fahrüddin er-Razi; Akt:Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 288)

* “Kulları ile vahiy ve peygamberlerinin sünneti yoluyla konuşandır: ‘ALLAH, bir insanla ancak vahiy yoluyla ya da perde arkasından konuşur ya da bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder.” (42/Şura:51) (Halimi)

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

ALLAH’a Bakan Yönü:

* ALLAH’ın Mütekebbir oluşu büyüklenmek değil büyük olmaktır. O, insanların anladığı anlamda büyüklenmekten münezzehtir. O’nun için Mütekebbir olmak büyüklüğünü ilan etmek anlamındadır.

* Kebir vasfı, ALLAH’ın Zatının yüceliğini işaret ettiği gibi, nimet ve cezasının büyüklüğünü, çokluğunu da ifade eder.

Namaz ve Mütekebbir:

* Namazın rükû ve secdesinin hikmeti, Mütekebbir’in sadece ALLAH olduğunun ilanıdır.

İnsan ve Kibir:

* Mütekebbir ismine başkaldıran ilk varlık şeytan olmuştur. Ve bütün kibirli insanlar şeytanın yoldaşlarıdır.

* Kibir, her çeşit manevi duygu, feyz ve bereketin insan ruhunda yerleşip maya tutmasının önündeki en büyük engeldir: “İşte ALLAH, her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler.” (40/Mü’min:35) ALLAH’ın cisimleşmiş rahmeti sayılan yağmur suyunun dağların doruklarında değil de en çukur yerlerde toplanıp birikmesi ve tüm canlılar için yararlı bir nitelik üstlenmesi bu sırrın işaretlerindendir.

* Kibir vasıtasıyla Cehennem’e girenlere Kur’an’da özel bir yer ayrılmıştır: “(ALLAH, Cehennem melekleri olan zebanilere emreder:) ‘Tutun onu, Cehennemin ta ortasına sürükleyin. Sonra başına azap olarak kaynar su dökün! Tat bakalım!’ deyin. ‘Hani üstündün, seçkindin!” (44/Duhan:47-49)

PRATİK BOYUT:

* İnsanların Mütekebbir ismine ayna olmaları, zahid ve arif olmaları demektir. Yani, ALLAH’ı bilip, bu sayede kalbini ALLAH’tan başka her şeyden boşaltması, dünyayı hatta (nefse ait nimetleri yönüyle) ahireti bile küçümsemesi demektir. Yemek ve cinsellik başta olmak üzere nefsin hayvani istek ve kaprislerine köle olan kimselerin Mütekebbir isminin tecellisinden hiçbir hisseleri yok demektir. Tam aksine onlar hakirdir. Çünkü gerçek anlamda Mütekebbir isminin tecellisine ayna olanlar, her şehveti aşağılık ve değersiz gören, hayvanların bile nasibi olan zevklere sırt çevirenlerdir.

* Nefsi üzerinde bu anlamda bir hâkimiyet kurmak isteyen Mü’minler, bu bilinç ve niyetle “Ya ALLAH, ya Mütekebbir” zikrine dört elle yapışmalıdır.

* İnsanların Mütekebbir isminin tecellisine aracı olmaları ise insanlığın ALLAH’tan başka büyük tanıdığı gizli ve açık bütün putları devirerek, ALLAH kelimesini yükseltmeleri demektir. Yani maddi ya da manevi biçimleriyle cihad…

* İnsan, ALLAH’ın büyüklüğünü başkalarına ilan etmekle bu isimden ayrı bir feyze sahip olur.

* Kibirli insanlar karşısında büyüklüğün sadece ALLAH’a özgü olabileceği düşüncesiyle onurlu ve dik bir duruş sergilemek Mütekebbir isminin tecellisine ayna olmak ve O’nun rızasını kazanmaktır.

* “Bu ismin hükümlerinin eserlerinin kulun iç dünyasında yerleşmiş olduğunun bir belirtisi de şudur: Kul, bu ismin hükmü altında bulunduğu (tecellisine ayna olduğu, S.Alpsoy) sürece, bu sıfat kendisine hakim olduğu için, hiçbir zaman Hakka karşı itaatsizlik yapmaz. Dolayısıyla, kuldan Hakka karşı herhangi bir muhalif davranış görülürse, bu durum, o kişide Mütekebbir isminin (iradi olarak) tecelli etmediğini gösterir.

Şu halde, Mütekebbir olan Hakkın tecellilerinin hükümleri, sadece itaatkâr ve Hakka uyan kimselerde ortaya çıkabilir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 59)

* Abdülkerim Kuşeyri: “Sübhan ve Yüce olan ALLAH’ın ululuğunu ve büyüklüğünü (kibriyasını) bilen bir kişinin tevazu yolunu tutması, tezellül (kendini ALLAH karşısında küçük görme ve sürekli olarak O’na muhtaç bulunduğu bilincine sahip olma) yoluna girmesi gerekmektedir. Bundan dolayı şöyle denilmiştir: ‘Kadrini aşan kimse sırrını çiğnetmiştir.’

Yine şöyle denilmiştir: ‘Fakir olan bir kişi kendi yaratılışı (fıtratı) üzeredir.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 51)

* Mütekebbir isminin bilincine varmış olan Mü’min, ALLAH’a, Cennet arzusu ya da Cehennem korkusundan ötürü değil sadece O, sonsuz büyüklüğe sahip olduğu ve bu haliyle de doğrudan doğruya ibadet edilmeyi hak ettiği için ibadet eder. Bu yönüyle Mütekebbir ismi kulun takva, ihsan ve ihlas sahibi olmasında önemli bir işleve sahiptir.

İLGİLİ HADİSLER:

*Mütekebbir olmak ancak ALLAH’a özgü bir şereftir. İnsanlar, mecazen bile olsa, bu sıfatı taşıyamaz. Gerçek ve tek Mütekebbir olan ALLAH, bütün tekebbür edenlerin hasmıdır. Şu kudsi hadis bu anlamı vurgulamaktadır: “İzzet (Aziz olma) gömleğim, Kibriya (Mütekebbir olma) da elbisemdir. Kim ki bunlardan birini Benden çıkarmaya (kendi üstüne almaya) kalkışırsa onun belini kırarım.” (Müslim)

* Kim ALLAH’tan başkasına güvenerek kendini güçlü görürse ALLAH onu zelil kılar. Ve böylelerini Kıyamet günü bekleyen sonucu Efendimiz (O’na Binler Selam) şöyle anlatır: “Zorba ve kibirli olanlar, Kıyamet gününde insanların üstüne basarak çiğnediği karıncalar şeklinde diriltilir.” (Tirmizi)

HALIK / HALLAK

TEMEL ANLAMI:

Halik

* “Varlıkları, ana maddesi ve modeli olmadan yaratan.”(Ragıb el-İsfahani)

* Her şeyin varlığını ve varlığı süresince görüp geçireceği bütün halleri, olayları tayin ve tespit eden ve ona göre yaratan.  “Her şeyi yaratan O’dur.” (6/En’am:102)

* Her şeyi bir şeyden yaratan.

 

TEMEL ANLAMININ AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Yaratırken hiçbir zorlama ve yorgunluk duymayan.

* “Halık, varlıkları sınıflandıran, her sınıfa bir ölçü koyan ve buna göre büyük, küçük; uzun, kısa; insan, hayvan; yerde sürünen, gökte uçan her şeyi; ölümü ve hayatı, özetle bütün varlıkları var edendir. Şüphesiz yoktan ve örneksiz var etmeyi kabul etmek, yaratmayı kabul etmektir. Çünkü yaratma örneksiz var etmenin bir şeklidir. Bu yüzden birbirinden ayrılmazlar.”(Halimi)

* Yarattıklarını takdir edip, planlayan, yaratmaya karar veren ve onların ilmi suretlerini ve gerekli şartlarını yaratan. Kur’an, bu gerçeğe işaret olarak: “Haberiniz olsun ki Biz her şeyi bir kaderle (ölçü, düzen, plan) yarattık.” (54/Kamer:49) der. İmam Gazali’ye göre “Sadece yaratmak ile bir takdire göre yaratmak ayrı ayrı şeylerdir.” Bir mimarın yapacağı binayı önce zihninde tasarlayıp sonra da kâğıda geçirerek ona ilmi-zihni-teorik bir varlık vermesi gibi. Bu durum yaratılış süreci açısından, kâinatın yaratılması yani Big Bang öncesine işaret etmektedir.

* Yaratılışın diğer aşamaları Bari ve Musavvir isimlerinin tecellileriyle gerçekleştirilir. Bu üç isme yaratılış sürecinin bütünü içinde baktığımızda: Halık, yaratılacak şeyin bütün ayrıntılarını bilip takdir eden; Bari, o şeyi fiili olarak meydana getiren; Musavvir de, ona son şeklini, kendine özgü özelliklerini kazandırıp yaratılışı tamamlayan anlamlarını kazanırlar.

Yokluktan varlığa çıkan her şey önce bir takdire/planlamaya muhtaçtır. İkinci olarak o takdire/planlamaya uygun şekilde yaratmaya, sonra da kendisine bir şekil verilmeye muhtaçtır. ALLAH takdir edici/planlayıcı olması açısından Halık’tır. Yoktan var etmesi açısından Bari’dir. Yoktan ve benzersiz bir biçimde yarattıklarını en güzel şekilde donatıp, tamamlaması açısından da Musavvir’dir. Kur’an’da bu yaklaşım “O, Halik’tir, Bari’dir, Musavvir’dir. En güzel isimler O’nundur.” (59/Haşr:24) ayetiyle ortaya konmuştur.

George Gamow, Kainatın Yaradılışı (The Creation of The Universe) kitabının 1952’deki ikinci baskısının önsözünde bu durumu: “Yazarın bu tabirden (Yaradılış) anladığı ‘Yoktan bir şeyler var etme’ anlamından çok ‘Şekilsizden şekilli bir şeyler yapmadır” diyerek anlatmaktadır.

* Elma çekirdeğinde elma ağacının, portakal çekirdeğinde de portakal ağacının planını kodlamak üstün bir takdir ve bilginin göstergesidir. Ve tüm çekirdeklerin bu niteliği Halık isminin göstergesidir.

“Herhangi bir elma tohumu kendi içinde bir minyatür elma ağacı ve o da kendi içinde bir minyatür elma tohumu taşır ve bu silsile sonsuza dek böyle devam eder.” (Werner Heisenberg, Einstein’la Yüzleşmek, 81)

* “ALLAH her şeyi bir miktar ile yaratmış, eşyanın nerede başlayıp nerede son bulacağını tayin etmiştir. Hiçbir mahluk ALLAH’ın yaratmasının niteliğini anlayamaz. ALLAH, her canlıyı sudan yaratmıştır. Bu, ALLAH’ın kudretini, hükmünü, ilmini ve tedbirini gösterir. Çünkü bütün yaratılmışları, tabiatları, cevherleri ve cinsleri farklı olmasına rağmen tek bir özden yaratmak, sonradan kazanılmış bir ilim ve tedbir ile değil, kendinden kaynaklanan bir ilim ve tek bir tedbir ile mümkün olur. Bu sebepten dolayı insanoğlu bu alemin yaratılmasının niteliğini algılayamaz.”(Maturidi)

* “Halik’de yaratılanın her yönüyle özel kaderini yoktan var eden ve takdir eden öncü bir kapsayıcı ilim ve ona göre, gerek maddesiz gerek bir maddeden yapma ve düzen verme manası vardır.”(Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır)

* Yaratma bazen belli bir ilk unsur kullanılarak ta gerçekleştirilebilir. Nitekim Kur’an’da: “O, insanı, pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yarattı. Cinleri de öz (dumansız) ateşten yarattı.” (55/Rahman:14-15) denmiştir.

* “Halik ismi, ilahi fiilleri büyük ölçüde kendi içeriğinde özetleyen bir kavramdır.” (Bekir Topaloğlu)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

 

İnsan için “Yaratıcı” Denebilir mi?

* İnsanlar yaratıcı olamaz ancak icat eden olabilirler. Çünkü yaratma eylemi önceden hiçbir benzeri olmayan bir şeyi hiç yoktan ve bir anda oluşturmayı gerektirir. İnsanların yaptıklarının ise bu niteliklere sahip olmadığı açıktır. Onlar, benzerleri olan şeyleri. Belli bir süreç içerisinde ve çeşitli unsurları/sebepleri kullanarak oluştururlar ki bunun adı da yaratma değil icattır. Kur’an, bu gerçeğe, “ALLAH’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı?” (35/Fatır:3) ayetiyle dikkat çeker.

 

Hiçbir Şey Yaratılmadan Önce Ne Vardı?

* Halık isminin tecellisinden yani yaratıkların varlık alanına çıkmalarından önce ALLAH’tan başka bir varlık yoktu. Efendimiz bu duruma, “Başlangıçta sadece ALLAH vardı ve ALLAH ile beraber var olan bir şey yoktu” (Buhari) hadisi ile işaret eder.

Bu durumu daha iyi anlamak için kainatın yaratılışını somut bir örnek olarak kabul edebiliriz. David Darling, “Deep Time” kitabında kainatın yaratılışı öncesiyle ilgili şunları söylemektedir: “Zaman yoktu, uzay yoktu. Madde ve enerji de yoktu. Hiçbir şey yoktu. En küçük bir nokta, boşluk bile yoktu. Bu yokluktan küçücük, olağanüstü küçücük bir kıpırtı belirdi. Ufacık bir titreme, hafif bir dalgalanma, belli belirsiz bir girdap… Bu kozmik kutunun kapağı açıldı ve altından yaratılış mucizesinin filizleri belirdi.” Benzer bir anlatımı Newsweek’in 13 Haziran 1988 tarihli nüshasında da görebiliriz “Güneşin etrafında dönen gezegenler daha yokken, gökyüzünde henüz yıldızlar mevcut değilken, uzayın sonsuz derinliklerinde galaksiler yerlerini almamışken, Evren’de hiçbir şey ama hiçbir şey yoktu. Sonra yokluktan ve hiçlikten bir yaradılış başladı. Zamanın en kısa birimi olan saniyenin on üzeri eksi kırk üçte biri içerisinde madde şekilleniyordu.”

 

ALLAH Varlıkları İhtiyaç Duyduğu İçin mi Yarattı?

* ALLAH’ın herhangi bir şeyi yaratmaya ihtiyacı yoktu. Dolayısıyla yaratılmışların varlığı O’nun varlığına bir şey katmaz. Bu durumu, bir ressamın resim yapmaya ihtiyacı olmamasına rağmen kendi sanatının eserlerini görmek ve başkalarına da göstermek istemesine ve bu nedenle resim yapmasına benzetebiliriz.

 

ALLAH’ın Yaratıcılığı Tamamlanıp Bitmiş midir?

* ALLAH’ın yaratıcılığı belli bir zamanda gerçekleşip tamamlanmış bir şey değildir. O’nun yarattıktan sonra kainatla ilgisi sadece “varlıkta tutma” değildir. Sürekli devam etmektedir. Kur’an, bu durumu “Hallak” yani hiç durmadan sürekli ve mükemmel bir biçimde yaratmaya devam eden, ismiyle anlatır. Şu ayetler de bu gerçeğe işaret eder: “O her an yaratma halindedir.” (55/Rahman:29), “Ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır.” (16/Nahl:8);

 

 

PRATİK BOYUT:

* Herhangi bir şeyi ilk olarak tasarlayıp, ona ilmi-zihni-teorik bir biçim vermek Halik isminin tecellisine ayna ve araç olmaktır. Mesleği ve/veya misyonu bu duruma uygun olan insanlar yeteneklerini bir an önce son haddine kadar geliştirebilmek için kendilerine bu bilinç ve niyet ile “Ya Halik ya ALLAH” zikrini vird edinmelidir.

* Çocuğu olmayanlar bu ismin zikrini vird edinmelidir.

BARİ

BariTEMEL ANLAMI:

* Hiç yoktan varlıkları yaratma işini gerçekleştiren.

* Yaratmayı takdir/plan aşamasından eylem aşamasına geçiren.

* “Bari, varlıkları yoktan varlığa çıkaran, takdir ettiğini ve kararlaştırdığını varlık sahasında ortaya koyan demektir. Zira bir şeyi takdir eden ve düzenleyenin, bunu gerçekleştirmeye ve varlık sahasına koymaya gücü yetmeyebilir. Ancak ALLAH böyle değildir. O, karar veren ve bu kararı uygulayıp, hayata geçirendir.” (Hafız er-Rakmi)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Kuşkusuz ALLAH’ın bir şeyi var etmesi, ALLAH’ın o varlığı aniden ve daha önce bilgisi olmadan yarattığı anlamına gelmez. O, herhangi bir varlığı var etmeden önce bilgi sahibidir. Yaratma anında O’na ‘Bedi’ adı verildiği gibi Bari adı da verilmektedir.”(Halimi)

* Yaratılmışları, ilmi-zihni-teorik birer varlık halinden çıkartıp onlara harici (dış, somut ve bazıları için maddi) bir şekil veren. Bu durum yaratılış süreci açısından kâinatın yaratılması demek olan Big Bang’ın kendisine işaret etmektedir. Çünkü varlıklar son şekillerini henüz almamıştır. Bir tür hammadde halindedir. Kozmolojide bu duruma “kozmik çorba” denilmektedir. Kur’an’ın anlatımına da uygun düşecek biçimde, henüz madde ile radyasyonun birbiriyle karışık olduğu bu durum altı aşama şeklinde kabul edilmektedir:

Birinci dönem: İlk saniyenin yüzde biridir. Evren’in boyutları, sıfırdan dört ışık yılı büyüklüğüne (otuz sekiz katrilyon km.) ulaşmıştır.

İkinci dönem: İlk saniyenin onda biridir. Sıcaklık otuz milyar dereceye düşmüştür. Proton ve nötronlar yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır.

Üçüncü dönem: Sıcaklık on milyar derecedir. Maddenin yoğunluğu sudan üç yüz seksen bin kez daha fazladır. Atomun oluşumu için yeterli soğukluk henüz sağlanamamıştır.

Dördüncü dönem: Evren on dört saniye yaşındadır. Sıcaklık üç milyar dereceye inmiştir. Helyum çekirdekleri gibi kararlı atomlar artık oluşmaktadır.

Beşinci dönem: Sıcaklık bir milyar derecedir yani Güneş’in çekirdek sıcaklığının elli-altmış katı… Evren’in yaşı ise üç dakika iki saniyedir.

Altıncı dönem: Evren, otuz dört dakika kırk saniyeliktir. Sıcaklık üç yüz milyon dereceye düşmüştür. Yaratılış tamamlanmış, atomlar oluşmuş ve artık galaksiler belirmeye başlamıştır.

 

* Hastalık, kusur ve ayıp türünden olup insana hoş gelmeyen şeylerden uzak olan.

* Sıfatlarında yaratılmışlara benzemekten uzak olan.

* Hiçbir borç ve zimmet altında bulunmayan.

* Yaratılmışları sağlıklı ve dengeli hale koyan: “O ki, seni yarattı, düzenledi ve sana ölçülü bir biçim verdi.” (82/İnfitar:7)

* Bir çok farklılıklarına rağmen evrenin bütün parçalarını uyumlu ve düzenli olarak meydana getiren: “Kainatı yaratan Kim ise, İslamiyeti gönderen de O’dur. Kainat ile İslamiyeti ruh ile ceset gibi yapan, Bari olan ALLAH’tır.” (Nurettin Ünal)

* Yaratmasında hür olan. Hiçbir etki altına alınamayan.

* Bütün nimetleri bir lütuf olarak veren.

* Varlıkları yeni bir iş yapmaya muktedir kılan.

* “Bari ismi daha çok canlıların yaratılması için kullanılır. Örneğin, gökler ile yerin yaratılması için ‘ber’ değil de ‘halk’ lafzı daha uygun düşer.” (İbn Manzur)

* “Embriyolarda insanın bütün organlarının şekilleri, yerleri, büyüklükleri ve sayıları genetik program halinde yazılıdır. Bununla birlikte, ALLAH, her insana da diğerinden bir farklılık, bir başkalık lütfetmiştir. Bu başkalıkla, insanlar birbirlerinden fark edilir, ayrılırlar. O halde, bir insan, yaratılışı ile Halik ismini, diğer insanlardan farklı olmasıyla da Bari ismini gösterir.”(Alaaddin Başar)

 

PRATİK BOYUT:

* “AbdülBari (Bari’nin kulu) o kuldur ki, tutarsızlıktan, hatadan ve karmaşadan azad olmuştur. Böyle bir kimse, tabiatta işleyen ilahi kanunlarla mükemmel bir birlik içinde yaşamaya başlamış ve diğer insanlara da aynısını yapmaları için yardım ve ilham verebilir hale gelmiştir. Mükemmel bir uyum ile yaratmak manasındaki el-Bari sıfatı aslen ALLAH’ın Rahman sıfatının bir parçasıdır. Mülk suresinde buyrulduğu gibi: ‘Rahman’ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk bulamazsın; gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?’ Netice itibariyle AbdülBari kendi uyumluluğu içinde muhakkak hayırlı, faydalı olan kuldur.”(Tosun Bayrak)

* Bari isminin tecellisine ayna olanlar, yaratılıştan kendilerine verilmiş olan organ, duygu, eğilim ve yetenekleri yaratılış amaçlarına uygun olarak, yerli yerinde kullanır. Dengeli ve amaca yönelik bir kişilik geliştirirler: “İman edip salih amel işleyenler (İslam’ı yaşayanlar) var ya, işte onlar, yaratıkların en hayırlılarıdır.” (98/Beyine:7) ayeti öylelerini anlatmaktadır.

* Herhangi bir manevi-sosyal-maddi oluşumun, teoriden pratiğe geçiş aşamalarından sorumlu olanlar, bu ismin tecellisine ayna ve araç demektir. Bu konuyla ilgili yeteneklerini son haddine kadar geliştirip, sorumluluklarının gereğini tam olarak yerine getirebilmeleri için bu niyet ve bilinç ile “Ya Bari ya ALLAH” zikrini vird edinmeleri gerekir.

* Bu ismin zikrini vird edinenlerin tehlikeli hastalıklardan korunacakları, işlerinden ayrılmış iseler tekrar geri dönecekleri ALLAH’ın sonsuz rahmetinden ümid edilir.

* Bari ismiyle bela, musibet ve afetlerden kurtulmak için dua edilir.

MUSAVVİR

TEMEL ANLAMI:

Musavvir* Hiç yoktan yaratılmış varlıkları hammadde halinden çıkartıp, her birine kendine özel bir biçim veren. “Andolsun ki sizi yarattık, sonra size şekil verdik.” (7/A’raf:11), “O ki, seni yarattı, düzenledi ve sana ölçülü bir biçim verdi.” (82/İnfitar:7)

* Musavvir isminin tecellisi  Evren’in yaratılışının son aşamasını ifade etmektedir. Yani Halık-Bari-Musavvir sürecinin 3. ve son aşamasını.

* Yarattığı bütün varlıklara, Kendi sanatının sonsuz güzelliğini göstermek üzere mükemmel bir biçim veren: “Size şekil verip de şekillerinizi güzel yapan ALLAH’ tır.” (40/Mü’min:64)

* “Kim bu yüzü çizen sanatkar ressam / Geçip de aynaya soran olmaz mı?” (Necip Fazıl Kısakürek)

* “Herhangi bir şeyin olmasını istediği zaman istediği sıfatta ve seçtiği surette var eden.”(İbn Kesir)

* Dilerse her şeyi yeni bir şekle büründürmeye gücü yeten.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Birbirleri ile tanışmaları için varlıkları değişik suretlerde yaratan.”(Hattabi)

* “İnsanların dış görünümlerini süsleyen ve sırlarını aydınlatan.” (Fahrüddin er-Razi)

* “Yaratma kavramı çerçevesi içine giren manaların ilki ‘Halik’ kelimesine ait olup,sözü edilen eylemin konusunu oluşturan şeyin (mahluk) var olma zamanını ve alabileceği sayısız şekillerden birini planlayıp belirleme (takdir) biçiminde tecelli eder. ‘Bari’, yarattığı şeye maddi açıdan şekil verip hacim kazandıran, manasına gelir. Yaratmanın nihai kademesini teşkil eden Musavvir ise mahlukun fiziki ve ruhi portresini belirleyip, halk (yaratma) eylemini sona erdiren anlamını ifade eder.”(Bekir Topaloğlu)

* Her şekli diğerinden farklı kılan.

* Örnek olarak, her kaplanın postundaki ve yanaklarındaki çizgiler ile kaşları diğerlerinden farklıdır. Tıpkı insanların parmak izleri gibi…

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* İnsanda Musavvir isminin tecellisi zigot, ana rahminde kırk iki (ya da kırk) günlük olduğunda gerçekleşmeye başlar, ruh üfürülür. “Zigotun oluşumunun üzerinden kırk iki gece geçtikten sonra ALLAH bir melek gönderir ve onu şekillendirerek, kulağını, gözünü, cildini, etlerini ve kemiklerini yaratır. Sonra da melek: ‘Ya Rabbi! Bu erkek mi olsun yoksa dişi mi?’ diye sorar.” (Müslim)

* “Mahluklar henüz yaratılmamışken, her şeyin mahiyeti ALLAH’ın ilmindeydi. Bu mahiyetlerin her birinin de kendine has bir ‘manevi siması’ vardı. Bunlar dünya sahnesine çıkarıldıklarında her birisine ona özel bir maddi suret takıldı. Görünmez suretler, görünür hale geldiler. ‘Ete kemiğe büründüm/Yunus diye göründüm’ beytinde bu mana enfes bir şekilde dile getirilmiştir. (…) Musavvir ismi tefekkür edilirken, bu başkalıkların aynı zamanda büyük bir rahmet olduğu da düşünülmeli. Mesela bütün insanlar aynı simaya sahip olsalardı, toplum hayatı bir keşmekeş içine girerdi.”(Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 56-57)

* “Kul, Musavvir isminden istifade ederek, kendi ruhuna şekillendiricilik vasfını kazandırmış olur.” (İmam Gazali)

“Bir toplum kendi (iç) durumlarını değiştirmedikçe, ALLAH onların (dış) durumlarını değiştirmez.” (13/Ra’d:11)

* Musavvir ismi Efendimiz’in (Ona Binler Selam) duaları içinde özel bir yere sahiptir. Hz. Ali’nin rivayet ettiğine göre, Hz. Muhammed secde halindeyken şu şekilde dua ederdi: “ALLAH’ım! Senin rızan için secdeye kapandım. Sana iman edip, bütün varlığımla teslim oldum. Benim yüzüm, kendisini en başta yaratan, sonra insana has şekle büründüren, kulak ve gözle donatan yüce Zatına secde etmektedir. Yaratıp, düzenleyenlerin (Musavvir) en güzeli olan ALLAH’ın kudret ve sanatı çok yücedir.” (Müslim)

* Herhangi bir manevi-sosyal-maddi oluşumun tamamlanıp, mükemmel halini almasından sorumlu olanlar için gerekli olan vird, “Ya ALLAH ya Musavvir” zikridir.

GAFFAR

GaffarTEMEL ANLAMI:

* Ne kadar çok ve sürekli olursa olsun bütün günahları affeden. Onların üzerlerini örten. “Rabbinizden bağışlanma dileyin, çünkü O Gaffar’dır” (71/Nuh:10); “Şüphesiz ki ALLAH, Kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başka günahları, dilediğine bağışlar.” (4/Nisa:48)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Güzel olanı gösterip, çirkin olanı gizleyen.”(İmam Gazali)

* Sadece günahlarla sınırlı kalmayıp, insan için utanma nedeni olabilecek her şeyi gizli kalmaya yatkın bir biçimde planlayıp yaratmış olan. İnsanın bazı doğal-bedensel fonksiyonları ve bunlarla ilgili vücut organları ve bu fonksiyonlarla sinir sistemi arasındaki ilişki bu açıdan düşünülebilir.

* “Gaffar isminin tecellisi sayesinde, ‘setr’ (örtme/gizleme) şeklinde kula yönelen ilahi lütuflar şunlardır:

a) Bedenin çirkin görülen organlarının içte gizlenmesi, güzelleriyle örtülüp süslenmesi.

b) İnsanın kötü düşünce ve duygularının kimsenin vakıf olamayacağı iç dünyasında gizlenmesi. Öyle ki içinden geçen vesvese, hile, hıyanet ve kötü zanlara başkaları vakıf olsa ondan nefret eder, hatta onu öldürüp ortadan kaldırmaya çalışırlardı.

c) Kişiyi başkalarının yanında mahcup duruma düşürecek günahların bağışlanması ve imanını koruduğu takdirde bunlardan doğacak çirkinliklerin sevaplarla örtüleceğinin vaat edilmesi. Kulun Gaffar isminden nasibi, ifşa edilmesini istemediği kusurlarının benzerlerini başkalarında gördüğü takdirde onları yaymayıp örtmesidir. Şüphe yok ki insanların gizli taraflarını araştıran, kötülüğe kötülükle karşılık veren kimse Gaffar isminin tecellilerinden faydalanamaz.”(İmam Gazali)

* “Gaffar isminin tecelli ettikleri (örtünenler) iki tabakada bulunurlar:

a) Günah işledikten sonra cezalandırılmaktan korunanlar. Bu kısım, mağfiret edilenlerdir.

b) Günaha arzu duymadığı için günah işlemekten korunanlardır. Bu grup, ‘korunan’ kimselerdir.” (SadreddinKonevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 67)

* Gafir ismi hata ve günahlarımızı insanlardan, Gafur ismi ruhlardan ve meleklerden gizliyordu. ALLAH’ın bağışlayıcılığı silsilesinin son basamağı olan Gaffar ismi ise her çeşit hata ve günahımızı bizim kendimizden bile gizler. Onun tecellisi sayesinde bir süre sonra o hata ve günahı unutur, artık daha fazla utanç hissetmez ve vicdan azabı çekmez hale geliriz. Düşünün, ya Gaffar tecelli etmeseydi ve her günah ölünceye kadar aklımızda ve vicdanımızda hep taze kalsaydı?

* “Kulun üç menfi ismi vardır: Zalim, zalum, zallam. Zalim, ‘onlardan kimi kendine zulmeder’ (35/Fatır:32) ayetinde; zalum, ‘Doğrusu o (insan) çok zalim, çok cahildir.’ (33/Ahzab:72) ayetinde geçer. Bu anlamda, insan çok zulüm işlerse ona ‘zallam’ denilir. Yüce ALLAH’ın bu isimlerin her birine karşılık bir ismi vardır. Buna göre Cenab-ı Hak sanki kula: ‘Eğer zalim olursan, Ben Gafir’im; eğer zalum olursan, Ben Gafur’um, eğer zallam olursan, Ben Gaffar’ım’ demek istemiştir.”(Fahrüddin er-Razi)

* “Gafr’ kökünden türeyen isimlerdeki ortak temel muhtevanın ‘günahkarın teşhir ve ilan edilmemesi’ olduğuna ‘Gaffar’ ismiyle ilgili açıklamalar sırasında da değinilmişti. Abdullah b. Ömer’den rivayet edilen ve birçok kaynakta yer alan bir hadis, bu ‘setr’ keyfiyetini açıklığa kavuşturmaktadır. Söz konusu hadise göre, ahiret gününde ALLAH, Mü’min kuluna dünyada yapmış olduğu bütün günahları kimsenin görüp duyamayacağı bir şekilde teker teker hatırlatıp ikrar ettirecektir. Bu durum karşısında mahvolduğuna hükmedecek olan bu kula ALLAH: ‘Ben senin yaptıklarını dünyada gizlemiştim, bu gün de bağışlıyorum’ (Buhari, Mezalim,2) buyuracak ve bu kula sadece sevap defteri verilecektir.” (Metin Yurdagür, Esma-i Hüsna, 143)

 

PRATİK BOYUT:

* Kendisine yapılan bir kötülüğü yıllarca unutamayıp, Mü’min kardeşini bağışlamaya yanaşmayan bir insanın Gaffar ismine ayna olması da, araç olması da o ismi anlaması da çok zordur.

* Gaffar isminin tecellisine ayna olan kişinin günahları ne kadar çok olursa olsun affedilir. Fakat bu, onların pişmanlık duyma, samimi olarak tevbe istiğfarda bulunmaları ve kendilerine kötülük yapmış başka Mü’minleri bağışlamaları şartına bağlıdır. Bu niteliklere sahip olanlar sadece affedilmekle de kalmaz, günahlarının üzerleri örtülerek başka bilinçli varlıkların da (insanlar, cinler ve melekler gibi) onlardan haberdar olmaları engellenir. Böylelikle kişi, o günahları nedeniyle mahcubiyet yaşamaktan da korunmuş olur.

* Gaffar isminin tecellisine araç olan Mü’minler; insanların, onlara günah işlettiren eğilim ve yeteneklerinin sevap ve hayır üretir hale gelmeleri için gayret gösterir ve o günahların başkaları tarafından öğrenilip, sahiplerini mahcup etmemesi için çaba sarf eder. Onların üzerlerini örtmeye çalışır. Özellikle kimsenin ayıp ve günahını onun yüzüne vurmaz. Efendimiz (Ona Binler Selam) buna işaret ederek: “Her kim bir Mü’minin ayıbını örterse, ALLAH da Kıyamet Günü’nde onun bir ayıbını örter.” buyurmuştur.

* “Bu adın zikrinin özellikle ALLAH’ın cezasından korkan korku ehline faydası vardır.”(Afifüddin et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 161)

* “Bir kişinin kalbinde öfke ateşi parladığında hemen Ya Gaffar’ı hatırlayıp zikrederse bu ateş, ALLAH’ın izniyle, sönebilir.”(Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 65)

 

İLGİLİ HADİSLER:

* “Kim bir Müslümanın ayıbını örter, kusurunu bağışlarsa ALLAH da Kıyamet gününde onun kusurunu bağışlar.” (Buhari)

* “Sizler, günahlarınız göklerle yer arasını dolduruncaya kadar günah işleseniz ve sonra ALLAH’tan bağışlanma dileseniz, şüphesiz ALLAH sizi bağışlar. Muhammed’in nefsi kudret elinde olan ALLAH’a yemin ederim ki, eğer sizler hiç günah işlemiyor olsaydınız, ALLAH, günah işleyen bir topluluk getirirdi de onlar ALLAH’tan bağışlanma dilerlerdi ve O da onları bağışlardı.” (Müsned, Ahmed b. Hanbel)

* Efendimiz Hz. Muhammed (Ona Binler Selam) Gaffar isminin ahiretteki bir tecellisini şöyle anlatır: “Bir adamın Cehennem ateşine atılması emrolundu. Adam, Cehennem’e giden yolun üçte birlik kısmına ulaştığında ardına döndü. Yolun yarısına ulaştığında tekrar ümitle ardına baktı. Yolun üçte ikilik kısmına ulaştığında tekrar ümitle arkasına döndü. Bunun üzerine ALLAH şöyle buyurdu: ‘Onu geri çevirin ve ona niçin üç defa ardına dönüp baktığını sorun.’ O da cevaben: ‘Ben yolun üçte birlik kısmına ulaştığımda Senin: ‘Rabbin Gafur ve Rahim’dir’ (18/Kehf:58) sözünü hatırladım. Bunun üzerine bağışlanma ve rahmet ümidine yöneldim. Yolun yarısına ulaşınca Senin: ‘Zira ALLAH’tan başka günahları kim bağışlayabilir ki?’ sözünü hatırladım. Umudum kuvvetlendi. Yolun üçte ikilik kısmına ulaşınca Senin: ‘De ki: Ey kendi canları aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar!’ (39/Zümer:53) ayetini hatırladım. Senin mağfiretini ve rahmetini umarak umudum daha da arttı’ dedi. Bunun üzerine yüce ALLAH: ‘Git! Hiç kuşkusuz seni bağışladım’ buyurdu.” (Müsned, Ahmed b. Hanbel)

KAHİR/KAHHAR

KahharTEMEL ANLAMI:

* Gücü, bütün güç sahiplerinin üzerinde ve onlara baskın, galip olan, hiç yenilmeyen. “O, kullarının üstünde kahredici bir güce sahiptir.” (6/En’am:18)

* Bütün varlıkları emir ve iradesi altında bulunduran. Onları kuvvet ve kudretiyle içten ve dıştan kuşatmış bulunan. Hiçbir şey Kendisinin hükmünden dışarı çıkamayan. “O gün onlar (mezarlarından) meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi ALLAH’a gizli kalmaz. ‘Bu gün hükümranlık kimindir?’ (denir. Hepsi: )  ‘Vahid ve Kahhar olan ALLAH’ındır.’ derler.” (40/Mü’min:16)

* Bütün güç sahiplerine o gücü veren.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Dilediğinde her şeyi kahreden fakat bu ismin öncelikli ve temel anlamı olarak, yok eden, ezen, perişan eden gibi tanımlar yapmak doğru değildir. Bu tür anlamlar ancak ikincil olmak üzere doğru kabul edilebilir.

* Yaratılışa ait zahiri tecellileri ezeldeki takdirine uygun olarak değiştiren.

* “Zor kullanmak ve mecrasından çıkarmak suretiyle bir şeye boyun eğdiren. Başkasını, Kendi iradesinin dışında iş yapmaktan alıkoyan.”(Fahrüddin er-Razi)

* “İlahi hakimiyete karşı direniş gösterenlerin önce akıllarına ve duyularına seslenen belgeler sunan, bu yarar sağlamadığı takdirde çeşitli afet ve belalarla onları uyaran ve en sonunda da onları yok ederek ortadan kaldıran.”(Zeccac)

* “Yarattıklarını istediği şeyle ve istediği şekilde yöneten. Bu yönetime, yaratılmışlara gam ve üzüntü veren şeyler de dahildir. Örneğin, hayatı çekip almak gibi.  Bu isim, ALLAH’ın bazen yarattıklarına ağır, sıkıntılı ve üzücü haller de vereceğini ifade eder.”(Halimi)

* “Yarattıkları içindeki zorba ve azgınları cezalandıran ve bütün yarattıklarına onları öldürmekle galebe eden.”(Hattabi)

* “ALLAH, Zatını Kahhar olarak isimlendirmekle yarattıklarına benzemeyen bir yücelik ve büyüklüğe sahip olduğunu bildirmek istemiştir.” (Matüridi)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Evrendeki bütün değişim ve dönüşümler, Kahhar isminin tecellisiyledir. Örneğin, gündüzün gelişi gecenin kahredilmesiyle, yazın gelişi kışın kahredilmesiyle olur. Su ateşi kahreder. Her varlığın zıddı ve kendisini mağlup eden başka bir varlık vardır.

* Her çeşit cihadın temeli bu isimdir: “Fitne ortadan kalkıp, din yalnız ALLAH’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (2/Bakara:193); “Kafirlerle (savaşta) karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Sonunda onları iyice vurup sindirince, bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın).” (47/Muhammed:4)

 

PRATİK BOYUT:

* “İlahi ahlakla ahlaklanmanın bir gereği de, ALLAH’ın kahrına hedef olanları kahretmektir. Bu noktada hatırımıza hemen şeytan gelir. İnsan, şeytanı kahrettiği nispette ALLAH’ın lütfuna mazhar olur. şeytanı en çok kahreden şeyler ise, ‘iman, salih amel ve güzel ahlaktır’ Kahhar isminin tecellisi, bütün azametiyle Cehennemde kendini gösterecek ve böylece kâfir ve müşrikler, kahır ve perişan olacaklardır. Kahhar ismi, insanı isyan ve günahtan men ederek Cehennem azabından uzaklaştırır.”(Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 61))

* Nefsinin haram arzuları ve eğilimleri ile şeytanının oyunlarını etkisiz hale getirmiş olan Mü’min, Kahhar isminin tecellisine ayna olmuştur. Bu niyet ve bilinç ile “Ya Kahhar ya ALLAH” zikrinin vird haline getirilmesi gerekir.

* “Bu isimleri bilen Müslüman ALLAH’a karşı derin bir korku duyar. Nefsine, şeytana ve düşmanlara galip gelir. Onların isteklerine boyun eğmez. Mevlasına itaati tercih eder. Ahiret için çalışmasına mani olan her şeyden uzaklaşır.” (İzz b. Abdisselam)

* Dünya üzerinde İslam ve ALLAH düşmanlarını maddi ya da manevi fakat sonuç sağlayacak bütün vasıtaları kullanarak etkisiz hale getirmeye çalışan Mü’minler Kahhar isminin tecellisine araç olmuştur. Bu büyük bir sorumluluk ve şeref kaynağıdır.

* Mü’min’lere zulm etmek isteyenlere karşı Kahhar isminin zikrini vird edinmek gerekir.

* “Bu ismin zikri, özellikle, zorbalarla, zalimlere yarar. Bu ismi andıkları takdirde tümü Hakk’a dönmüş olur.”(Afifüddin et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 147)

 

İLGİLİ HADİSLER:

Efendimiz (Ona Binler Selam) gece uykudan uyandığı zaman Kahhar ismini de zikrederek şöyle dua ederdi: “Gaffar (çok bağışlayan), Galip (hükmünde galip olan), yerin göklerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan, Kahhar (yenilmeyen ve daima galip olan) bir tek ALLAH’tan başka ilah yoktur.” (Nesai)

VEHHAB

VehhabTEMEL ANLAMI:

* Rızk, mal-mülk, hidayet, sağlık, afiyet, şöhret, makam, saygınlık, ilim, basiret, hikmet v.b. maddi ve manevi nimetlerin her ikisini birden ve sınırsız olarak ve hiçbir karşılık beklemeden sürekli olarak veren. “Ve katından bize bir rahmet ver. Şüphesiz Vehhab Sensin, Sen!” (3/Al-i İmran:8)

* Kullarının çalışıp kazanmakla elde edemeyeceklerini, onlara vermeye kadir olan.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Verdiğinin karşılığını beklemeyen ve sitem etmeyen. Kendisine isyan edildiği ve günah işlendiği için ikram ve nimetlerini kesmeyen.

* “Hak etmeyenlere de lütuf ve ihsanda bulunan.”(Halimi) Örneğin yok olan bir şeyin yaratılıp, varlık meydanına çıkartılması gibi.

* “Vehhab isminin tecelli ederek ALLAH’ın kuluna bağışta bulunması, bir babanın hiçbir karşılık beklemeden evladına, sadece o, kendisinin evladı olduğu için bağışta bulunması gibidir.”(Gazali)

* “Kulunu hayırlı amellerde başarılı kılan.”(Matüridi)

* “Hibe ettiği şeyler çok çeşitli olmadıkça, daima fazla fazla vermedikçe ve bağışı devam etmedikçe Vehhab adı hak edilmez. İnsanlar ancak sahip olabildikleri mal ve maddi değerleri hibe olarak verebilirler. Dolayısıyla onların hibe etme güçleri sınırlıdır. Bu yüzden hastaya şifa, kısır olana çocuk, sapıklıkta olana hidayet, sıkıntı ve belada olana esenlik ve afiyet veremezler. Oysa ALLAH, bütün bunları vermeye ve hibe etmeye kadirdir.” (Hattabi)

* “Gerçek şu ki ALLAH’ın dışında karşılıksız bir şey veren hiçbir mülk sahibi yoktur.”(İzzeddin Cemel)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “ALLAH’ın hibe ve lütfu, herhangi bir nimet ve iyiliğe bağlı olmaksızın gelendir. O’nun hibe ve lütfunda hiçbir acı ve zarar bulunmaz. İçinde acı, zarar ve zorluk bulunan nimet ve iyilikler hibe sayılmaz. ‘Ve katından bize bir rahmet ver. Şüphesiz Vehhab Sensin, Sen!’ (3/Al-i İmran:8) ayetinin anlamı budur. ALLAH bu ayetle salih kullarına nasıl ibadet ve dua etmeleri gerektiğini, içinde bir zorluk ve zararın bulunmadığı nimet ve ihsanının nasıl isteneceğini, inkarcıların sapıklığını arttırmak için ALLAH’ın kendilerine üst üste verdiği lütuflardan (istidraç) nasıl korunmak gerektiğini öğretmektedir.”(Ebu Bekir b. El-Arabi)

 

PRATİK BOYUT:

* Kendisine peygamberlikle birlikte o güne kadar hiç kimseye verilmemiş ölçüde dünya nimeti de verilmiş olan Hz. Süleyman, ALLAH’ın bu çift boyutlu ve eşsiz lütfunu O’nun Vehhab ismini zikrederek istemiştir: “Rabbim! Beni bağışla! Ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık ver! Çünkü Sensin o Vehhab olan Sen!” (38/Sad:35) Bu Kur’an sırrından anlaşılıyor ki, ALLAH’ın maddi ve manevi nimetlerini çok geniş ölçüde ve bir arada isteyen kullar bu dileklerine Vehhab ismini aracı ve şefaatçi yapmalıdır.

* Bu ismin tecellisine ayna olan insanlar, ALLAH’ın hem maddi hem de manevi nimetlerini bol bol vererek, her iki anlamda da zengin kıldığı kişilerdir.

* Vehhab isminin tecellisine araç olanlar ise insanları maddi ve manevi olarak donatıp, hem refah içinde hem de müttaki bir kul olmaları için uğraşan ve bu uğraşıları karşılığında da onlardan bir şey beklemeyen kişilerdir. Bunlar genellikle Mü’min devlet adamları arasında bulunur. Ünlü halife Ömer b. Abdülaziz gibi.

* Vehhab isminin bilincine ermiş olan Mü’minler, maddi ya da manevi hiçbir lütuf için ALLAH’tan başka hiçbir varlık karşısında beklentiye girmezler. Malını ALLAH yolunda sarf eder, rahatını ALLAH için terk eder ve bu fedakarlıkları nedeniyle de mükafatını sadece ALLAH’tan beklerler. Bu konudaki ihlas ve azimleri sayesinde de istediklerine kavuşurlar.

* Her şey ALLAH’ın mülkü olduğundan ve O dilemedikçe hiç kimse hiç kimseye hiçbir şey veremeyeceğinden, sebepler kim ve ne olursa olsun gerçekte veren tek başına ALLAH’tan başkası değildir. Sebepleri aşarak bütün lütufların sadece O’ndan geldiğini bilenler ise Vehhab isminin tecellisinden nasibi olanlardır.

* Gazali: “Mü’min kul, ALLAH’tan Cennet’te dahil olmak üzere hiçbir karşılık beklemeden, kullukta bulunursa bu durum o kişide Vehhab isminin güçlü bir biçimde tecelli ettiğini gösterir.”

REZZAK

RezzakTEMEL ANLAMI:

* Yarattıklarına nerede olurlarsa olsunlar son nefeslerine kadar muhtaç oldukları maddi ve manevi her şeyi, bedenlerinin ve ruhlarının gıdalarını, kesintisiz biçimde ve çok çok veren: “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ALLAH’â aittir.” (11/Hud:6)

* “(Şuayb) Dedi ki: ‘Ey halkım! Eğer ben Rabbimden gelen açık bir delile dayanıyorsam ve O Kendi katından bana güzel bir rızk (peygamberlik) lütfetmişse?” (11/Hud:88)

* “Tekrar tekrar rızk veren, onu çoğaltıp genişleten.”(Halimi)

* “Rızka kefil olan, her canlıyı yaşatacak zaruri gıdayı üzerine alan.”(Hattabi) “O, doyurur, Kendisi doyurulmaz.” (6/En’am:14); “ALLAH size verdiği rızkı kesiverse, size rızk verebilecek olan kimdir?” (67/Mülk:21)

 

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Rızk ise, ihtiyaca cevap olarak sürekli verilen azık demektir. Maddi de olur, manevi de. Mesela, manalar, aklın rızkıdır, görünen varlıklar gözün rızkıdır, yiyecekler dilin rızkıdır, sevilenler kalbin rızkıdır, kokular burnun rızkıdır. İnsanın her hissine göre bir sofra vardır. Evet, her rızkı ALLAH yaratır. (…) Mideyi yaratan ALLAH, ona münasip rızıkları da yaratıyor.”(Ömer Sevinçgül, ALLAH, 31)

* “Genellikle rızk denildiğinde, öncelikle, bedenin ihtiyacını karşılayan, ona güç ve kuvvet kazandıran maddi nimetler hatıra gelir. (…) Manevi rızk denilince, öncelikle, ruh ve kalbi rahat ettirerek huzura kavuşturan şeyler hatıra gelir. Aklın rızkı, nimetin kendisi değil, onu tefekkür etmektir. Kalbin rızkı, çiçeğin kokusu ve rengi değil onu sevmek, onda tecelli eden ilahi isimleri sevmek ve o isimlerin sahibi olan ALLAH’ı sevmektir.”(Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 64)

* “Rızk, ‘Cenab-ı ALLAH’ın canlıya zevk ve faydalanma nasip ettiği şey’ diye tarif edilir.

Şu halde mülk olsun olmasın, yenilen içilen ve başka şekillerde kullanılan ve bilfiil faydalanılan mallara uygun olduğu gibi evladı, eşi, gayret ve işi, ilim ve bilgileri de içine alır. Ancak hepsinden de yararlanılması gerekir. Bu yararlanma dünya ve ahiret yararlanmasından daha geneldir.

Buna göre bilfiil yararlanılmayan din ve dünyevi mal, mülk, evler, aile, ilim ve bilgi rızk değildir. Bir şey çeşitli yararlanma biçimlerine ve farklı kimselere göre rızk olabilir. Malından, gücünden, ilminden yararlanmayanlar rızıklanmış değildir.”(Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır)

 

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Rızk fiiline muhatab olanlar ise, çeşitli hayat tabakalarından bütün canlılar, bütün insanlar, bütün şehidler ve Cennet ehlidir. Kaydetmek gerekir ki, takdir ettiği yaşama sürelerince, her canlının rızkını üstlenen ALLAH, bu rızkı istediği kimse hakkında genişletir veya daraltır. Ve bunun israfla heder edilmesine razı olmaz” (Suat Yıldırım): ‘ALLAH, kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarına karşı Habir’dir, Basir’dir (her şeyden haberdar, her şeyi gören)” (42/Şura:27)

* “ALLAH, Kendi takdirine göre rızk verir. ALLAH’ın rızkı vermesi akıl ve zekaya göre değildir. Aptala ve cahile de rızkını veren O’dur. ALLAH’ın takdiri gereği, rızkı elde etmenin ve zengin olmanın yollarını çok iyi bilen kimselerin bol rızka ve servete kavuşamayıp fakir düşmeleri çok görülen olaylardandır. Rızkı elde etmek, rızkı aşırı isteyip hırs göstermekle mümkün değildir. ALLAH Kendi takdiri, tedbiri ve kudreti gereği bir sebebe bağlı ya da bir sebebe bağlı olmayarak veya harici bir sebeple yarattıklarının rızkını azaltır veya çoğaltır.”(Matüridi, İmam Matüridi’de Esma-i Hüsna, Musa Koçar,61)

* “Rezzak’ın yarattıklarını rızıklandırmasında onların iman veya küfür içinde bulunmaları önemli değildir.”(SadreddinKonevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 73)

* “Kur’an’da bu fiil insana dayandırılmamış, gerek doğrudan doğruya ve gerekse bir takım sebeplere bağlı olarak rızk vermenin Cenab-ı Hakka ait olduğu vurgulanmıştır.”(İzzeddin Cemel)

* “Kim Rezzak’ın sadece ALLAH olduğunu bilirse O’na yönelen gerçek bir ferd olmuş olur.”(Kuşeyri,)

* Bir adam ALLAH Dostu Hatim el-Esamm’a sorar: “Nereden yiyorsun?”

“O’nun hazinesinden”

“Sana gökten ekmek mi yağıyor?”

“Eğer yeryüzü O’nun olmasaydı gökten yağdırırdı.”

* Rezzak isminin tecellisine ayna olanlar, ALLAH’ın maddi ve manevi olarak rızıklandırdığı bütün varlıklar; araç olanlar ise o varlıklara ALLAH’ın verdiği rızıklara vasıta olanlardır.

Bu nedenle “kulların elleri ALLAH’ın rahmet hazineleridir” denmiştir.

* “Eli, bedenlerin rızkının hazinesi, dili de kalplerin rızkının hazinesi kılınan kişi yüce lütfa mazhar olmuştur.”(İsmail Bursevi)

* “Rezzak’ı görmekle nimete ulaşan kimseye kaybettiği rızıklar zarar veremez.”(SadreddinKonevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 73)

* “O, rızıkları ve rızıklandırdıklarını yaratan, onlara rızıklarını ulaştıran ve rızık elde etme sebeplerini meydana getirendir. Rızıklar ikiye ayrılır:

1- Bedenin muhtaç oldukları rızıklar. Bunlar her türlü maddi yiyecek ve içeceklerdir.

2- Kalbin muhtaç olduğu rızıklar. Bunlar her türlü ilimler ve ilhamlardır. Batıni rızıklar, yani kalbin gıdası olan ilimlerle, mükaşefeler (kalbe ait manevi açılımlar, keşifler), rızıkların en üstünüdür. Çünkü Batıni rızıkların ürünleri ebedi hayattır. Zahiri rızıkların, yani bedenin ihtiyacı olan gıdaların ürünü ise kısa bir süre için bedenin kuvvetli kalmasıdır.” (Gazali)

*“Manevi rızıklar kutsal kitaplardadır, fakat bazıları esasen ter ü taze olmalarına rağmen insan eliyle kirletilmişlerdir. Ancak en son kitap olan Kur’an-ı Hakim hariç; onunla oynanmadığı gibi bir noktası dahi değiştirilmemiştir. Maddi rızkımızı kazanmak için gayret göstermemiz gerektiği gibi Kur’an’dan alacağımız manevi rızkımız da gayretlerimizin miktarına göre bir derecede olacaktır.”(Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 69)

  • Maddi rızıklar da yeryüzüne büyük bir hikmet, adalet ve rahmet ile dağıtılmıştır. İnsanlık tarihi boyunca yeryüzünün enerji kaynaklarındaki sıralanış bu durumun en net göstergelerinden biridir:

“Enerji kaynakları arza öyle dengeli yerleştirilmiş ki medeniyet farkına varmadan kaderini yaşamaktadır. Önce kömürü keşfetti. Arkasından petrole geçti. Oradan da nükleer enerjiyi buldu.

Enerji kullanım tarihine bir nazar edelim. Dünya nüfusu 200 milyon olana kadar orman fazlası odun insanların ihtiyacına kafi geliyordu. Nüfusun milyarı bulduğu son yüz yıllarda ise, toprağın altında kömür depoları bulunmasa idi hiç de iç açıcı neticeler ortaya çıkmayacaktı. 19. asırda tüm ormanlar bitirilecek, 20. Yüzyıla çıplak bir yeryüzü miras kalacaktı.

Arzın petrol depoları olmasa 5 milyara ulşan bugünün dünyasına kömür de kafi gelmeyecek, kömürlü tren ve vapur dışında hiçbir motorlu taşıt kullanamayacaktık.

Demek ilk çağlarda canlıların iri olmasında son çağlardaki insanların ihtiyacının görülüp planlanması var. Çünkü kömür ve petrol o zaman ki olağanüstü irilikteki bitki ve hayvanların yer altında kalıp, dönüşümler geçirmesi sonucu oluştuğu kabul ediliyor. Şu halde bu kadar bol petrol ve kömür için herbiri onlarca hatta yüzlerce tom ağırlığındaki hayvanlar ve olağanüstü irilikte bitkiler fgerekiyor olmalıydı. İlahi hikmetin bu fevkalade ince hesapları düşünen kafaları hayret ve tefekküre sevketmektedir.” (Osman Çakmak, Soyut Dünyalar ve Gerçek Uzaylılar, 89)

 

 

PRATİK BOYUT:

 

* Kur’an, Rezzak isminin tecelli ederek, insanın maddi ya da manevi ihtiyacının giderilmesini kulun iradesine düşen, sırlı ve önemli bir sebebe bağlamıştır: “Kim ALLAH’a karşı gelmekten sakınırsa (takva sahibi olursa), ALLAH ona bir çıkış yolu yaratır. Ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır.” (65/Talak:2-3) Yani kuldan takva, ALLAH’tan da rızk… Hem de hiç beklenilmeyen bir yerden ve sürpriz olarak…

* ALLAH’tan rızkımızı isteme konusunda Kur’an’ın öğrettiği bir diğer dua da Hz. Musa’ya ait olan: “Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım!” (28/Kasas:24) yakarışıdır. Bu dua, özellikle, kullardan hiçbir yarar gelmeyecek gibi görünen durumlarda yapılmalıdır.

 

* “Karnı tok olduğu halde sanki açlıktan kansız kalmış gibi açgözlülük eden ve daha fazlasını isteyen kimsenin durumu ne kötüdür. Oysa sen, muhtaç olduğun halde, aşırı düşkünlük göstererek rızk arama. Bil ki düşkünlükle rızk araman sana takdir edilen rızkı kesinlikle arttırmaz. Sana ancak takdir edilen rızk ulaşır, fazlası değil. O halde kendini küçük düşürerek rızk aramaktan vazgeç, onurunu koru. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: ‘Ruhulkudüs kalbime ilham etti ki, hiçbir nefis, rızkını tamamlamadıkça ölmeyecek. O halde ALLAH’tan korkun ve güzellikle isteyin. Helal olanı alın, haram olanı bırakın.”(Kurtubi)

 

* “Kulun Rezzak isminden nasibi iki noktadadır. Bunlardan biri gerçek anlamda rızk verenin ALLAH olduğunu bilmesi, O’ndan talepte bulunması ve O’na güvenmesidir. İkincisi O’nun kullara, hakka klavuzluk eden bir ilim, irşat eden bir dil veren bir el lütfetmesidir. Böylece kul, sözleri ve fiillerinin yardımıyla, değerli rızıkların kalplere ulaşmasına aracı olur. ALLAH, bir kulu sevdiğinde yaratılmışların ona olan ihtiyacını arttırır ve onu ilahi nimetlerin ihtiyaç sahiplerine ulaşmasına aracı kılar.”(Gazali)

 

* “Her Müslüman, ALLAH’tan başka rızk veren bir mutlak Rezzak’ın olmadığını bilmelidir. Eğer başkası, geçinmesi için rızk veriyor görünse de gerçekte o, kendisine verileni vermektedir. O halde sen de ALLAH’ın sana rızk olarak verdiklerinden başkalarına ver ki, ALLAH sana daha fazlasını versin. Yüce ALLAH bu gerçeği bize şöyle bildirmektedir” (Kurtubi): ‘De ki: ‘Rabbim dilediğine bol rızk verir ve (dilediğinden) kısar. Siz ALLAH için ne verirseniz, ALLAH da onun yerine size başkasını verir. O, rızk verenlerin en hayırlısıdır.” (34/Sebe:39)

 

 

 

İLGİLİ HADİSLER:

 

* Hz. Muhammed (Ona Binler Selam)özellikle İslam’ı yeni kabul etmiş olanlardan şu duayı yapmalarını istemiştir: “ALLAH’ım! Günahlarımı bağışla, bana merhamet et. Daima doğru yolu izlememi nasip et. Bana beden sağlığı lutfet ve beni rızıklandır.” (Müslim)

* “Eğer siz, ALLAH’a hakkıyla tevekkül edebilmiş olsaydınız, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar, sabah erkenden aç giderler, akşam tok olarak dönerler.” (Tirmizi)

* “Şüphesiz ki rızk, kulu, ecelinin kendisini aradığı gibi arar.” (İbn-i Hibban)

* “Zikrin en hayırlısı gizli olanı, rızkın en hayırlısı da ihtiyacı karşılayacak kadar olanıdır.” (Münziri)

* “(Kızı Hz. Fatıma’ya seslenerek:) ‘Ey kızım kalk! Rabbinin rızkını taksim etmesine şahit ol. Gafillerden olma! Şüphesiz ki ALLAH Azze ve Celle insanların rızıklarını tan yerinin ağarması ile güneşin doğması arasındaki zamanda taksim eder.” (Beyhaki)

 

* “Rızka seni araması emredildi, sana da Cennet’i araman emredildi.”(Hz. Ali)

FETTAH

FettahTEMEL ANLAMI:

* Her çeşit kapalılığı ve sıkıntıyı açıp, rahatlık ve genişlik veren.

* “Kullarına rızk ve rahmet kapılarını açan, onların iş ve girişimlerinin önündeki bütün engelleri kaldıran, insanların gerçeği görebilmeleri için kalp ve basiretlerini örten perdeleri kaldıran.”(Hattabi)

* “Yardımıyla her kapalı şeyin açıldığı ve hidayetiyle her sorunun çözüldüğü isimdir. Bazen ülkeleri düşmanların ellerinden çıkarıp peygamberleri için fetheder ve: ‘Doğrusu Biz sana apaçık bir fetih verdik’ (48/Fetih:1) der. Bazen de velilerin kalplerinden perdeyi kaldırıp, yüceliğinin iklimine ve azametinin güzelliğine giden kapıları onlar için açar ve: ‘ALLAH, insanlara bir rahmet açtı mı, onu engelleyecek olmaz. O’nun engellediğini de salacak yoktur.” (35/Fatır:2) der. Gayb ve rızk anahtarlarını elinde bulunduran ALLAH, elbette Fettah olmaya layıktır.”(Gazali)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “İyilik kapılarını açan, bütün anlaşmazlıkların nihai hakemliğini yapmak suretiyle mutlak adaleti gerçekleştiren, hak ile batılı birbirinden ayırıp durumu açıklığa kavuşturan, mazlumlara yardım edip Mü’min kullarına zafer veren” (Ragıb el-İsfahani): ‘Onlara (kafirlere) gökten bir kapı açsak da oraya çıkacak olsalardı: ‘Herhalde gözlerimiz bağlandı, belki de büyüye tutulduk!’ derlerdi.” (15/Hicr:14-15)

* “Fettah, hüküm verendir. ALLAH, verdiği hükümlerle kulları arasında kilitlenen sorunları ve hak ile batılın arasını açan, haklıyı yüceltip, haksızı alçaltandır. Bu, dünyada olabileceği gibi ahirette de olabilir.”(Halimi)

* “Gizli, açık her meselede hükmeden.”(Alusi)

* “Kapalı meselelerde Hakim olan.”(Beydavi)

* “İşlerin hakikatlerini bilen adil hakim: ‘De ki: ‘Rabbim hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızda adaletle hükmedecektir. O, Fettah’tır, Alim’dir.”(İbn Kesir)

* “Yaratılmışlardaki gizlilikleri ortaya çıkaran. Gizli olanı açık hale getiren. Hakkı batıldan, hidayeti sapıklıktan ayıran.”(Matüridi, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 62)

* “Nimet ve azap kapılarını açan.”(SadreddinKonevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 76)

* “Fettah’ın ilgi alanları üçtür.

1. Yokluk kilidini açıp, nesne ve olaylara varlık kazandırmak.

2. Bilinmeyeni, kelamı (Kur’an) ile açıklamak ve her müşkülü çözmek.

3. Rızık ve nasip kilitlerini açmak. Bu sonuncu tecelli, kıtlıktan sonra yağmur, fakirlikten sonra zenginlik vermek suretiyle maddi alanda olabileceği gibi üzüntüyü sevince, sapıklığı hidayete, isyanı itaate, günahkarlığı tevbeye, mağlubiyeti zafere ve cehaleti ilme çevirmek suretiyle manevi alanda da gerçekleşebilir.”(Ebu Bekir İbnü’l-Arabi)

* “Rabbimiz, Fettah ismiyle her şeye layık bir şekil açar. Fetih fiilinin tesiriyle sayısız tohumlar açılır bitki olur, yumurtalar kuş biçimi kazanır. İnsanı karanlık ana rahminde tek hücreden yaratır, ona kendine özgü bir şekil verir (…) Galaksiler, yıldızlar, gezegenler bir ‘fetih’ ile açılıp şimdiki şeklini almıştır.”(Ömer Sevinçgül, ALLAH, 75)

* “Manevi fethin çok önemli bir yönü de Nur Külliyatında şöyle nazara verilir: ‘Kainatın miftahı, anahtarı insanın elindedir. Alemin kapıları açık ise de manen kapalıdır. Cenab-ı Hak bütün o kapıları ve kenz-i mahfiyi (gizli hazine=ALLAH’ın İsimleri) açan ‘ene’ (benlik bilinci) namında bir miftahı insanın eline vermiştir.’ (Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye)

Buna göre insan ruhu Fettah isminin en büyük tecellisine mazhardır. O ruha konulan ene, yani benlik, bir anahtar vazifesi görüyor. ALLAH, bu anahtarı kullanmasını bilen kullarına nice fenni keşiflerin yolunu açtığı gibi, esma-i ilahiyenin hazinelerini de açıyor.

İnsan, kendi ruhuna takılan ilim, irade, kudret gibi sıfatların her birini bir anahtar yaparak, kıyas yoluyla, ilahi isimlere ve sıfatlara ulaşır (…) ‘Mesela: ‘Ben şu evi nasıl yaptım ve düzenledim. Öyle de şu dünya hanesini birisi yapmış ve düzenlemiştir’ der.” (Sözler) (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 67))

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Maddi ya da manevi bütün fetihler bu ismin tecellileridir. Örneğin İstanbul’un fethi…

 

PRATİK BOYUT:

* “ALLAH’ın Fettah olduğunu bilen bir insana yakışan, O’nun lütuf ve kereminin mutlaka geleceğini ummak, acele etmeyip ilahi hükmün yerini bulmasına hazır olarak beklemek ve O’nun hükmünde zaman açısından herhangi bir değişikliğin olmayacağını bilmektir.”(Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 74)

* İnsanların iç sıkıntılarının ruh bunalımlarının da açılıp yerini ferahlığın alması “Fettah” isminin tecellisi sayesindedir. Bu tür şikayetleri olanların “Ya Fettah ya ALLAH” zikrine devam etmeleri gerekir.

* Fettah isminin bilincine varmış olan Mü’min kul, ALLAH’ın hakkındaki hükmünü, ister lehinde, ister aleyhinde olsun kabul edebilmeli ve o hükmün gereğine boyun eğebilmelidir.

* Fettah isminin kendi üzerinde de tecelli edip ona ayna olmak isteyen ve maddi, manevi tıkanmalarını açmasını bekleyen Mü’min kul, zor durumda olan ve bir şekilde tıkanıp kalmış bulunan diğer Mü’minlere de el uzatıp, öncelikle Fettah isminin onlarda tecelli etmesi için araç olmalıdır.

* “Kendi rahmet ve cömertlik kapılarını sen kendine açacaksın! Senden daha zayıf olanlara yardım et ki senden daha güçlü olanların zulmünden güvende olasın. Düşmüşlere el uzat ki sen de düştüğün zaman sana yardım edilsin. Hepsinden önemlisi de kimseyi incitme, çünkü bir can incitmek rahmet ve ihsan kapılarını kilitleyen bir anahtardır.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 70)

* “Fettah isminin insanlar üzerindeki tecellisi ise şudur: Derler ya; ALLAH bir kapıyı kaparsa diğerini açar. İnsan, kendi hatasından veya içtimai anormalliklerden, bazı felaketlere düştüğünde ALLAH, bu kulunun karşısına yeni imkanlar ve fırsatlar çıkarabilir. Birçok yetimin hayatı babalı çocuklarınkinden daha iyi duruma gelmiştir.”(Nureddin Ünal, Esma’ül Hüsna, 49)

* Kur’an, Fettah isminin tecelli edip, maddi ya da manevi her türlü sıkıntı ve zorluğun kaldırılmasını, kulların iman ve takva sahibi olmaları şartına bağlamaktadır: “O ülkelerin halkları iman edip, günahtan sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket ve bolluk kapıları açardık.” (7/A’raf:96)

 

İLGİLİ HADİSLER:

* Hz. Muhammed (Ona Binler Selam) camiden içeri girerken: “ALLAH’ım! Bana rahmet kapılarını aç!” diye dua edilmesini tavsiye ederdi. (Müslim)

ALİM/ALLAM

AlimTEMEL ANLAMI:

* İlmi (bilgisi) sonsuz olan.

* Zaman ve mekan kaydı olmaksızın, küçük büyük, gizli açık her şeyi, her olayı ve oluşumu hakkıyla tam olarak bilen.

* İlmi, isteyene de, istediği kadar veren ve öğreten.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Yaratılmışların bilemedikleri sırları ve gizlilikleri bilen.”(Hattabi)

* “Allam, farklı türdeki bütün bilgi çeşitlerini bilendir. Buna göre ALLAH, şu an var olanı, var olmakta olanları, var olduklarında nasıl olacaklarını, var olmayanları ve eğer var olsalardı nasıl olacaklarını bilendir.” (Halimi)

* “Kulun ilmi, ALLAH’ın ilminden üç noktada ayrılır:

1- Kulun bildiği şeyler sınırlıdır, ALLAH’ın ki sınırsızdır.

2- İnsanın bilgisi açık ve net değildir, ALLAH’ın ilmi ise hiçbir belirsizlik içermez tam ve nettir.

3- ALLAH’ın ilmi herhangi bir şeyin varlığı sayesinde değildir, kulun bir şeyi bilmesi ise o şeyin varlığına bağlıdır.”(Gazali)

* “Bilmiş olun ki göklerde ve yerde ne varsa ALLAH’ındır. O, sizin ne yolda olduğunuzu iyi bilir. İnsanlar, O’nun huzuruna döndürüldükleri gün, yapmış olduklarını onlara hemen bildirir. ALLAH, her şeyi hakkıyla bilendir.” (24/Nur:64)

* “Doğrusu O, göğüslerin özünü bilendir.” (35/Fatır:38)

* “Gaybın anahtarları ALLAH’ın katındadır. Onları, O’ndan başkası bilemez. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir. O’nun bilgisi olmadan bir tek yaprak bile düşmez. Yerin karanlıkları içinde gömülen her tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, mutlaka apaçık bir Kitap’tadır.” (6/En’am:59)

“Bu, ALLAH’ın sınırsız ilminin bir tasviridir. İnsan böyle şeylerden söz ederken bu derece engin ufuklara ulaşma imkanı bulamaz.”(Seyyid Kutub)

* “ALLAH, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir.” (40/Mü’min:19)

* “O, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.” (20/Ta Ha:7)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* ALLAH’ın ilmi, kullarınkinden farklı olarak, hiçbir varlık yaratılmamışken de vardır ve varlıklar o ilim sayesinde yaratılmışlardır. Bizler ise o varlıkları bilmemiz suretiyle ilim sahibi olmaktayızdır.

Bu durum O’nun ilmi ile bizim ilmimiz arasında bir temel nitelik farkına işaret eder: O’nun ilmi varlıkların sebebidir, bizim ilmimiz ise sonucudur.

* “Ben bildiğim şeyi var edildiği için bilirim; Senin bildiğin ise Sen bildiğin için var edilir (…) Açık edip söylediğimi de bilirsin. Susup kendime sakladığımı da bilirsin. Unutup kendimden sakladığımı bile bilirsin. Kendi kuyularıma aklımın iplerini salarım, kendime aklım ermez. Beni benden çok bilensin. Kalbimin kuytularında el yordamıyla dolaşırım; kendime kendim yetmez. Beni benden saklayansın. Bana benden çok sırdaşsın.”(Senai Demirci, 99 Esma 99 Dua, 47)

* “ALLAH, bütün zaman ve mekanların yaratıcısı olduğu için O’nun ilmi zaman ve mekanla kayıtlı değildir. Önceyi, şimdiyi ve sonrayı Kendinden kaynaklanan bir ilim ile bilir.”(Alusi)

* Bediüzzaman: “ALLAH, bütün canlılara, her birine uygun şekilde ve zamanda, ummadığı yerden rızıklarını vermektedir. Bu, sonsuz bir ilimle olur. Bunun için rızka muhtaç olanları, ihtiyaç zamanını ve ihtiyacı bilmek gerekir.”(Bediüzzaman)

Ve bu durum sadece Alim-Rezzak isimlerine özel bir ilişki biçimi değildir. Bir çok isim, Alim ismiyle aynı şekilde bir irtibat içindedir.

* “Nur Külliyatında, ilim konusunda enteresan bir ifade yer alır: ‘Fiilen bilmek’: ‘Hiç yaratan bilmez mi? O, Latif’tir, Habir’dir.’ (67/Mülk:14) ayet-i kerimesi, bu ‘fiilen bilme’yi ders veriyor. Bir örnek: Selimiye camiinin mimari özelliklerini biz de biliriz, Mimar Sinan da. Ama onun bilmesi fiilidir. O, Selimiye’nin minarelerini yapar, kubbesini çatarken, ilmiyle kudreti birlikte çalışmıştır. Bizim aynı şeyleri bilmemiz ise bundan çok farklıdır. Bizimkinde, yapılmış olanı sonradan öğrenme söz konusudur (…) İnsan, kendisine ihsan edilen o azıcık ilmiyle ALLAH’ın Alim ismini tanır. Her şeyin ilimle vücut bulduğunu, hikmetli ve manalı yaratıldığını anlar. Bir hayvan kendi iç organlarından bile haberdar değilken, insanın bu kadar geniş bir sahada ilmiyle dolaşması, onun için büyük bir şereftir. Arzın halifesi olan insan, kendini okuduğu gibi, kendini okumaktan aciz olan yaratılmışları da okumakla vazifelidir.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 70)

* Bir insanın sahip olabileceği en üstün ve en değerli ilim ise konusu en üstün ve en değerli olan varlığa ait olabilir: Yani ALLAH’a…

Evet bütün ilimlerin hedefi, anlamı ve en değerli en üstün olanı, “Marifetullah” yani ALLAH’ı bilmektedir.

Bütün kitapların bir tek Kitab’ı (Kur’an’ı) daha iyi anlamak için okunması gibi bütün ilimler de bir tek ilmi bilebilmek için öğrenilir: Marifetullah’ı…

* “En şerefli bilgi, konusu en şerefli olan bilgidir. Ve bu da hiç şüphe yok ki, ‘ALLAH bilgisidir’ (Marifetullah). Diğer bilgiler de ancak bu en önemli ve en şerefli bilgiye ulaştırdıkları ölçüde değerli ve şereflidir.”(Gazali)

* “Ancak Yüce ALLAH hakkında tam manasıyla bilgi sahibi olmak imkansızdır. İnsan, O’nu tanımak için bütün gücünü harcadıktan sonra, O’nu tanımanın imkansız olduğunu anladı mı, gerçek ve en mükemmel bilgiye ermiş olur. Bundan dolayıdır ki, Hz. Ebu Bekir: ‘Bilgi, kulun, O’nun hakkında bilgi sahibi olmaktan aciz olduğunu idrak etmesidir’ demiştir. Bilginin sonu hayret ve dehşettir. O’nu en iyi tanıyan O’nda en çok hayrete düşendir.” (Gazali)

 

PRATİK BOYUT:

* Alim isminin bilincine varmış olan Mü’min kul, ALLAH’tan utanır. O’nun her şeyi bildiğini düşünerek, günahın açığından da gizlisinden de kaçınır.

* “Alim isminin zikri, zikredenleri gafletten uyararak kalbe Rabbini hatırlatır.”(Afifüddin et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 21)

* Her insanda baskın olarak tecelli eden ve o insanın kişiliğinin temel karakteristik özelliklerini veren ve tasavvufta adına “İsm-i Galib” denilen bir isim vardır. İsm-i Galib’i Alim olanlar, yaratılışlarındaki temizlik ve ALLAH’ın onları kutsal bir nur ile desteklemesi ve O’nun lütfu sayesinde,hiç kimseden ya da hiçbir yerden bir şey öğrenmeden ve belli bir şey üzerinde tefekkür etmeden kendilerini ilm-i ledün sahibi kıldığı kimselerdir. Alim isminin İsm-i Galib olduğu kimselerin sahip oldukları ilim aslında irfandır. İrfan, ilmin kuru bilgi olmanın ötesinde içselleştirilmesi, yaşanması, o konunun gerçeğine varılması ya da diğer bir deyişle hakkı hak ile ve doğru olarak bilmektir.”

KABID

KabıdTEMEL ANLAMI:

* Her şeyi sonsuz kudreti altına alan, kavrayıp kuşatan, sıkıp daraltan. Ölüm sırasında ruhları alan (kabzeden) yaşam sırasında da zaman zaman bazı hikmetlere dayalı olarak insanlara maddi ve manevi darlıklar, sıkıntılar veren. Örneğin bazı insanların, sahip kılındıkları rızık ve nimetlerin geri alınarak sıkıntıyla sınanmaları gibi… “Darlık veren de, bolluk veren de ALLAH’tır.” (2/Bakara:245)

* “Kulların isyan ve günahlarını önlemek için onların rızıklarını daraltan. İhsan ettiği nimetleri sınırlandıran.”(Matüridi)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

“Bazen vermeyen, bazen veren; bir topluluğa vermeyen, diğerine veren; bazen toplayan, bazen dağıtan; öldüren ve dirilten.”(Ragıb el-İsfahani): “ALLAH, dilediğine rızkı bollaştırır ve azaltır.” (13/Ra’d:26)

* “Kabıd, varlıkların kabzasında bulunduğu Zattır. Bütün Evren O’nun kabzasında bulunur. Kabıd, kabzettiğinde (dürdüğünde) artık hiçbir kuvvet, bast ettiğinde (yaydığında) ise hiçbir ihtiyaç kalmaz.” (SadreddinKonevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 83)

* “Sadakaları kabul edip, mükafatını veren.”(Ebu Bekir İbnü’l-Arabi)

* “Kalpleri, bilgisizlik ve gaflet sebebiyle daraltıp, Kendisine yabancılaştıran. Sadakaları alıp, fakirlere dağıtan.”(Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 79)

* “Emanet vermiş olduğunu geri alan.”(A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 255)

* Kıyamet günü evreni, sonsuz gücü ile tahrip eden.

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Bu isim, “Basıt” (genişleten, ferahlık veren) ismiyle karşıt anlamlı olmak üzere bir çift oluşturur. Basıt isminden ayrı olarak, tek başına zikrinin vird edilmesi uygun değildir. ALLAH hakkında su-i zanna ve kulun başına bir kısım darlıkların, sıkıntıların gelmesine neden olabilir.

Bu ismin zikrini, (Basıt ismiyle beraber) vird edinen, ALLAH’tan bir heybet ve celal kazanır. Çevre, kendisinden korkup çekinmeye başlar. Vird, A’zam noktasına ulaşabildiği takdirde, gazap ile yöneldiği herhangi bir şeyin mahvına sebep olur.

* Kabıd isminin tecellisi, kullar için bir sınavdır. Böyle durumlarda ALLAH kulunu, kaybettiklerinden ötürü isyan/sabır noktasında sınamaktadır.

* Kulun, Rabbinden gelen maddi-manevi nimetler karşısında ve dünyadaki sınav süreci devam ederken sınırsız bir rahatlığa ulaşıp şımarması ve yoldan çıkması Kabıd isminin tecellileriyle kesilmektedir ki bu durum, celal içinde bir rahmettir. Aksi halde kul, Cennet birikimini ve liyakatini kaybetmiş olacaktı.

* Kabıd isminin tecellisiyle kalbin korku (havf) hali yaratılmış olur.

* “Yüce ALLAH’ın Kabıd isminin tecellisini, uyuyan birinin ruhunun kabz olmasında; sevinçli iken gelen şok haberle sıkıntıya düşme anında; zenginken fakirleşmede; güçlü iken güçsüzleşme anında görebiliriz.”(Feyzullah Birışık, Esma-ül Hüsna, 43)

* “Kabz yolunu kapatan itidal yoluna uymak, ALLAH’ın şu mealdeki ayet-i kerimesinde anlatılmıştır.” (Sühreverdi) ‘Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve ALLAH’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız. Çünkü ALLAH, kendini beğenip, böbürlenen kimseleri sevmez.’ (57/Hadid:23)

* Kulların bu dünya hayatında yaşadıkları sınav ve sıkıntılar, Kabıd isminin tecellisiyledir. Bu isim, günahların temizlenmesine, ALLAH’ın kul tarafından daha iyi tanınmasına ve insanın Cennet’e yönelik olarak maddi ve manevi duygularını geliştirmesine vesilesidir. Yoksa ALLAH’ın kuluna sebepsiz yere sıkıntı verip, işkence yapmasının kaynağı gibi algılamak son derece yanıltıcı olur. Kabıd isminin hikmetiyle ve bu dünya hayatında yaşanan her türlü sıkıntıyla ilgili olarak şu ayetler son derece anlamlı ve ufuk açıcıdır: “ALLAH, kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir.” (42/Şura:27); “Eğer bütün insanların dinsizliğe imrenecek bir tek ümmet haline gelme (tehlikesi) olmasaydı, Rahman’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık.” (43/Zuhruf:33) Bu hikmetin bir diğer boyutu, Matüridi’ye göre, rızık kendilerine bol olarak verildiği takdirde insanların o maddi şeylerle meşgul olup, şükürlerini ve kulluklarını zayıflatacak olmalarıdır. Bu nedenle ALLAH, rızkı, dilediğine dilediği kadar vermektedir.

* Kabıd isminin tecellilerinden biri, “kabir sıkmasıdır”. Akılla anlaşılmayacak bir biçimde kabir, içine konan herkesi şiddetle sıkar. Bu durum, İmam Celaleddin Suyuti’nin rivayet ettiği bir hadise göre Mü’min için, “Daha önce affedilmeyip, üzerinde kalmaya devam eden bütün günahlara kefarettir.” Kafir için ise, azabın en yumuşağı ve başlangıcıdır. Hz. Huzeyfe’nin anlattığına göre: “Bir cenazede Rasulullah (Ona Binler Selam) ile beraberdik. Mezarlığa vardığımızda Rasulullah kabrin kenarında oturdu, sık sık kabrin içine bakmaya başladı ve şöyle buyurdu: ‘Burada Mü’min öyle sıkıştırılır ki damarları ve kasları şiddetten kopar. Kafirin ise üstü ateşle dolar.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned) Tirmizi’nin rivayet ettiği başka bir hadiste ise kabir sıkıştırmasının özellikle dikkat edilmeyen idrar serpintilerinden kaynaklandığı haber verilmektedir.

* Big Bang sürecinin başlangıcında bütün evren on üzeri eksi otuz üç cm. boyutlarındadır. Yani, bir santimetrenin milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda birinin, binde biri boyutlarındadır. Kütlesi yani ağırlığı ise bu gün sahip olduğu ağırlığın aynıdır. Bu durum, Kabıd isminin en çarpıcı ve ALLAH’ın sonsuz kudretinin en göz alıcı örneklerinden biridir. (Said Alpsoy, ALLAH’ın Varlık Delilleri, 33)

*  Bitki, hayvan, insan bütün canlıların, bütün genetik özellikleriyle tek bir hücrede programlanmış olması gibi olaylar da, Kabıd isminin tecellisine ait diğer ilginç örneklerdir.

* Nötron yıldızlarının durumu ise Kabıd isminin tecellisinin bir diğer çarpıcı örneğini oluşturur. Orta büyüklükte bir yıldız yakıtını bitirip süpernova haline dönüştükten yani patlayıp kütlesinin bir kısmını uzaya savurduktan sonra nötron yıldızı halini alır. Atom yapısı değişen eski güneş Kabıd isminin tecellisiyle o denli sıkışır ki, yoğunluğu hayal bile edilemeyecek düzeye ulaşır. Güneşin kütlesi yaklaşık on kilometre çapında bir kürenin içine sıkıştırılmış durumdadır. (Alan Lightman, Yıldızların Zamanı, 49) Bir diğer anlatımla: Bir çorba kaşığı nötron yıldızı maddesinin ağırlığı yaklaşık on milyar tondur. (Halil Kırbıyık, Babillilerden Günümüze Kozmoloji, 83)

* “Kelimenin sonundaki ‘dad’ harfi, dilimizde kalın ‘d’ ile ‘z’ arası bir ses verir. Bu sebepten bazen ‘d’, bazen ‘z’ olarak telaffuz edilmektedir.”(Nureddin Ünal, Esma’ül Hüsna, 52)

 

PRATİK BOYUT:

* “Rahattaki kalp kabza uğrayıp sıkışır, berrak akıl depresyona duçar olur. Bunların hepsi, ALLAH’ın Kabıd isminin tecellileridir (…) Kabz zamanlarında nefsin ve bedenin muzdarip olur, fakat insanın bu hali sabır ile dengelenmeli ki sabır, imanın yoldaşıdır: ‘ALLAH, sabredenleri sever.”            (3/Al-i İmran:146) Kabz zamanlarından istifade etmeye bak, çünkü imanını kuvvetlendirerek seni Yaratıcına yaklaştırma ve O’nun sevgilisi kılma vesilesi olabilir (…) Edep, kabz halinde ortaya çıkabilecek olan problemleri karşılayıp, çözme vasıtamızdır. Böyle zamanlarda bizi odaklanamama, akıl karışıklığı ve şüpheye düşmekten koruyabilir (…) ‘Ya Kabıd’ ölüm meleği olan Azrail’in virdidir.”(Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 73)

* “Kabz, Yüce ALLAH’ın kuldaki hakkıdır. Bast ise kulun Yüce ALLAH’tan elde edebildiği payıdır. Böylece kul için, Yüce ALLAH’ın kendisindeki hakkını yerine getirmek, kendisinin Yüce ALLAH’tan olan payını elde etmekten daha önemli ve önceliklidir. Yüce ALLAH’ın kabzı halinde kul sızlanmaktan kaçınmalıdır. Yüce ALLAH’ın bast etmesi halinde ise edebi terk etmekten sakınmalıdır. İki durum da büyük bir tehlikedir.” (Şeyh Ebu Ali Dakkak)

* “Her insanın kabzı bastına göre, bastı da kabzına göre olur. Bazen kabzın sebebini tayin etmek, kabz sahibi için zor olur. İnsan kalbinde bir kabz bulur, fakat sebebini ve bu durumu gerektiren şeyi bilemez. O zaman bu tür kabz sahibi için kurtuluş yolu, bu hal ve vakit geçene kadar teslimiyet göstermektir. Çünkü zoraki hareketlerle bu tür kabzı kendinden uzaklaştırmak veya kendisine gelmekte olan kabz halini iradesi ile gidermeye hazırlanmak, kabz halini daha da fazlalaştırır.

Bazen bu çeşit davranışlar kötü bir edeb eseri olarak ta görülebilir. Kul, vaktin hükmüne kendini teslim ederse,çok yakında kabz hali kaybolur. Çünkü Sübhan ve Yüce olan Hak: ‘Kabz ve bast eden ALLAH’tır.’ (2/Bakara:245) buyurmuştur.

Bazen bast aniden gelir. Birden sahibine isabet eder, bunun sebebi bilinmez. Gelen bast, sahibini silkeler ve hafifletir. Bu durumda bast sahibi için kurtuluş yolu, sükunetini korumak ve edebe uymaktır. Çünkü bu halde bast sahibi büyük bir tehlikeye maruz kalabilir.”(Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 79)

* “ALLAH dostlarında kabz ve bast tecellilerinin anlamı sıradan insanlara göre, çok farklıdır. Onlarda, kulun yaşadığı bast hali, Hakk’ın sevdiği kulunu kıskandığının ve Kendisinden başka bir şeyle sevinip, rahatlamasını istemediğinin; bast hali ise Hakk’tan sevdiği kuluna bir sitem geleceğinin işaretidir.”(Hucviri)

* “Kendilerine hikmet ilham edilen ve özlü sözler verilen kulların da sıkıntılı (kabz) ve ferah (bast) oldukları zamanlar vardır. Bu kullar, ferah (bast) hallerinde ALLAH’ın ayetlerini ve güzel nimetlerini insanlara hatırlatarak, onların kalplerine ferahlık verirler. Sıkıntılı (kabz) hallerinde ise ALLAH’ın yüceliğini, büyüklüğünü, azabını çeşitli bela ve musibetlerini, ALLAH’ın düşmanlarından intikam alışını insanlara hatırlatarak, onları uyarır ve korkuturlar.”(Gazali)

* “Kul, ALLAH’ın Kabıd ismini kendine örnek edinerek, ehil olmayan ve hak etmeyen kimseye mal, ilim ve hikmet vermemelidir.”(İzz b. Abdüsselam)

 

İLGİLİ HADİSLER:

* Efendimiz Hz. Muhammed (Ona Binler Selam) bütün ekonomik sıkıntıları, Kabıd isminin tecellileri kapsamında değerlendirmiştir. Bu anlamda, fiyatların aşırı yükselmesinden şikayet eden sahabilerin, önlem olarak, fiyat dondurulması taleplerine cevap verirken: “Fiyat olgusuna hükmeden, rızkı daraltıp genişleten, insanların geçimine dayanak olan nimetleri lütfeden ALLAH’tır.” (Tirmizi) buyurmuştur.

BASIT

TEMEL ANLAMI:

* Kabzedip daralttığını genişletip ferahlatan (basteden): “ALLAH’ın elleri açıktır. Dilediği gibi verir.” (5/Maide:64)

* Dilediği kullarını maddi ve manevi rahatlığa ulaştırarak, rızıklarını genişleterek sınayan: “ALLAH, dilediğine rızkı bollaştırır.” (13/Ra’d:26)

* “Bütün zaman, mekan ve varlıklarda; ilim, yaratma, cisim ve rızık gibi her işteki genişlik, ferahlık ve bolluk yalnız O’nun rahmet ve iradesiyle meydana gelen.” (İsmail Mutlu)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Bazen Basıt sıfatının  tecellisinin devamı ilahi bir tuzak ve ALLAH’ın azgın kuluna hazırladığı azabın ön işareti olabilir. Sadreddin Konevi, şu tespitiyle bu noktaya dikkat çeker: “Tuzakların en tehlikelisi, nimetlerin azaba maruz kalana gönderilmesidir. Yüce ALLAH, şöyle buyurmuştur: ‘O kafirler, kendilerine mühlet vermemizin, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Onlara sadece günahlarını arttırsınlar diye mühlet veriyoruz. Onlar için zelil ve perişan eden bir azap vardır.” (3/Al-i İmran:178)

* Basıt sıfatının tecellisinin kullar için ciddi bir imtihan boyutu oluşturduğunu Hz. Ömer de dile getirmektedir: “Belalarla sınandık sabrettik, lütuflarla sınandık sabredemedik” sözüyle veciz bir şekilde bu gerçeğin altını çizmiştir.

* “Dilediği kuluna ihtiyacından daha fazlasını vererek onu başka kullarından üstün kılan.” (Halimi)

* “Verdiği nimeti geri almayan.” (Matüridi)

* “Kalpleri yayandır. Yani ilim ve marifetle (ALLAH’ı bilmekle) genişletendir.” (Kuşeyri)

* “Bazı alimler der ki: ‘Bast’ın en büyüğü, ALLAH’ın kalplere merhametini yaymasıdır. Böylece kalpler aydınlanır ve günah bataklığından kurtulur.” (Kurtubi)

* İlk yaratılışta ve haşirde ruhları cesetlerle birleştiren.

* “Nefsin kötü huylarını gideren. İlahi tecellilerin yolunu açan.” (A.Yüksel Özemre)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Bir Kudsi Hadis Kabıd ve Basıt sıfatlarının kullar üzerindeki tecellilerinin ALLAH’ın Hakîm ismiyle nasıl bir ilişki içinde bulunduğunu anlatmaktadır: “Mü’min kullarım arasında ancak zenginliğin kendisini hidayet üzere tutacağı kimseler vardır ve eğer Ben onu fakir kılacak olursam, fakirlik o kulu ifsad eder. Aynı şekilde, Mü’min kullarım arasında ancak fakirliğin kendisini hidayet üzere tuttuğu kimseler de vardır. Onları zengin edecek olursam, zenginlik onu ifsad eder. Ben kullarımı onların kalplerini bildiğime göre yönetirim. Şüphesiz Ben her şeyi çok iyi bilenim; her şeyden haberdar olanım.” (Tirmizi)

* “Şunu bilmelisin ki günün başlangıcı, güneş zevale (tam orta noktaya) erişinceye kadar Basıt ismine aittir. Zevalden sonra günün geri kalanı, güneş batıncaya kadar Kabıd ismine aittir (…) Basıt ismiyle Kabıd ismi, aralarında bir seneyi bölüşmüş olurlar ki (…) kış mevsimi ile ilkbahar mevsimi Basıt isminin olur. Zira bu sıfat yaratma çevresi olup bu da yayılma ve genişlemedir (…) Yaz ve sonbahar alemine gelince, bu iki mevsim Kabıd isminin alemi olup (…) (İnsan için) Yaş değişikliğine göre ilk büyüme yani yetişme dönemi duraklama dönemine kadar Basıt isminin etkisindedir. Daha sonra duraklama döneminden kişinin eceli gelinceye kadar Kabıd isminin etkisi altındadır (…) Ecel ise Kabıd’a aittir.” (Afifüddin et-Tilmsani)

* Yeryüzünün yayılıp uzatılması ve canlı yaşamına uygun hale getirilmesi ya da gölgenin uzatılması gibi fizik/kozmik nitelikli olaylar da Basıt isminin tecellisine bağlanmıştır: “Yeri uzatıp yaydık.” (15/Hicr:19); “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi?” (25/Furkan:45)

* İnsan kalbinin kanı pompalarken yaptığı ve adına “nabız” dediğimiz vuruş/genişleme hareketi Basıt isminin, sonra gelen büzülme hareketi ise Kabıd isminin tecellisiyledir. Yani insanın, canlılığını ve fiziksel varlığını devam ettirebilmesi de bu iki ismin bir arada ve belli bir uyum içinde tecelli edebilmesine bağlıdır.

* “Kabzı, adalet bilip, sabretmeli; bastı, lütuf bilip, şükretmelidir. Kendi kalbindeki tecellilerden kabz ve bastın ne demek olduğunu öğrenip, Yüce ALLAH’ın sırlarını, ehli olmayandan kabz ve ehli olana bast etmeli, yaymalıdır.” (Kadızade)

* “Kalbine reca (ümit) galebe çalan kimse bast ehlinden olmuş olur.” (Kuşeyri)

*  “Kulun, cüz’i iradesini Hakk’ın rızası istikametinde kullanmasıyla kalb ve ruh aleminde bir genişlik hasıl olur. Aksi halde insan ruhi sıkıntılar, günümüz tabiriyle stresler içinde perişan olur.” (Alaaddin Başar)

* “Rahat ve genişlik yani bast dönemlerinde şımarma. Her şey iyi gidiyorken bütün o heyecan ve zevkin içinde ALLAH’ı unutarak kibre düşme ve başarı ve emniyetine sebep olarak kendini görme. O zamanlar, imanın diğer yoldaşı olan şükrü hatırlama zamanlarıdır (…) Abdülbasıt (Basıtın kulu) o kuldur ki, gayretinin neticesi olan şeylerden ve mallarından ALLAH’ın muradı gereğince ve kolaylıkla infak ederek ALLAH’ın kullarının kalplerine mutluluk ve neşe getirir (…) ‘Ya Basıt’, İsrafil’in virdidir. Bu şerefli ismin virdini kim alışkanlık haline getirirse kalp huzuruna ulaşarak stres ve problemlerden kurtulur. Ayrıca geliri artar, sayılır ve sevilir. Diğer insanlara mutluluk verecek hale gelir.” (Tosun Bayrak)

* “Kabz, daima kendinden önceki bir basttan meydana gelir. Bast ise, bazen kendiliğinden de olabilir. Bunun nedeni, ilahi rahmetin genişliğidir. Şu halde her kabzı bir bastın takip etmesi gerekir; ancak her bastı bir kabzın takip etmesi şart değildir. Buna örnek olarak kendilerine azap ettikten sonra, Hakk’ın kullarına kendisiyle merhamet edeceği ‘rahmet’i verebiliriz. İşte bu, kabzdan sonra gerçekleşen basttır. Dolayısıyla bu rahmetin ardından elem verici bir kabzın gelmesi imkansızdır. Bu mertebenin tam olarak gerçekleşmesi ahirettedir. Ya da ahiret ehlinden fenafillah metresine ulaşan kimselerin üzerinedir. Çünkü onlar ‘bast’ meydanında neşeyle dolaşırlar ve ALLAH katından kendilerine ulaşan inayet (yardım) lütuflarının soluklarıyla ve hidayet nurlarının meltemleriyle daima mutluluk içinde bulunurlar.” (Sadreddin Konevi)

* Sadreddin Konevi’nin yukarıda işaret ettiği duruma bir Sünnetullah (ALLAH’ın Kanunu) olarak Kur’an’da da dikkat çekilir: “O günler… Biz, onları insanlar arasında çevirip dururuz.” (3/Al-i İmran:140)

 

PRATİK BOYUTU:

* Basıt sıfatının  zikrini vird edinmek, insanın kalbindeki gam ve sıkıntıyı giderir. Ruhi bunalım ve stresi bitirir. Rızkını genişletir. Kalpteki üzüntü ve merak duygularının yerini ferah ve sevinç duyguları alır.

Efendimiz Hz. Muhammed (O’na Binler Selam) bir duasında Basıt ismine özel bir yer vererek şöyle buyurur: “Bereketlerinden, rahmetinden, lütfundan ve rızkından bize bol bol yayıp, ihsan et! ALLAH’ım!” (Ahmed b. Hanbel)

HAFID

TEMEL ANLAMI:

* Alçaltan. ALLAH’ın nimetlerine nankörlük ederek O’nun emirlerine karşı gelenleri bulunduğu makam ve düzeyden azleden. Mü’minleri de rızıklarını azaltmak ya da çoğaltmak suretiyle terbiye eden.

* Kafirleri, düşmanlarını ve kendini günaha, ALLAH’a isyana teslim etmiş olan insanları, cezalandırmak ya da uyarmak için maddi ve manevi felaketlere uğratarak alçaltan.

* ALLAH’ı inkar ve O’na isyan edenleri, dünya ve ahirette, şan, şeref ve itibar bakımından alçaltan, değersiz kılan ve cezalandıran: “Gerçekten münafıklar Cehennem’in en alt katındadırlar.” (4/Nisa:145)

* Hafıd, düşmanlarını Kendinden uzaklaştırmak suretiyle alçaltan.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Hafıd sıfatı, ALLAH’ın “Adl” sıfatına dahildir.

* İlimden cehalete, varlıktan yokluğa, sağlıktan hastalığa döndüren.

* Kıyamet günü kafirlerin başını eğdirip, onları her anlamda alçaltacak olan: “Kıyamet koptuğu zaman… Onun oluşunu yalanlayacak yoktur. O, alçaltıcı, yükselticidir.” (56/Vakıa:1-3)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Dünyada kendi iradeleriyle manevi alçalmaya uğrayanlar, ahirette Cehennem’e atılmak suretiyle maddi ve manevi bir alçalma yaşayacaklardır.

* Hafıd sıfatı, cansız eşya, bitki ve hayvanlardan çok insanlarla ilgilidir.

* “İnsan, şehvetin esiri olup, hayvanlar gibi her şeyin zevk ve sefadan ibaret olduğuna inanırsa ALLAH da onu esfel-i safiline alçaltır.” (İmam Gazali)

* Hafıd sıfatının tecellisi büyük ölçüde kulun kendi iradesine bakar. Kul, bilerek isyan ve günahlarda ısrar etmezse ALLAH da onu alçaltmaz.

* “Bil ki asıl alçaltılmış kimse; ilahi başarı ve yardımdan yoksun bırakılandır. Başarısızlık ve ümitsizlik içinde bulunan, nefsinin isteklerine yenilen, Rabb’inden bir iyilik görmeyen, kalbinde Rabb’ine dönme gücü bulmayan, dualarına güvenme hissini kalbinde duymayan kimsedir. Bu kimse terkedilmişlikle ödüllendirilmiştir. Daima meşgul ve sıkıntı içindedir. Sıkıntı içinde geceler ve pişmanlık içinde sabahlar. Böylesi için yükselme de alçalma da cezanın birer işaretidir. Kendisine göklerin kapısı açılan kimsenin ruhu yükselir ve müjdelerle sevinir. Kendisine göklerin kapısı açılmayan kimse ise, daha aşağılara iner, sıkıntılar içinde her şeyden ümidini keser. Kişinin işlediği ameller ve ruh dünyası, bu müjde veya sıkıntıların bir göstergesidir. Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: “Artık kim (malını, parasını ALLAH için) verir ve (günahtan) sakınırsa… En güzeli de (Kelime-i Tevhid) tasdik ederse… Biz de onu en kolaya hazırlarız. Kim cimrilik eder, kendi kendini yeterli görür… En güzeli de yalanlarsa… Biz de onu en zora hazırlarız.” (92/Leyl:5-10) (Fahrüddin Razi)

* “Yükseltip alçaltan ALLAH olmasına rağmen bil ki sebep hep sensin. Merhametiyle O, vereceği şiddetli dersi, sen kendin fark et de durumunu düzelt diye erteler. Kendini sakın güvende görme, çünkü ister maddi ister manevi olsun halin de hareketlerin de şaşmaz bir şekilde her seferinde ya korkunç bir alçaltılma ya da ödül şeklinde bir yükselmeyle sonuçlanacaktır.” (Tosun Bayrak)

* Hafıd sıfatının bilincine varmış olan Mü’min, batılı ve ALLAH’ın hoş görmediği şeyleri, desteklemez, onların ortadan kalkmaları için gayret gösterir.

* “Bir Mü’min, İslam’a zıt görüşleri, batıl inançları, yanlış fikirleri çürütüp, aşağıladığı oranda “Hafıd” isminden ayrı bir feyz alır.” (Alaaddin Başar)

 

PRATİK BOYUTU:  

* İktidar sahibi zalimlerin helaki için bu sıfatın vird haline getirilip o şekilde ALLAH’a dua edilmesi gerekir.

* Hafıd sıfatı, ALLAH’ın Celal’inden haber verdiği ve cezalandırıcılığını ifade ettiği için, dua ve zikir sırasında tek başına değil Rafi ismiyle beraber okunmalıdır.

RAFİ

TEMEL ANLAMI:

* Yüceltilmeye hak kazanan kullarını Kendisine yaklaştırarak onların manevi derecelerini yükselten. “Biz dilediğimiz kimseleri çok üstün derecelere yükseltiriz.” (12/Yusuf:76)

* Onur kazandıran.

* “O, dereceleri yükselten Arş’ın sahibidir.” (40/Mü’min:15)

* “Rızkı yükseltir ve indirir.” (Müslim:179)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Hak edenlere, manevi Mir’ac’ını tamamlatıp velilik mertebesini bağışlayan.

* “Hattabi ve Gazali gibi Esma-i Hüsna yazarları “Rafi” sıfatının daha çok soyut alanla irtibatlandırarak ‘dostlarının taat ve amellerini kabul edip, Kendisine yaklaştıran, dünyada da onları aziz kılan’ şeklinde tefsir etmişlerdir. Abdülkadir el-Bağdadi gibi bazı alimler de Hafıd-Rafi sıfatlarının açıklanması sırasında ‘dilediğini alçaltan, dilediğini yücelten’ türünden ifadeler kullanırken bazıları tenzihe uygun olarak ‘yüceltilmeye hak kazanan’ veya ‘alçaltılmaya müstahak olan’ ifadesini tercih etmişlerdir ki isabetli olan da budur.” (Bekir Topaloğlu, DİA Cilt:34, Sh:391)

* Rafi sıfatı göklerin ve Tur dağının yükseltilmesi gibi kozmik/maddi nitelikli olaylar anlatılırken de kullanılmakla beraber esas olarak “ manevi dereceleri yükselten” anlamını taşır.

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Kur’an’da 21 yerde ALLAH’ın sıfatı olarak geçer.

* Rafi ve Hafid sıfatlarının tecellisinde Kur’an’ın çok özel bir yeri vardır. Efendimiz (O’na Binler Selam) bu gerçeğe: “Yüce ALLAH, bu Kitap’la nice milletleri yükseltir, nice milletleri de alçaltır.” (Müslim,817) hadisiyle dikkat çekmiştir.

* “Mücadele Suresi’nin 11. ayetine göre ALLAH, iman eden ve kendisine ilim verilen kimselerin derecelerini yükseltir. Derecelerin yükselmesine ilim neden olur.” “ALLAH, sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.” (58/Mücadele:11) (İmam Matüridi)

* “İlmin mertebesinden daha yüksek hiçbir mertebe yoktur.” (Sadreddin Konevi)

* “Herhangi bir kimseye tasavvufta tevazu galebe ederse bu adı halvette andığı takdirde güzelleşir.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani)

* “Bu mertebenin (Rafi mertebesi) hükümlerinden birisi de, ‘teshir/boyun eğdirme’ dir. Çünkü hükümdarların halklarına boyun eğdirmesi örneğinde olduğu gibi, yüksek mertebede olan düşük mertebede olana boyun eğdirir.” (Sadreddin Konevi)

* “Kaderine rıza gösteren kişiyi Yüce ALLAH kapasitesinin üstüne çıkarmakla yüceltir.” (Abdülkerim Kuşeyri)

* “Cenab-ı ALLAH’ın Mü’minleri yükseltmesi demek, her kulun özünde olan sonsuzluğa doğru yükselmesi, vücut endişesinden, ihtiraslarından bir an için kurtulması demektir.” (M. Nusret Tura)

* “Rafi sıfatının bilincine varmış olan Mü’min kul, hakkı görünce kaldırır. Haklıya arka çıkar. ALLAH dostlarını yükseltmek için onların yardımlarına koşar.” (İmam Gazali)

* “Kendisinde Rafi sıfatının tecelli ettiği bir kimse aynı zamanda ALLAH’ın Rahim sıfatına da mazhar olur, ondan bütün etrafındakilere ihsan ve iyilik dokunur.” (Tosun Bayrak)

* Rafi sıfatının tecellisine ayna olanlar, bizzat yücelir. Bu yücelme, iman, iman bilinci, takva, İslam’ı yaşama ve bütün dünyada yaşanır kılınması için gayret gösterme şeklinde olur. Yani insan mükemmel bir Müslüman olmaya başlar.

* Rafi sıfatının tecellisine araç olanlar ise içinde bulundukları toplulukların (ümmet, millet, cemaat, grup) yukarda sayılan nitelikler üzerinden yücelmesini sağlar. Bu yönüyle Rafi sıfatı gerçek hidayet önderlerinin karakteristik özelliklerinden birini oluşturur.

* Rafi sıfatının kuldaki tecellisinin son noktası, kişinin Cennet’te “Büyük Kurtuluş” makamına ermesi, yani ALLAH’ın sonsuz hoşnutluğunu kazanmasıdır. Bunun somut şekli ise o kişinin ALLAH’ın Cemal’ini seyretmesi şeklinde olacaktır.

 

PRATİK BOYUT:

* Efendimiz’in ifadesine göre Rafi sıfatına ayna ya da araç olmak isteyenler sabırlı ve mütevazı olmak durumundadır: “Kendisine haksızlık yapılan bir kul, buna sabrederse, ALLAH onun onurunu yükseltir. ALLAH için alçak gönüllü olan kulu, ALLAH mutlaka yükseltir.” (İbn-i Mace)

* ALLAH tarafından yüceltilmeyi isteyenler Rafi sıfatını vird edinmelidir.

* İnsanlar için “Rafi” sıfatına en hızlı mazhariyet sağlayan, İslam’ın gerçeklerinin anlatılmasına ve insanların manen yükseltilmelerine çalışmaktır. Yani kul, başka insanların gözlerinde İslam’ı yükselttiği oranda kendi de yükselir: “İman edip, salih amel işleyenler (İslam’ı yaşayanlar) için Rahman, gönüllerde bir sevgi yaratacaktır.” (19/Meryem:96)

MUİZ

TEMEL ANLAMI:

* Dilediğini maddi ya da manevi mülk sahibi kılarak yükselten, aziz hale getiren.

* “Ey mülkün sahibi olan ALLAH’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz kılar, dilediğini zelil edersin. Hayır (mal) Senin elindedir. Senin her şeye gücün yeter!” (3/Al-i İmran:26)

* Dilediğini dilediği şekilde üstün kılan. İnsanların gözünde onurlu ve saygın hale getiren.

* “Üstünlük ancak ALLAH’ın, Rasulü’nün ve Mü’minlerindir.” (63/Münafikun:8); “Kim izzet ve şeref istiyorsa bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi ALLAH’ındır.” (35/Fatır:10)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Muiz, düşmanlarına karşı dünyada dostlarına destek verip onları üstün kılan, ahirette de onları en güzel şekilde ağırlayıp aziz kılandır. ALLAH, dostlarını Kendisine itaat etmede başarılı kılarak onları onurlandırmış ve aziz kılmıştır. Zira ALLAH’a itaat etmekten daha üstün bir izzet yoktur.” (Hattabi)

* “Muiz; kanaat, yakin (ALLAH’ın varlığı, iradesi ve kudreti hakkında her türlü şüpheden kurtulmuş olmak) ve geçici dünyanın varlıklarına karşı züht ile dilediklerine izzet verendir.” (Sadreddin Konevi)

* “Nimet ve ihsan sebeblerini kolaylaştıran.” (Halimi)

* “ALLAH, istediği kuluna izzet verir, o kul haysiyet ve vekar sahibi olur. Yalancılığa, samimiyetsizliğe tenezzül etmez.” (Ali Osman Tatlısu)

* “ALLAH, hiçbir kulu, nefsinin zilletini gösterecek bilinci lütfettiği kimse kadar aziz, hiçbir kulu da nefsinin yüceliğini vehmettirecek duyguyu verdiği kimse kadar zelil kılmamıştır.” (Abdülkerim Kuşeyri)

* “ALLAH, peygamberleri, onların halifelerini, alimleri, Kendisine tam bir itaatle itaat edenleri, arif kimseleri yükseltip, güçlendirmiştir. Bunun sebebi, bu kişilerin başkalarından yüz çevirerek Yüce ALLAH’a yönelmeleridir.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani)

* “Rabbim! Beni günahtaki zilletten taattaki izzete yükselt” (İbrahim b. Edhem)

* “ALLAH, dostlarına, Kendisine ibadet ve itaat etmede başarı vererek onları onurlandırmış ve aziz kılmıştır. Çünkü ALLAH’a itaat etmekten daha üstün bir izzet yoktur. ALLAH, dostlarını kanaatkarlıkla aziz kılmıştır. ALLAH, dostlarını, amellerinde ihlaslı ve samimi olmakla aziz kılmıştır. ALLAH, bir kulunu aziz kılmak istediğinde onu Kendisine yaklaştırır ve Kendisine dua edenlerin arasına katar.” (İmam Kurtubi)

* “Bir kul, ALLAH’ın aziz kıldıklarına saygı göstermekle izzete kavuşur. (…) Secde, nefsin zilleti en ileri seviyede tattığı, buna karşılık ruh ve kalbin izzet ve şeref kazandığı en üstün bir makamdır. Kulun Rabbine en yakın olduğu haldir. ALLAH’a yakınlık ise en büyük izzettir.” (Alaaddin Başar)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Taberani diyor ki, bize Muhammed İbn Zekeriyya, Rasulullah’ın (O’na Binler Selam) şöyle buyurduğunu rivayet etti: ‘Kendisiyle dua edildiğinde ALLAH’ın icabet ettiği İsm-i A’zam’ı Al-i İmran Suresi’nin 26. Ayet-i kerimesindedir.” (İbn Kesir, c.3, s.1207)

* “Mülk” maddi şeyler olabileceği gibi manevi nimetler de olabilir.

* “Muiz” sıfatı Kur’an’da sıfat olarak değil sadece fiil olarak geçer.

* “İzzet ve zillet, fakr ve servet doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın meşietine (dilemesine) ve iradesine bağlıdır.” (Bediüzzaman Said Nursi)

* ALLAH’ın, insanları, kainattaki halifeleri kılması “Muiz” isminin tecellisiyledir: “Bir zamanlar Rabbin, meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım!’ demişti.” (2/Bakara:30) Aynı şekilde: “Biz, insanı en güzel biçimde yarattık.” (95/Tin:4) ayeti de “Muiz” isminin tecellisinden haber vermektedir.

* Efendimiz izzet ve zilletin en önemli sebeblerindendir. Ona bağlılık, sevgi ve saygı göstermek ve en önemlisi bize öğrettiği düşünce ve yaşama biçimine uymak, onu tanıyıp sevmek, getirdiği dinin hakim olması için gayret göstermek, kişinin yüceltilmesine, yukarıda sayılanlara karşı ilgisiz kalmak ya da karşıt bir tavır içinde bulunmak ise kişinin aşağılık bir hale düşmesine sebeptir. Bu konuda kendisi: “Ben bazı insan topluluklarını yüceltmek, bazılarını da alçaltmak için gönderildim.” (İbn Asakir) buyurmuştur.

* “Bir meyve ağacı yazın yaprak, çiçek açar, meyvelerle bezenir; seyrine doyum olmaz. Kış geldi mi her şeyini soyunur, kuru bir iskelet kalır. Başına karlar yağar, gölgesinde kimsecikler oturmaz.

Bu izzet ve zillet safhalarından geçen, sadece meyve ağaçları değildir. Güneş de doğarken azizdir, batarken zelil… Bahar, gelirken azizdir, giderken zelil… İnsan, yürürken azizdir, uyurken zelil…

Çocukluk, gençlik derken, olgunlukta bir izzet tecellisi görünüyor. Onu takip eden ihtiyarlık, zillet ve perişanlık yüklü… Derken ölüm… Zilletin doruk noktası ve imanla göçenler için izzetin ilk basamağı… Önünü göremeyen ihtiyar, ölünce Cennet’i seyre başlıyor. Bu izzeti bir yeni zillet takip ediyor: Sur’dan korkma ve mahşere çıkma safhası.

İnsan, dünyada ne kadar izzet taslamışsa, orada o kadar zillet çekecek… Başını burada ne kadar dikmişse orada o kadar fazla eğecek. Ne kadar harcamışsa o kadar hesap verecek. Ve sonunda bütün azizler bir yana, bütün zeliller bir yana ayrılacak. Mü’minler, ALLAH’ın ‘azizler diyarı’ olarak terbiye ettiği Cennet’e doğru yol alırken, münkir ve müşrikler, zeliller diyarına Cehennem’e düşecekler… ‘İzzet ve zilletin ancak ALLAH’tan olduğu’ hakikati bütün haşmetiyle görünecek.

Öyle ise, üzerimizde izzetin tecelli ettiği dönemleri çok iyi değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Aziz iken Hakk’ın dergahında zelil olalım ki, zelil olduğumuzda O’nun lütfuyla yine izzete kavuşalım.” (Alaaddin Başar)

* “Muiz’i bilen kimse, O’na hizmet ile kendisini, marifet (O’nu bilmek) ile kalbini ve müşahede etmekle de gözünü aziz kılmıştır. (…) “Muiz” kanaat, yakin ve fani diyarın malına karşı zühd ile dilediklerine izzet verendir.” (Sadreddin Konevi)

* ALLAH bir kulunu aziz kılmak istediğinde onun için ciddi bir sıkıntı, önemli bir ihtiyaç yaratıp, onu, Kendisine sürekli dua edip, yalvaranlar arasına alır.

* “Ruhun olgunlaşması ancak, hakkı tanıyıp-bilmek ve onu gereğini yerine getirmekle olur. Eğer kul, bunda sabreder ve aç gözlülük göstermezse, Rabb’inin ilahi nurlarını seyretmeye gark olur. ALLAH’ın dışındaki her şeyle ilişkisi kesilir ve O’ndan başkasını düşünemez. İşte mutlak izzet budur.” (Fahrüddin Razi)

* “Nefsin kapris ve isteklerini yerine getirmeyerek onu ALLAH’a boyun eğdirmek. Nefsin onur ve izzeti işte bundadır.” (İzz b. Abdüsselam)

* “ALLAH, Muiz sıfatıyla tecelli ettiği kulunu ahirette Kendisine: ‘Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl. Ve gir Cennet’ime.” (89/Fecr:27-30) seslenişiyle karşılayacaktır.” (İmam Gazali)

* Muiz sıfatına araç olan ve zikrine sımsıkı yapışan kişiyi hiçbir şey aşağılık hale getiremez. Ona düşman olanlar korkuya kapılır ve uğraşmaktan vaz geçer.

* Muiz, sıfatının zikri Hacı Bayram Veli hazretlerinin özel virdidir.

* Muiz sıfatının tecellisine ayna olanlar, herkes tarafından farkedilecek şekilde maddi ya da manevi üstünlük sahibidir. Ve bu durum onlar için ciddi bir sınav demektir. Sahip oldukları üstünlüğü ALLAH’tan ve İslam’dan değil de başka şeylerden bilip o izzeti kibre dönüştürüp-dönüştürmeyecekleri şeklinde… Bu noktada Fatih’in şehzadesi Cem Sultan’ın Papa karşısındaki tavrı iyi bir örnektir. Kaderin hükmü ile Haçlıların elinde esir bulunduğu senelerde Papa ile karşılaşıp, tanışacak olan Cem Sultan’a Vatikan’ın protokol görevlileri, imparatorların bile Papa’nın ayağını öptüğünü söyleyip, kendisinin de hiç olmazsa yere kadar eğilmek suretiyle Papa’yı selamlaması gerektiğini bildirip, ısrar ederler. Cem Sultan ise bir Müslüman olarak en fazla başıyla selam verebileceğini söyler ve bundan fazlasını padişah babasına bile yapmadığını belirtir. Sonuç Cem Sultan’ın dediği gibi olur. Bu izzet ve vakar dolu tavır karşısında etkilenen Papa VIII. Ennosan, tahtından kalkarak Cem’i kucaklar ki bu muameleyi imparatorlara bile yapmamaktadır. Günümüzde İslam’a hizmet ettiğini zannedip de Papa’nın elini öpme zilletine düşenlerin kulakları çınlasın.

* Bazen de bir Mü’minin sahip olduğu izzet bakışı bulanık olan bir kısım insanlar tarafından kibir gibi algılanabilir.

* “İzzet, kibirden başka bir şeydir. Mü’minin kendi kendisini zelil hale düşürmesi helal olmaz. O halde izzet, insanın kendisini iyi tanıması ve dünyevi bir takım maksatlar için kişiliğini ayaklar altına almaktan kaçınmasıdır. Kibir ise insanın kendini tanımaması ve kendini hak etmediği makamlara çıkarmasıdır(…) Hak Teala: “Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve dinden çıkmanızdan ötürü alçaltıcı bir azap göreceksiniz.” (46/Ahkaf:20) buyurmuştur ki, burada izzet sıfatının hak ile ve haklı olmak ile kazanılacağına ince bir işaret vardır.” (Fahrüddin Razi, Mefatihu’l-Gayb, c.21, s.504)

* “İzzet, kibirle karıştırılmamalıdır. İzzet, ALLAH’ın çizdiği yoldan ayrılmadan şeref ve haysiyetin muhafazası iken; kibir, kendini başkalarından üstün görme ve haddini bilmeme halidir.” (Nurettin Ünal)

MUZİLL

TEMEL ANLAMI:

* Dilediğinden (hak edenlerden) verdiği mülkü, mertebeyi, onuru çekip alarak ve rahmetinden uzaklaştırarak onu aşağılık bir hale düşüren. “Ve ALLAH kafirleri rezil, perişan edecektir.” (9/Tevbe:2)

* “Dilediğini (hak edeni), fiillerinden, sıfatlarından ve tecellilerinden bilgisiz ve idraksiz kılan.” (A. Yüksel Özemre)

* “Muzill, inkar edenleri dünyada değişik şekillerde alçaltmakla zelil kılan, ahirette de onları cezalandırmakla ve ebediyen Cehennem’de bırakmakla zelil kılandır.” (Hattabi)

* “Yüzler vardır ki o gün yere eğilmiştir, zelildir.” (88/Gaşiye:2); “Kötülük yapanlara da (yaptıkları) kötülüğün cezası aynen verilir. Ve onların yüzlerini bir zillet kaplar.onları ALLAH’tan kurtaracak hiç kimse yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalara bölünmüştür. İşte onlar da ateş halkıdır. Orada sonsuza kadar kalırlar.” (10/Yunus:27)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Muzill, ölümsüzlük diyarının nimetlerinden yüz çevirip, ölümlü dünyanın malına mülküne aşırı arzu duymaları nedeniyle, zorbaların boyunlarını zelil kılan demektir.” (Sadreddin Konevi)

* Bilinçli bir biçimde ALLAH’a ve Efendimiz’e (O’na binler selam) muhalefet etmek bu dünyadaki en önemli zillet sebeplerinden biridir. Öyleleri Muzill ismine, bütün alemlere ibret olacak biçimde ayna olurlar. En büyük zillete düşürülürler: “ALLAH’a ve Rasulü’ne düşman olanlar, onlar en alçaklar arasındadır.” (58/Mücadele:20)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Hak Teala, zilleti günah ve isyana bağlamıştır. Zillet, insanın Cenab-ı Hak’la kendi arasına isyan ve günah yoluyla bir perde indirmesidir.” (İzzeddin Cemel)

* ALLAH’a ortak koşup bunu da ALLAH’ın emriymiş gibi göstermeye çalışmak yani şirk suçuna iftira suçunu da eklemek ALLAH’ın kanununa göre bu dünyada yaşanacak bir zillete sebeptir: “Buzağıyı tanrı edinenler var ya, işte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.” (7/A’raf:152)

* Muzill sıfatına bir insanın ayna olması ancak o kişinin iradesine bağlıdır. ALLAH’ın rahmet ve adaleti hak etmeyen salih kulların sebepsiz yere, gerçek anlamda zillet demek olan manevi zillete düşmesine izin vermez.

* “Biz, bir milletin düşkünleriydik. ALLAH bizi İslam ile şereflendirdi. Ne zaman ALLAH’ın bizi kendisi ile şereflendirdiği İslam’ın dışında şeref ararsak ALLAH bizi alçaltır.” (Hz. Ömer)

* “Bir kul ALLAH’ın zelil kıldıklarından uzak kalmakla zilletten kurtulur.” (Alaaddin Başar)

* Zillet yolunu seçip, özgür iradesi ile ALLAH’ın Muzill sıfatına ayna olmak isteyen bir kulu, ALLAH, nefsinin kapris ve arzularına düşkün yapar. Kendisine dua etmekten uzaklaştırır.

* “Bilinmelidir ki, Yüce ALLAH, yaratılmışları bu sıfatın hükümlerinin eserlerinden var etmiş, onları bu sıfatın saltanat mahallinde durdurmuştur. Buna göre zillet, ebedi olarak, yaratılmışın kendi varlığında, sonsuza kadar başkasına (ALLAH’a) olan ihtiyacını hissetmesidir.” (Sadreddin Konevi)

* İnsanı ALLAH’a en hızlı yaklaştıran sebeb, kişinin O’nun karşısında sahip olduğu acz ve zilleti hissetmesi ve bunu bütün samimiyetiyle, bütün varlığıyla O’na (ama sadece O’na) dile getirip, itiraf etmesidir. Bayezid-i Bestami hazretlerine ait bir menkıbede bu ince hakikat şöyle anlatılır:

“Bayezid-i Bestami  bir gün kalbine gelen bir ilahi ilhamla sarsılır: ‘Ey Bayezid! Eğer beni istiyorsan Bana Bende olmayan bir şeyle gel!’ Bayezid kendinden geçmiş gibidir. Gönül diliyle Rabbine hitap eder: ‘Ey Rabbim! Sende bulunmayan nedir ki?’ İkinci bir ilham Bayezid’in kalbini doldurur: ‘Çaresizlik, acizlik, zavallılık” Zilletin insana yakıştığı hem çok yakıştığı bir tek yer vardır: ALLAH’ın huzuru.

* “İlim ehlinin birinden şöyle hikaye olunmuştur: ‘Tavaf esnasında bir adam gördüm. Önünde giden muhafızları, insanları sağa sola itip kendisine yol açıyorlar ve o da azametle güya ALLAH’ın Evi’ni tavaf ediyordu. Bir süre sonra aynı adamı Bağdat köprüsü üzerinde, el açmış insanlardan dilenirken gördüm. Adamın tavafta gördüğüm o kibirli kişi olup olmadığını anlamak için kendisine dikkatle baktım. Bana: ‘Neden öyle dikkatli dikkatli bakıyorsun?’ diye sordu. Ben de: ‘Ben seni, tavaf esnasında durumu şöyle şöyle olan bir adama benzettim.’ diye cevap verdim. Bu sefer adam bana: ‘İşte ben oyum! Ben, insanların tevazu göstermesi gereken bir yerde kibirlendim. ALLAH da beni insanların yüceldiği bir yerde işte böyle alçalttı’ diye cevap verdi.” (İ.Hakkı Bursevi)

* ALLAH’ın takdir ettiği ile yetinmenin izzet, açgözlülük ve hırsın ise hüsran ve zillet sebebi olacağına ve bunun bir sünnetullah (ALLAH kanunu) olduğuna doğadan bir örnek: Şahin yücelerde uçarken, bıldırcın ve keklik etiyle beslenir. Fakat, yeryüzündeki arpa tanesine tamah edince, tuzağa tutulur ve kanatları yolunur.

 

PRATİK BOYUTU:

* Muzill sıfatı dua ya da zikr sırasında tek başına değil, “Muiz” ismi ile beraber okunabilir.

* Muzill sıfatının zikrini vird haline getiren, ALLAH düşmanı kafir ve zalimleri alçaltmakta ALLAH’ın yardımına sahip olur.

SEMİ

TEMEL ANLAMI:

* Her şeyi duyan. Birini duyması aynı anda diğerini duymasına engel olmayan: “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, Semi’dir, Basir’dir (her şeyi işiten, her şeyi gören)” (42/Şura:11); “Rabbim gökte ve yerde konuşulan her sözü bilir. O, Semi’dir, Alim’dir.” (21/Enbiya:4)

* Bütün varlıkların bütün dualarını ve yalvarmalarını işiten.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Dile dökülmeyip sadece kalpten geçirilenleri de duyan ve bilen.

* Sese ve söze dökülmese bile yaratıklarının hallerini ve ihtiyaçlarını bütün halleri ile algılayıp, bilen

* “Semi, işitme anlamında icabet etmek (cevap vermek) demektir. Nitekim Peygamberimiz (O’na binler selam): ‘Ey ALLAH’ım! İşitilmeyen duadan Sana sığınırım’ buyurmuştur. Yani ‘icabet edilmeyen duadan Sana sığınırım’ demektir. Semi’nin bir anlamı da kabul etmektir. Çünkü rükudan doğrulurken ‘ALLAH hamdeden kimseyi işitti’ yani ALLAH hamd eden kimsenin hamdini kabul etti, denir.” (İzzeddin Cemel)

* Yarattıklarına işitme yeteneğini veren: “Eğer ALLAH onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi.” (8/Enfal:23)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Semi sıfatı Kur’an’da kırkbeş kez geçer.

* “Cenab-ı ALLAH’ın niteliğini anlayamayacağımız bu sıfatı için, beşeri ifadedeki ‘işitme/duyma’ deyimi ödünç alınmıştır.” (Suat Yıldırım)

* ALLAH’ın işitmesini biraz anlayabilmek için rüyalarımız iyi bir örnektir. Biz de rüyalarda kulak devreye girmeksizin işitmiyor muyuz?

* “Gerçek Mü’min, ALLAH’ın gizli ve açık, büyük ya da küçük herşeyi işittiğini bilir ve dilini ALLAH’ın rızasına uygun olmayan sözlerden korur. Yine gerçek bir Mü’min bilir ki, kulak kendisine boşuna değil, ALLAH’ın kelamını dinlemek ve yaşayışını o dinlediği kelama uydurmak için verilmiştir.” (İmam Gazali)

* Kur’an’ı dinlemek, üzerinde düşünmek, anlamak ve algılamaya çalışmak bu sıfatı bilmenin gereğidir. ALLAH, her halükarda Kur’an dinleyenleri övmüş, dostlarına daima Kur’an okumalarını ve dinlemelerini emretmiştir: “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (7/A’raf:204); “Dinleyin ve itaat edin” (64/Tegabün:16)

* “İşitmen benzersizdir Senin. Sen ki dilim yokken beni işittin. Sessizliğimi en makbul dua kabul ettin. (…) Duyuşun eşsizdir Senin. Sensin Semi; en ince sızılarımı bir Sen işitirsin. Semi Sensin, gizli saklı arzularımı bir Sen bilirsin.” (Senai Demirci)

* “İşitmesini ve görmesini, işitilmesi ve görülmesi helal olmayan şeylerden Yüce ALLAH için koruyan kimseyi Yüce ALLAH sever. O zaman kulun işitmesi ve görmesi O’na ait bir iş olur.” (Abdülkerim Kuşeyri)

* “Derler ki, kulağınızdan giren kelimeler gönül deryanızı kirletecek sözler, sesler olmasın. Hak kelamı ilk sırayı alsın. Kulağın da doyumu vardır, çirkin sözlerle doyurursanız Kur’an’ı dinleyemezsiniz.” (Şahver Çelikoğlu)

 

PRATİK BOYUTU:

* “ALLAH’ın, söylediği her şeyi işittiğine iman eden bir konuşmacı ya da sözcü mümkün olduğu kadar sık ‘ya Semi’ ismini zikrederse sözleri, dinleyiciler üzerinde daha büyük bir tesir bırakır.” (Tosun Bayrak)

* Bu sıfat, “Basir” sıfatı ile beraber istihbarat görevlilerinin özel virdi olabilir.

* Kulaklarından rahatsız olanlar maddi sebeplere başvurmanın yanısıra bu sıfatın zikrini vird edinmelidir.

BASİR

TEMEL ANLAMI:

* Her şeyi bütün özellikleriyle algılayıp, gören: “O, öyle güzel görür ki…” (18/Kehf:26); “Şüphesiz ALLAH göklerin ve yerin gizliliklerini bilir. ALLAH, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (49/Hucurat:18); “O ki (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor.” (26/Şuara:218)

* Basir, sonsuz, kudreti, iradesi, ilmi ve hikmetiyle, yaratıklarından dilediğine, dilediği şekilde bir görme yeteneği veren.

* Elmalılı M. Hamdi Yazır: “Her yönüyle gören. Herşeyin içine dışına, herşeyine vakıf olan. İşlerin sırlarına aşina bulunan.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Yaratılmışların görme organlarıyla algıladıkları cisimleri ve renkleri, görme organı olmaksızın algılayan.” (Halimi)

* “O, karanlıklar içinde renkleri, bir suya karışmış diğer bir suyu görür. Ne karışmışlık, ne karanlık, ne aşırı aydınlık ne de madde engeli O’nun görme algısını perdeleyebilir.” (İmam Şarani)

* “ALLAH’ın bütün sıfatları gibi görmesi ve işitmesi de eksiksizdir, mutlaktır ve sonsuzdur. Yani her şeyi birlikte görür ve işitir. İnsan karşısındaki şahsın derisinin altını göremediği gibi, kafasında taşıdığı düşünceleri ve kalbinde beslediği arzuları da göremez ve işitemez. Görmesi ışıkla, mesafeyle ve maddi engellerle sınırlıdır, işitmesi de belli frekanslar arasında sıkışıp kalmıştır. Ama bu insan, o kısa ve sınırlı olan görmesini ve işitmesini kıyas unsuru yaparak, ALLAH’ın Semi ve Basir olduğunu bilir.” (Alaaddin Başar)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Basir sıfatı Kur’an’da kırkbir yerde ALLAH’ın bir sıfatı olarak geçer.

* “Alimler, Semi ve Basir sıfatlarının “Hayy” kavramı ile yakından ilgili bulunduğunu, hatta onun zorunlu bir sonucu olduğunu kabul ederler. Çünkü hayat sahibi olan bir varlığın cansız nesnelerden farklı olarak işitme ve görme özelliklerine de sahip olması gerekir. İşitme ve görme yetkinlik ifade eden kavramlar olduğuna göre ALLAH’ın bu yetkinliklerden yoksun olduğunu düşünmek mümkün değildir.” (Bekir Topaloğlu)

* “Bu sıfat, kendisini destekleyen sıfatlarla beraber gelerek, ALLAH’ın yarattıklarını denetim altında bulundurduğunu gösterir. ‘Habir’ ismi gizli taraflara, ‘Basir’ ismi ise görülen taraflara ilişkindir. Aynı şekilde işitme ile görme de birbirini destekleyen sıfatlardır.” (Suat Yıldırım)

* “İnsana görme nimetini verendir. Zira insanda görme hissi olmasaydı görmenin ne manaya geldiğini bilemeyecek, Basir sıfatının manasını asla anlayamayacak, Rabbini bu sıfatıyla tanıyamayacaktı.” (Ömer Sevinçgül)

* Yukarıda açıklanan durum ALLAH’ın bütün sıfatları için geçerlidir. Bütün sıfatları insan, kendisindeki tecelliler aracılığıyla tanır. Böylelikle de insanın ve Evren’in yaratılış gayesi gerçekleşmiş olur: ALLAH’ bilmek…

* Efendimiz, Mü’min bir kul için ulaşılmaya çalışılması gereken ideal manevi durumu “İhsan” kavramıyla isimlendirmiştir. Bu seviye doğrudan Basir sıfatının bilincinde olmayı gerektirmektedir: “İhsan, senin ALLAH’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmendir. Her ne kadar sen O’nu göremiyorsan da O seni görmektedir.” (Buhari)

* Bir Mü’min, ya ALLAH’ı görürcesine O’na ibadet eder ya da O’nun her şeyi gördüğünü bildiği için ALLAH’a ibadet eder.

HAKEM, HAKİM

TEMEL ANLAMI:

* Başkasına müdahale ettirmeden her şeye hükmeden.

* Bütün varlığı Kendi yönetimi altında tutan.

* Verdiği hüküm kayıtsız şartsız yerine gelecek olan: “ALLAH, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?” (95/Tin:8) Efendimiz bu ayeti her okuyuşunda: ‘Evet, ben de buna şahit olanlardanım’ der ve Mü’minlerin de öyle demelerini emrederdi. (Tirmizi)

* Son hükmü verecek, bütün anlaşmazlıkları çözecek, gerçekleri ortaya çıkartacak olan: “Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda Ben hükmedeceğim.” (3/Al-i İmran:55)

* Hakla hüküm veren, hakkı yerine getiren, hakla batılı birbirinden ayıran: “Eğer benimle gönderilen gerçeğe içinizden bir kısmınız iman ediyor, bir kısmınız ise inanmıyorsa, ALLAH aramızda hükmedinceye kadar bekleyin. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (7/A’raf:87)

* “Hüküm ancak ALLAH’ındır.” (12/Yusuf:67) ; “Aranızda O hükmeder. Çünkü ALLAH, Alim’dir, Hakim’dir (her şeyi bilen, hikmeti sonsuz)” (60/Mümtehine:10)

* “Hakem, kanun koyup hükmedendir. Bu yetki sadece ALLAH’a mahsustur.” (Abdülkahir el-Bağdadi)

 

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

 

* Hakem, Hakîm ve Hâkim kelimelerinin üçü de HKM kökünden gelmekte olup, hepsi de “düzeltme amacıyla engel olma” anlamında ortaktır. “Hâkim’in en belirgin özelliği zulmü önlemesidir. Hakîm’in hikmeti ise, saçmalığı, yanlışlığı engeller. Hakem ise, taraf tutma arzusunu engellemiş olan kimsedir. Böylece bunlar lafız ve anlam yönünden aynı asılda toplanırlar.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet,175)

* Hükümlerinde zulüm bulunmayan.

* “Hakem, kullarını haksızlık yapmaktan men etmek için, indirmiş olduğu meşru hükümlerle hüküm veren demektir. Dolayısıyla O, vaadinde herhangi bir kuşku olmayan ve fiilinde hiçbir eksikliğin bulunmadığı Hakem’dir.” (Sadreddin Konevi)

* “Layık olanları hidayete eriştirerek; dünya ve ahiret kötülüğünden kurtaran, ilahi emir ve yasak, müjde ve tehdit yoluyla bütün insanlara aynı kötülükleri yasaklayan.” (Abdülkahir el-Bağdadi)

* “Hakem, hüküm ve karar verendir. Hükmün aslı fitne ve fesada engel olmaktır. ALLAH’ın koyduğu bütün yasalar, kulların yararı içindir. Bu yasaların dışındaki her şey yanlıştır, fitne ve fesattır.” (Halimi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna,106)

* “Hakemin anlamında kalbin rızası üzere hükmeden manası da vardır ki, nefis bu hüküm üzerine boyun eğip itaat eder denilmiştir.” (İzzeddin Cemel, El Esmaü’l-Hüsna,196)

 

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

 

* “Hakem ismi, Kur’an’da beş yerde, “Hayru’l-Hakimin” (Hakimlerin en hayırlısı) ve “Ahkemu’l-Hakimin” (Hakimlerin hakimi) şeklinde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.” (İmam Matüridi, Matüridi’de Esma-i Hüsna,69)

 

* Efendimiz (O’na binler selam): “Hakem, sadece ALLAH’tır. Her türlü hüküm O’na aittir. (Ebu Davud) diyerek bir sahabinin Ebu’l-Hakem (Hakem’in babası) şeklindeki künyesini değiştirmiştir. Bu nedenle insanlara Hakem isminin, önüne “Abd” takısı almadan, doğrudan isim olarak verilmesi uygun değildir. Çünkü yukarıda da belirtildiği üzere “Hakem” kanun koyan demektir ve bu yetki sadece ALLAH’a aittir.

 

* ALLAH (Şanı en yüce) Kur’an’da Efendimiz’den de “Hakem” olarak söz etmektedir. Bu durum, Efendimiz’in emirlerini ve Sünnetini (tek tek sünnetler değilse bile bir bütün olarak Sünnet’in genelini) bütün Mü’minler için bağlayıcı ve mutlaka uyulması gerekli bir niteliğe büründürür. Bir anlamda Yüce ALLAH’ın “Hakem” sıfatı bu dünyada Efendimiz tarafından temsil edilmekte ya da o “Hakem” sıfatının tecellisine “A’zam” düzeyinde bir araç olmaktadır: “Hayır! Rabbine yemin olsun ki, onlar, aralarında çıkan çekişmelerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir burukluk duymadan, tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (4/Nisa:65)

 

* “Elbette ki, bu ismin tecellisi sadece ahirete özgü değildir. Bu dünyada da bütün varlıklar bu ismin tecellisine mazhardırlar. İnsanı örnek alarak konuşalım: İnsanoğlunun dünyaya gelişi gibi ölümü de ilahi hüküm iledir. Organlarının yerleri, şekilleri, büyüklükleri, vazifeleri hep ilahi hüküm ile belirlenmiştir.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna,82)

 

* “ALLAH ve Rasulü’nün dışında başka hakimlere baş vuranlar, inkar etmeleri emredilen tağutun hükmüne başvurmuşlardır. Kul, tağutu inkar edip hüküm yetkisinin yalnız ALLAH’a ait olduğuna inanmadıkça iman etmiş sayılmaz.” (İbn Kayyım, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna,109)

 

* İnsanlar arasında hakemlik ve hakimlik yapma durumunda olan kişiler, Hakem sıfatının tecellisine araç kılınmışlardır. Tabii bu işi ALLAH’ın dinine uygun ve dürüst olarak yaptıkları taktirde.

 

* “Hakem ism-i şerifinin tecellisinin mazharı olan kimse (Hakem isminin tecellisine hakkıyla araç olan) Yüce ALLAH’ın kullarına hükmünü, Yüce ALLAH’ın istediği gibi veren kimsedir.”  (A. Ziyaüddin Gümüşhanevi)

 

* “ALLAH’ın hükmünü reddetmek, O’nun ilahlığını reddetmektir. Yaratan ALLAH olduğuna göre, mülkün hakiki sahibi olup en iyi bilen ve en çok merhamet eden O olduğuna göre, ALLAH’tan daha iyi hüküm koyacak olan kimdir?” (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l-Kur’an:6/167)

 

* “ALLAH, henüz hüküm vermeden önce de Hakim’di. Bu özellik O’ndan başkası için geçerli değildir.” (İmam Kurtubi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna,107)

 

* Dünya hayatında başta siyasi alan ve rejim konusu olmak üzere bütün toplumsal alanlarda da hüküm ALLAH’a ait olmak zorundadır. Bu konuda Kur’an’ın ifadeleri son derece net uyulmadığı takdirde yaptırımları son derece ağırdır: “Kim ALLAH’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (5/Maide:44); “Kim ALLAH’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (5/Maide:45); “Kim ALLAH’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (5/Maide:47) Yani açıkçası Müslümanların devleti laik değil İslam devleti olmak zorundadır, Anayasaları da Kur’an…

 

* “İnsanlar arasındaki dini ve ideolojik anlaşmazlıklara dünyada son vermek ve hakkı benimseyen toplumları galip getirmek, en azından onların haklı olduğunu herkesin gözü önüne sermek ilahi hakemliğin bir başka çeşididir. (…) “İslam literatüründe ve Müslüman milletlerin dillerindeki yaygın kullanımdan da anlaşılacağı üzere ALLAH’a nispet edilen “Hakem” ve “Hakim” isimleri, O’nun insanlar arasındaki münasebetlerden çıkan özellikle büyük anlaşmazlıkların nihai hükmünün belirleyicisi olduğu, haklı ile haksızı sonunda belirleyeceği, adil hükmün ve karşı durulmaz gücün sadece O’na özgü olduğunu ifade etmektedir. Bu çerçeve yakın dünyadan ziyade uzak dünyayı ilgilendirmekte, bazan bir insanın hayatını, bazan da bir milletin tarihini kapsamakta, hatta ebedi hayata taşmaktadır.” (Bekir Topaloğlu)

 

* Yöneticilerin ve insanlar arasında hüküm verme durumunda olan kişilerin sorumlulukları çok daha büyüktür. Böyleleri İslam’ın hukuki ve siyasi boyutları da dahil olmak üzere tam olarak uygulanmasından sorumludur. Kur’an’ın bu konudaki söylemi de son derece açık ve nettir: “(Ey Davud!) Biz seni yeryüzünde halife yaptık. Sen de insanlar arasında adaletle hükmet. Keyfine uyma ki seni ALLAH yolundan saptırmasın.” (38/Sad:26)

 

* Hakem sıfatının kapsamının sonsuzluğunu anlamak açısından Afifüddin Süleyman et-Tilmsani son derece öğretici bir bakış açısı sunmaktadır: “Bitkiler arasında hüküm sahibi olanlar bahçıvanlardır ki, bir bitkinin diğer bir bitkiye tecavüz etmesine izin vermezler ve ağaçlara sarılan yabancı bitkileri de söküp atarlar. Bu buna benzer örnekler ALLAH’ın Hakem isminin dış görünüşleridir. Gerçek hüküm Yüce ALLAH’ındır.” (Esmaü’l-Hüsna,100)

 

 

 

PRATİK BOYUT

 

* “Bir kimse huzur ve tam bir temizlik üzere abdest alsa ve sonra gecenin yarısında uyuyakalana kadar “Ya Hakem” zikrine devam etse, kalbi ilahi sırlarla doldurulur. Sözleri tesirli olur ve rakipleri tarafından kabul görür.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna,85)

ADL

TEMEL ANLAMI:

* Sonsuz adalet sahibi olup, yaptığı ve yarattığı her şeyi tam bir adalet, ölçü ve denge üzere yapan; kusursuz şekilde iş görendir: “Rabbinin sözü doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.” (6/En’am:115)

* Hiçbir şeyde aşırılığa düşmeyen.

* “Her şeyi mertebesine, hakkı yerine koyan.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, M.Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, 43)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Atomlardan yıldızlara kadar Evren’i bütün varlıklarıyla birlikte ölçü altına alıp dengeleyen; canlı cansız her şeye en güzel ve en uygun vaziyeti veren; her varlığa layık olduğu ölçüde varlığını devam ettirme hakkı vermekle sonsuz adaletini gösteren; emrine itaat edenleri ödüllendirirken, haddi aşanları dizginleyen ve hak ettikleri cezayı veren; haşrin büyük mahkemesinde ise mutlak adaletini en geniş ve en mükemmel tarzda gösteren.” (İsmail Mutlu, İman Esasları,90)

* “Adaletin Yaratan’ı ve Sahibi. Kulu için ezelde neye hükmetmiş ise onu ona eksiksiz olarak veren.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl,253)

* “Adl, ALLAH’ın isimlerinden biri olarak kullanıldığında mübalağa ifade eden bir sıfat olup ‘çok adil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan’ anlamına gelir. İslam filozofları ‘adl’ sıfatını, ‘ALLAH’ın her varlığa layık olduğu imkan ve kabiliyetleri bahşetmesi’ anlamına gelen inayet ve cömertlik kavramlarıyla açıklamışlardır. İbn Teymiyye’de muhtemelen bu görüşten yararlanarak adle ‘ALLAH’ın yaratıklarına nimet vermesi ve ihsanda bulunması’ manasını verir. Ehl-i Sünnet’in çoğuna göre ALLAH’ın zatıyla birarada olan ‘Adl’ sıfatı vardır. Gazzali, ALLAH’ın adaletinin ne anlama geldiğini bilmeden O’nun adil olduğunu anlamanın, fiillerini, yaratıp idare ettiği kainatı tanımadan da adaletini kavramanın mümkün olmadığını söyler ve kainatın tanınması konusunda çeşitli örnekler verir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-1,387)

* Adl sıfatının mutlak ve mükemmel tecellisi Kıyamet Günü’nde olacaktır. Dünya hayatında imtihan gereği olarak Adl sıfatı herkesin anlayabileceği şekilde tecelli etmez, göreceli kalır: “Biz Kıyamet Günü için adalet terazileri kurarız. Hiçbir kimseye zerre kadar haksızlık edilmez. (Yapılan iş) Hardal tanesi kadar bile olsa onu (teraziye) getiririz. Hesap gören olarak Biz yeteriz.” (21/Enbiya:47)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER :

* Adl sıfatı  ALLAH’ın sıfatı olarak Kur’an’da yer almamaktadır. Sadece Tirmizi’de geçen Esma-i Hüsna listesinde bulunmaktadır.

* “Adl isminin çeşitli dereceleri vardır. Bu derecelere göre, ALLAH’ın bazı fiilleri ihsan ve fazilet olup, diğerleri ise adl ve hikmettir. Adl ve hikmet mahlukata göre daha kapsamlı olduğundan ihsan ve faziletten daha geneldir.” (İmam Matüridi, Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 69)

* “Rahmeti gereği güneşiyle kafirleri bile ısıtmasıyla  ALLAH adildir. Kafirlerin hakkına tecavüz eden bir Müslümanı bile hesaba çekmesiyle ALLAH adildir. Peygamber evladını bile hesaba çekecek olmasıyla ALLAH (Şanı en yüce) adildir. İlk kulu Adem’in katil oğlunu bağışlamamasıyla ALLAH adildir. Yarattığı ateşin (bu dünya için) hem Müslüman hem de Kendi düşmanı kafire aynı acıyı vermesiyle ALLAH adildir. Daha rahat, daha güvenli ve daha huzurlu hazırladığı kanunların Kendi peygamberlerini de bağlaması açısından yüceler yücesi ALLAH adildir.” (Feyzullah Birışık, Esma-ül Hüsna-2,52)

* “Adalet hakikatini kainat sayfalarında okumak mümkündür. Her ruha uygun bir beden, her bedene münasip organlar verilmesi adaletin tezahürüdür. Canlıların yetenekleriyle sahip oldukları donanımları birbirine paralel yaratılmıştır. Bal yapmak isteyen arı gerekli organlara sahip kılınmıştır. Uçmak arzusuyla yaratılan kartal mükemmel kanatlara sahiptir. Öbür canlılar da bu minval üzere yaratılmışlardır.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH,47)

* “Adalet denilince bunun zıddı olan zulüm hatıra gelir. Zulüm, ‘başkasının mülkünde, izni olmaksızın tasarruf etmek’ demektir. ALLAH zulümden münezzehtir; çünkü bütün mülk aleminin tek sahibi ve yaratıcısı O’dur.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna,85)

* Adl sıfatının tecellisine hakkıyla araç olan Müslüman yönetici ve hakimlerin ALLAH katındaki değerlerine baha biçilemez. Dünya yaşamında imtihan sırrı gereği olarak açıkça görülemeyen bu değer, ahirette artık imtihan olmadığı ve bu nedenle perdeleme gereği de ortadan kalkmış bulunacağı için herkes tarafından tam olarak anlaşılacaktır. Bu konuda Efendimiz (O’na binlr selam): “Gerek verdikleri hükümlerde, gerek aile fertleri hakkında ve gerekse üzerlerine aldıkları işlerde adil davrananlar, Rahman olan ALLAH’ın katında, nurdan koltuklar üzerindedirler.” (Müslim, Nesai)

* Adl sıfatının tecellisine hakkıyla araç olan Mü’min, insanlara adaletle davranır. Fakat bu, yaratılıştaki sırrı anlamayan bazılarının sandığı gibi gözü kapalı bir eşitlik değildir. Hakkı, haklı olana, hakkı oranında vermektir.

* A. Osman Tatlısu: “Yüce ALLAH adildir, zalimleri sevmez, zalimlerle düşüp kalkanları ve hatta zalimlerle teması olmadığı halde uzaktan onlara imrenenleri ve sevenleri de sevmez.” (Esmaü’l-Hüsna Şerhi,91)

* İnsanın kendine karşı adil olması, yaşamını yaratılış gayesine uygun olarak yani İslam’ın istediği biçimde kulluk ederek, ALLAH’ı tanımaya çalışmasıdır. Başka bir deyişle, sahip olduğu bedensel ya da ruhsal bütün organ ve yetenekleri İslam’ın koyduğu sınırlar içinde ve ALLAH’ın rızasını niyet ederek kullanmasıdır.

* “Adl’in kulu, o kuldur ki, başkalarına yapmak istediğini önce kendi nefsine tatbik eder.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna,86)

* İnsanlar arası çatışmalarda ALLAH, Mü’min kulları için sadece adalet ya da merhamet tercihlerinden razı olmuştur. Zulme girme hakkı istisna olarak bile olsa söz konusu değildir: “Kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışırsa onun mükafatı ALLAH’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (42/Şura:40)

* “Zalim senin adaletinden korkmalı, mazlum da senin adaletine sığınmalıdır.” (İzz b. Abdüsselam, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna: 237)

* “Bir insanın ‘Adl’ isminden feyiz alabilmesi (ya da ‘Adl’ isminin tecellisine ayna olabilmesi) için, öncelikle kendisine ilahi bir bağış olarak verilen bütün organlarını, akıl, kalb, hayal, hafıza gibi manevi cihazlarını, sevgisini, korkusunu ve daha nice duygularını yaratılış gayelerinde kullanması gerekir. Ancak o zaman, ‘her şeyi yerli yerine koymak ve her hak sahibine hakkını vermekle’ adalet etmiş ve zulümden kurtulmuş olur. Aklını başkalarını aldatmaya ve onlara haksızlık etmeye yoran bir insan, öncelikle kendi aklına zulmetmiş olur. Çünkü o akılla nice ilimler tahsil edebilir ve faydalı işler yapabilirdi. Böylece hem dünyasını hem de ahiretini mamur etmiş olurdu. Muhatabına zarar vermekle ettiği zulüm ise ikinci derecede kalır. Çünkü kendi aklına verdiği zarara karşılık muhatabının, mesela, malına zarar vermiş olur. Yine bir insanın adil olabilmesi için, maddi imkanlarını da adalet üzere kullanması, israftan sakınması, fakirin hakkını alan zekatı eksiksiz vermesi gerekir. Zekat vermeyen insan, hem kendi nefsine, hem de muhtaçlara zulmetmiş olur. Adaletin ikinci şubesine (Esma’nın tecellisine araç olma) gelince, elinde hüküm ve infaz yetkisi bulunan kimseler, ‘zalimlere hak ettikleri cezayı vermek’ ve bunu yaparken de aşırı giderek zulme girmemek suretiyle, Adl ismine mazhar olur ve bu isimden ayrı bir feyz alırlar.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna,85)

* Ahiretteki cezalar ve bütün olarak Cehennem, yüzeysel bir bakışla zannedileceğinin aksine ALLAH’ın “Kahhar, Müntakim” v.b. sıfatlarından önce, esas olarak “Adl” sıfatının tecellisidir. Özellikle geçici bir süre orada kalacak olan bazı Mü’minler için… “İşte bu sizin ellerinizle işleyip gönderdiğiniz günahların karşılığıdır. Yoksa ALLAH kullarına zulmetmez.” (3/Al-i İmran:182)

* “Dünyadaki adaletsizlikler, insan iradesinin serbest bırakılmasından kaynaklanmaktadır. Yoksa yaptıkları yanına kar kalacak değildir. Unutmamak lazım ki, dünya bir imtihan yeridir. Eğer burada birebir adalet tecelli etse, hiç kimse iradesini istediği gibi kullanamaz ve imtihan sırrı ortadan kalkar. Ahiret olmasa gerçek manada adalet tecelli etmez. Zalimin zulmü yanına kar kalır, mazlum da gözyaşı ile gider. (…) Dünyada şahit oluyoruz ki, her zalim cezasını çekmiyor. Veya suçunun bedelini, hafif bir ceza ile atlatıyor. Dünyada ALLAH bazı kullarına felaket veriyor. O insan kötü ise, hakettiği için oldu; iyi ise, ALLAH onun manevi makamını yükseltiyor diye düşünüyoruz. Ama ilahi adaletin bu dünyada her zaman yerine geldiğini görmüyoruz. Dolayısıyla, ALLAH’ın adalet sıfatının tecelli edebilmesi için, ölen insanların dirilmeleri; büyük bir mahkemede hesaba çekilmeleri lazım. Ve suçluların hakettikleri ölçüde ceza görmeleri; bunun yanısıra, mazlumların mükafatlandırılmaları lazım.” (Nurettin Ünal, Risale-i Nur’dan Esintilerle Esma-ül Hüsna,70,71)

* ALLAH’ın Adl sıfatının tecellileri karşısında takınacağı tavırlar Mü’min kulun bu dünyadaki en ciddi sınavlarını oluşturur. Bu konuda İmam Gazali şöyle bir değerlendirme yapmaktadır: “Kulun, Yüce ALLAH’ın yaptığı bütün işlerde, hükümlerinde, emir ve yasaklarında adil olduğuna inanması gerekir. ALLAH’ın emirleri ister kendi isteklerine uysun, ister uymasın. İster kendi çıkarlarıyla bağdaşsın ister bağdaşmasın…  ALLAH madem ki emretmiştir, doğrudur. O’nun emrini yerine getirmesi lazımdır. Madem ki yasak etmiştir, yine doğrudur. O’nun yasaklarından uzak durması lazımdır. ALLAH’ın emrine uymazsa mutlaka zarara girmiş olur. Çünkü kul bilemez. Onu, Rabbi kendisinden daha iyi tanır, bilir. Kulun, ALLAH’ın yaptığı bütün işlerde haklı ve adaletli olduğunu bilmesi ve buna böyle inanması gerekir. Çünkü, iman, inkarı kökten keser, zahiren bütün itirazları süpürüp atar. Kul, şunu iyi bilmeli ve aklına koymalıdır ki, her şey bir sebebe bağlıdır, o şekilde düzenlenmiştir. ALLAH tarafından nasıl düzenlenmiş ise öylece gerçekleşmektedir. ALLAH’ın düzenlemesinde haksızlık olamaz, ALLAH’ın her dediği doğru ve her yaptığı da adildir.” (Akt: Şahver Çelikoğlu, el-Esmaü’l-Hüsna Şerhi-3,202)

* “ALLAH’ın bütün herkese azap etmesi adaletinden, merhamet etmesi fazlından, onları iki gruba ayırması da hikmetindendir.” (İmam Kurtubi: El Cami…-1, 4439)

* “Söz konusu isim, adaletinden korkulan ve ihsanından ümit kesilmeyen kimseye verilmiştir. Buna göre O’nun fiillerindeki adaleti, sözlerinin doğruluğunun delilidir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 108)

* “Yüce ALLAH’ın kul aleyhine hükmettiği her şey onun hakkında adalettir.” (Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 535)

 

PRATİK BOYUT:

* Adalet, İslam’ın öngördüğü toplumsal ve siyasal düzenin temel kavramıdır. Demokrasinin temel kavramlarını oluşturan “özgürlük ve eşitlik” İslam siyasi düşüncesinde “Adalet” kavramı ile karşılanmıştır. Bu nedenle de “Adl” ismi bu düzeni gerçekleştirmeye ya da geliştirmeye çalışan Mü’minler için en önemli virdlerden biri olmalıdır.

LATİF

TEMEL ANLAMI:

* “ALLAH kullarına karşı çok lütufkardır. Dilediğini rızıklandırır.” (42/Şura:19)

* “Fiillerini yumuşaklık ile gerçekleştiren. Kullarına iyilik ve merhamet eden. Yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan. Zatı duyularla algılanamayan. En gizli ve ince hususları dahi bilen.” (Ragıb el-İsfahani, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-27, 108)

* “Latif, bir işi yapma konusunda yumuşak olmayı ve faydalı şeyleri, yaratıklarından dilediğine güzellik ve incelikle ulaştırmada, işlerin en ince ve en güzel yönlerini kendisinde toplayan Varlık demektir.” (İbnu’l-Esir, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 553)

* “Niteliği anlaşılamayan, gizli olan.” (İmam Beyhaki, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 293)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “İslam alimleri “Latif”i bir çok değişik anlam ve ifadelerle tanımlamışlardır. Yirmi ikiye kadar çıkan bu tanımları şöyle sıralayabiliriz:

1- İbn Abbas: ‘ALLAH, kullarına karşı çok lütufkardır.’ (42/Şura:19) ayetini, ‘Onlara hoş ve güzel davranandır’ şeklinde açıklamıştır.

2- Onlara iyilik edendir.

3- İyi kimseye de kötü kimseye de iyilik yapandır.

4- Kullarına yumuşak davranandır.

5- Huzuruna çıkışta ve hesaba çekilişte onlara yumuşak davranandır.

6- Rızık vermede kullarına iki yönde iyilik yapandır. Birincisi, onları güzel şeylerle rızıklandırması; ikincisi ise, rızklarını bir defada kendilerine vermeyip israf etmelerine ve savurganlık yapmalarına mani olmasıdır.

7- Kendisini tanımalarını sağlamakla veli kullarına; inkarları nedeniyle hemen cezalandırmamakla da düşmanlarına çok lütufkardır.

8- İnsanlardan ümidini kesip Kendisine sığınan, yönelen ve dayanan kullarına lütuflarda bulunan, onları kabul eden ve onlara yönelendir.

9- İnsanlar arasında kullarının iyiliklerini yayan, kötülüklerini örtendir.

10- Azı kabul edip, çoğu verendir.

11- Dünyada rızkını keserek kimseden öç almayan, ahirette de kimsenin merhametinden ümid kesmediğidir.

12- Adaletinden korkulan ve iyilikleri (ihsanı) umulandır.

13- Kuluna çalışmasından daha fazlasını veren ve ona gücünden daha fazlasını yüklemeyendir. ALLAH şöyle buyurmuştur: ‘Nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca verdi.’ (31/Lokman:20) ; ‘ALLAH, üzerinizdeki yükü hafifletmek ister.’ (4/Nisa:28)

14- Kendisine isyan edeni cezalandırmakta acele etmeyen, umut edenin de umudunu boşa çıkarmayandır.

15- Dinine hizmet edene yardım eden ve çokça övendir.

16- İsteyeni geri çevirmeyen, ümit edeni ümitsiz kılmayandır.

17- Hataları affedendir.

18- Kendi nefsine acımayana acıyandır.

19- Ariflerin müşahade ettikleri sırlarla etrafı aydınlatan, dosdoğru yolu onların metodu yapan ve gökyüzünden bardaktan boşanırcasına yağmur yağdırandır.

20- Hayal ile Kendisine ulaşılamayandır. (Hayal edilemeyendir.)

21- Fiillerin en gizli inceliklerini bilendir. Anne karnındaki cenini yaratması, fışkı ile kan arasından, göğüslerden halis süt çıkarması gibi.

22- Her zorluğu kolaylaştıran ve her kırığı onarıp iyileştirendir.” (İmam Kurtubi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 293) 

 

* “İnsan aklı ve duyularıyla anlaşılamayacak aşkın varlık.” (Fahrüddin Razi: Akt: Metin Yurdagür, Esma-i Hüsna, 135)

* “Kullarına bilmedikleri yönden bağışta bulunan, ummadıkları yerden faydaları için sebebler yaratan.” (Hattabi, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 230)

* “Latif, seni ihtiyaç ve amacına kibarlıkla ulaştırandır. ‘ALLAH sana lütfetti’ denildiğinde bu, ‘ALLAH, güzellikle seni amacına kavuşturdu’ demektir.” (Muhyiddin İbn Arabi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 293)

* “Merhametli olan, iyilik yapan, küçük büyük her şeyi ve Kendisinden gizli kalmayan sırları bilen” (İmam Matüridi, Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 70)

* “Yarattığının gerekli olan ihtiyaçlarını şarta bağlı olmaksızın lütfeden.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 256)

* “Ebedi olarak mahcubiyette ve hüsranda kalmamaları için kullarına günahlarını unutturucu.” (M. Nusret Tura, O’nun Güzel İsimleri, 86)

* “Her ne kadar bazı alimler, “Latif”te “lütuf ve ihsanda bulunma” manasının ağır bastığını söylüyorsa da Kur’an’daki bütün kullanılışlarında “hiç kimse tarafından bilinip sezilemeyen en ince noktalara vakıf olma” anlamının hakim olduğu görülmektedir. Özellikle ALLAH’ın, insanların bütün gizli konuşmaları ile zihin ve gönüllerinde barındırdıkları düşünce ve duygulara vakıf olduğunu ve yaratıcı vasfı taşıyan bir varlığın bilmemesinin söz konusu edilemeyeceğini ifade eden ayetlerde (67/Mülk:13-14), Hz. Lokman’ın oğluna öğüt verirken her davranışının –hardal tanesi kadar bile olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerin derinliklerinde de bulunsa-  ALLAH tarafından bilinip ortaya çıkarılacağı yolunda uyarıda bulunduğunu beyan eden ayette (31/Lokman:16), ayrıca Hz. Peygamberin eşlerine hitap eden ayette (33/Ahzab:34) geçen “Latif” isminin bilmeye yönelik muhtevası açıkça ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında Hz. Yusuf’un mazhar kılındığı ilahi nimetlerden söz eden (12/Yusuf:100), Cenab-ı Hakk’ın indirdiği yağmurla yer yüzünü yeşertmesi ve kullarına dilediği nimetleri vermesinden bahseden (22/Hac:63; 42/Şura:19) ayetlerde geçen “Latif” isminde “ikram ve ihsan” manasının ağırlık kazandığını söylemek mümkündür. En’am suresinde hiçbir gözün ALLAH’ı idrak edemeyeceği, fakat O’nun yaratılmışların bütün idrak vasıtalarını ihata ettiğini ifade eden ayette ise (6/Enam:103) hem Zat-ı İlahiyye’nin belli şartlar çerçevesinde fonksiyoner olabilen insana ait göz idrakinden münezzeh olduğu hem de Kendisinin her şeyi görüp bildiği manası hakimdir. “Latif” yer aldığı yedi ayetin beşinde “Habir” ismiyle birlikte ve ondan önce yer almıştır. Böylece iki isim ilahi ilmin enginliğini ve derinliğini ifade etmede birbirini desteklemiş, ayrıca ALLAH’ın lütuf ve ihsanının yerli yerinde oluşunu vurgulamıştır. (Bekir Topaloğlu, DİA-27, 108)

* “(Kur’an’da Latif ismi) Yalnız başına geldiğinde “ihsan” manası hakimdir. Öbür yandan el-Habir vasfına bitiştiği ayetlerde ise, hem bu vasıf hem de kendisinde taşıdığı öbür anlam dolayısıyla , “gizliliklere nüfuz eden” manası galip görünmektedir. Daha doğrusu -geçtikleri muhtevalardan da anlaşıldığı gibi- bu iki kavram, birbirinden ayrılmaz şekilde bir bütün oluşturur; lütfunu bilerek, umulmayan fayda ve yönleri görerek yaptığını hissettirir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 231); “(Lokman): ‘Yavrucuğum! Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığınca bile olsa ve bu bir kayanın içinde ya da göklerde ya da yerde bulunsa, yine de ALLAH onu (senin karşına) getirir. Doğrusu ALLAH Latif’tir, Habir’dir.” (31/Lokman:16)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER :

* Latif ismi Kur’an’da yedi yerde geçmektedir.

* “Latif, yararlı olan şeylerin gerçeklerini ve inceliklerini bilen, sonra da bunları sert olmayan, yumuşak bir yolla hak edenlere ulaştırandır. Bu bilgi ve yumuşak fiil, herhangi bir şeyde bir arada bulunduğunda lütuf anlamı gerçekleşmiş olur. Bu anlamın ALLAH’tan başkası için gerçekleşmesi düşünülemez. Çünkü ALLAH’ın her şeyin inceliklerini, gizliliklerini ve gerçeklerini bildiği kuşkusuzdur. O’na göre gizli ve açık şeyleri bilmek aynıdır. ALLAH’ın fillerinde yumuşak olmasının ise zaten bir sınırı yoktur.” (İmam Gazali, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 293)

* “Latif, zor olan her şeyi kolaylaştıran, kırılan her şeyi onaran demektir. Bilinmelidir ki: Bu ismin hakikatleri ve sırları, varlığın mertebelerine umumi olarak yayılmıştır. El-Latif, “lütuf” kelimesinden türetilmiştir ve anlamı gizlilik ve gizli şeylerin en gizlisi demektir. Letafet de, gölgenin uzayıp çekilmesi demektir. Çünkü göz gölgenin peşpeşe uzayıp, çekilmesinden başka bir şey algılayamaz; gölgenin gerçek aslından çıkıp, tekrar oraya dönüşünün hakikatini görmek bir tarafa, sürekli olan ve algılanabilir durumda bulunan hareketinin de görülmesi mümkün değildir. Çünkü gölge, uzarken dikkate alındığında, varlığın kendisinden çıkmaktadır; aynı şekilde çekilirken de, kendisinden çıktığı şeye çekilmektedir. Bu, gözün şahitliğidir. Yüce ALLAH’ta şöyle demektedir: “Sonra onu (gölgeyi) yavaş yavaş Kendimize çektik (kısalttık)” (25/Furkan:46) bu ayet ise gölgenin çıktığı kaynağın bizzat Yüce ALLAH olduğuna işaret etmektedir. (…) Buna göre Hak, gölgenin çekilmesini Kendi nefsine izafe ettiği gibi, aynı şekilde gölgenin uzamasını da Kendisine izafe etmiştir. Nitekim Yüce ALLAH şöyle buyurmuştur: “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi?” (Sadreddin Konevi, 25/Furkan:45)   

* “Öyle lütufkarsın ki, güzellerin güzel yüzlerindeki güzelliğe bakacak gözleri, yokluğun körlüğünden Sen çıkarırsın.” (Senai Demirci, 99 Esma 99 Dua, 61)

* “(Latif olan ALLAH) Kuluna ve dostuna karşı son derece lütufkardır. Ona bağışta bulunur, lütfu ve ihsanıyla onu kuşatır ve yüksek mertebelere eriştirir. Onu, kolay olana yaklaştırır ve zor olandan ise uzaklaştırır. Onun hoşuna gitmeyen ve sıkıntı veren her türlü imtihanları ve denemeleri onun üzerinde gerçekleştirir. Bu imtihan ve denemelerin meydana gelmesinde, dünya ve ahirette kulu için menfaatler, mutluluklar ve güzel bir sonuç olduğunu bilir. Nitekim peygamberleri, kavimlerinin eziyetiyle ve ALLAH yolunda cihad etmekle imtihan etmiştir. Yine dostlarını da arzu ettiklerine ulaşmaları için hoşlanmadıkları şeylerle imtihan etmiştir. (…) Kul, gerek yönetme (velayet), gerek lider olma (riyaset) ve gerekse insanlar arasında en sevilen faktörlerden birinin sorumluluğunu üzerine alma gibi nice dünyevi şeylere gözünü diker. ALLAH ise, kulunun dinine zarar vermemesi için onu bu tür şeylerden uzaklaştırmaya çalışır ve kuluna olan rahmetinden dolayı bu tür şeyleri ondan kaçırır. Kul ise (bunları elde edemediği için) cahilliğinden ve Rabbini yeterince tanımamasından dolayı üzüntülü bir şekilde (hala bunları elde etme konusundaki) ısrarını sürdüdür. İstekte bulunanlar, ister sözle veya hal lisanıyla istemiş olsunlar, ister isteyen kimse Mü’min ya da kafir ve iyi ya da günahkar olsun, eğer kul, (bilmediği nice şeylerin) kendisi için hazırlandığını (ve bu konuda ona iyiliğin murad edildiğini) bilmiş olsa, (ALLAH’a hamd eder ve bundan dolayı O’na şükreder).” (İbn Kayyım, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 554) Bu durumda olan bir kul Efendimiz’in (O’na binler selam) şu duasıyla ALLAH’a sığınmalıdır: “ALLAH’ım! Benim isteyip te bana nasip ettiğin şeyleri, Senin sevdiğin şeyleri yapabilmem için bana güç kaynağı kıl! Benim isteyip te bana vermediğin şeylerin yerine de Kendi sevdiğin şeyleri bana nasip et!” (Tirmizi) 

* “Kulun “Latif” isminden ilham alarak edinebileceği nitelik şudur ki: ALLAH’ın kullarına müşfik davranmak; ALLAH’a ve ahiret mutluluğuna davet ederken şiddet ve taassuba kapılmadan, tartışmaya girmeden nezaket ve yumuşaklıkla hareket etmek. Bu çağrı konusunda takip edilecek en güzel yöntem tumturaklı sözlerden çok daha etkili ve başarılıdır.” (İmam Gazali, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-27, 108)

* “Çocuğu anne karnında kat kat karanlıklar içinde yaratması, ALLAH’ın “Latif” isminin bir cilvesidir. ALLAH cenini orada yaratır, korur ve besler. Doğduğu zaman annesinin memesini ağzına alıp emmesini ilham eder. Çocuk doğar doğmaz, görmeden ve kimseden öğrenmeden hemen memeye yapışır, emmeye başlar. Bütün bunlar ALLAH’ın lütfunun bir tecellisidir. Büyüme çağında da çocuk üstündeki ALLAH’ın lütfunun tecellileri devam eder. İlk aylarda ALLAH dişleri yaratmaz ki, çocuk annesini rahatça emebilsin. Süt dışında gıda alacağı yaşa gelince, ALLAH çocuğun dişlerini bitirir. Dişlerin farklı şekilde, farklı görevleri görebilecek şekilde yaratılması da ayrı bir lütuf tecellisidir.” (İmam Gazali, Akt: Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna,122)

* “Elektrik enerjisi, mor ötesi ve X ışınları, ultrason, röntgen, mikro dalga cihazları, internet bağlantıları, uydudan iletişim teknolojisi, ALLAH’ın “Latif” isminin tecellilerindendir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna,122)

* “Abdüllatif (Latif’in kulu) o kuldur ki her şeyin iç güzelliğini görebilmesi için onun kalp gözü açılmıştır. Böylece kendisi de o güzelliğe ulaşır ve bütün yaratılmışlarla güzelce iletişime geçerek onları güzelleştirir. ALLAH’ın yarattıklarının üzerine yağdırdığı sonsuz bağışları, inananlara göstererek onları şükre yönlendirir. O, naziktir, sözleri ve hareketlerinde güzeldir. Onun gayretleri bahar yağmuru gibidir: Nereye düşerse eşya çiçek açar. Güneşin ışıması gibi, insanların hayatının her köşesini aydınlatır. (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 87)

HABİR

TEMEL ANLAMI:

* Maddi-manevi, iç-dış, açık-gizli her şeyi bilen; her şeyden haberdar olan: “ALLAH’tan korkun, çünkü ALLAH, yaptıklarınızdan haberdardır.” (59/Haşr:18)

* “Habir, dilediği şeyden dilediği şey ile haber verendir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 112)

* Habir, “Alim” den farklı olarak, gizli, soyut ve ALLAH’tan başkası tarafından bilinemeyecek olan şeyleri de bilen anlamındadır.

* “Her şeyden haberdar olan ve her sırrın mahiyetini dilediğine bildiren.” (A. Yüksel Özemre, Vahy Göre Akıl, 255)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Nefislerin ne ile huzursuz ve ne ile huzurlu olduğundan, sükûnete kavuştuğundan her zaman haberli olan.

* “Habir, kullarının kalplerindeki teslimiyetten haberdar olandır.” (Abdullah ibn Abbas, Akt: Veli Ulutürk, Kur’an-ı Kerim ALLAH’ı Nasıl Tanıtıyor?, 125)

* “ALLAH’a nispet edilen ‘hubr’ kavramında, duyularla algılanmış gibi her şeyin gerçekliğinden ve genellikle insanlara gizli kalan iç yüzünden haberdar olma manası mevcuttur. Habir isminin “haberdar eden” (muhbir) anlamına da gelebileceği kaydedilmektedir. (…) “Habir” yirmi altı ayette, ALLAH’ın, insanların yaptıkları her şeyden ve kıyametteki durumlarından haberdar olduğu manasını ifade etmekte ve daha çok müjdeleyici bir üslup taşımaktadır. Beş ayette, ‘yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan’ manasındaki ‘Latif’, yine beş ayette ‘gören’ manasındaki ‘Basir’, dört ayette ‘bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan’ anlamındaki ‘Hakim’, dört ayette de ‘hakkıyla bilen’ anlamındaki ‘Alim’ ismiyle birlikte kullanılmıştır. Kelimenin bu kullanılışlarının, manasına zenginlik kattığı, onu pekiştirip açıklığa kavuşturduğu görülmektedir.” (Bekir Topaloğlu: DİA-14, 378)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER :

* “Kur’an’ı Kerim’de bir ayette ‘hubr’ masdarı, kırk dört ayette de ‘Habir’ ismi ALLAH’a nispet edilmiştir.” (M. Fuat Abdülbaki, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-14, 378)

* “Büyük küçük, az çok, maddi manevi, cismani ruhani her şey, her eser, her varlık O’nun ‘Habir’ ismiyle kuşatılmıştır.” (Ömer Sevinçgül,  ALLAH, 49)

* “Esma-i Hüsna’yı kendine has bir yöntemle gruplandıran Gazzali, ‘habir’le birlikte dört ismin ilim kavramı etrafında halkalandığını kabul etmiştir. Ona göre ‘Alim’ ismi mutlak manada ilme delalet eder. ‘Habir’, ilmin duyularla algılanamayan batıni kısmını, ‘Şehid de algı alanına yönelik kısmını ifade eder. ‘Hakim’ bilinemeyeceklerin en şereflilerine yönelik iken ‘Muhsi’, ayrıntıları sınırlı bulunan konuları aydınlatan bir isimdir. Bütün bunlardan başka Esma-i Hüsna cetvelinde yer alan, ‘ilmi ve merhameti her şeyi kuşatan’ anlamındaki ‘Vasi’ ismi de ‘Habir’ grubu içinde mütalaa edilmelidir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-14, 379)

* “Naslarda ALLAH’a nispet edilen, yüce Yaratıcıyı niteleyip, tanıtan ve dolayısıyla O’nu manen insanlara yaklaştıran isim ve sıfatların her biri Mü’min üzerinde değişik etkiler yapar. Abdülkerim el-Kuşeyri’ye göre ‘Habir’ isminin kul üzerindeki tesiri, bütün davranışlarına vakıf bulunan Cenab-ı Hakk’a olanca samimiyetiyle güvenip teslim olmak ve her şeyin O’ndan geleceği şuuruna sahip olmaktır. Öyle ki bu mertebeye erişen kul, ihtiyaç ve dileklerini diliyle ifade etmez, sadece kalbinden geçirmekle yetinir. Gazzali ise ‘Habir’ isminin bir yöntem olarak kullanılmasını önerir. Mü’min kul bu ismin ışığı altında kendi varlığını, özellikle psikolojik yapısını teşhis etmeli ve içinde barınan hayvani duygulara karşı cephe alarak onları yenmeli, hile ve tuzaklarından sürekli olarak korunmalıdır. Böyle kullar ‘Habir’ ismini almaya bile layıktır.” (Bekir Topaloğlu, DİA-14, 379)

*İmam Gazali, insanın “Habir” isminin tecellisine ayna oluşunu, kendi ruh dünyasında gerçekleşen ve başkalarının bilemediği şeyleri vicdanen bilmesi şeklinde açıklar. (Akt: Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 90)

* “Bilesin ki duaların da talep etmediğin en gizli ihtiyaç ve isteklerin dahi O’na malumdur ve çoğunlukla sen istemeden sana verilirler.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 89)

*“İmam Matüridiye göre, ALLAH’ın, Kur’an’da sık sık Zatını ‘Habir’ ismi ile vasfetmesinin hikmeti, kulları uyarmaktır. Bu yolla ALLAH, kötülüklere yaklaşmamaları için kullarını uyarmakta ve korkutmaktadır.” (Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 71) 

 

PRATİK BOYUT:

*Mü’minler, “Habir” isminin zikrine ve tecellisine sığınarak kendi iç dünyalarının ve kalp alemlerinin en gizli derinliklerini de keşfetmeye çalışmalı ve oralarda bulacakları çirkin duygu ve düşünceleri “Kahhar” isminin zikri ile O’na havale ederek içlerini ve kalplerini temiz hale getirmelidir.

* “Abdülhabir (Habir’in kulu), o kuldur ki, tam bir algılama yeteneği ile donatılmıştır. Böyle bir kimse olayların tabiatlarıyla birlikte onların şartları ve neticelerinden haberdar kılınmıştır. Bu nimete ulaşmanın birinci şartı kendini bilmektir; kendinin doktoru olmaktır. Öncelikle, kibir, riya, hased, bencillik, öfke ve aşırı dünya sevgisi hastalıklarını ve hepimizin muzdarip olduğu diğer olumsuz özellikleri bir teşhis edelim. Sonra da onları iyileştirmek için azami gayret gösterelim. Bir kimse belli kötü huylar ile malul (hasta), fakat bunlardan samimiyetle mahcup ise ve bunlardan kurtulmak istiyorsa ‘ya Habir’ esmasını yapabildiği sıklıkta zikretmek ona yardım edecektir. İman sahibi bir kimse bir işinin neticesinden endişe ediyorsa, o işinin neticesinin rüyada kendisine gösterilmesi için yattıktan sonra uyuyana kadar ‘ela ya’lemu men halak ve hüve’l-Latifü’l-Habir’ (Hiç yaratan bilmez mi? O, Latif’tir, Habir’dir. 67/Mülk:14) ayetini okuyabilir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 88)

* “Habir” isminin tecellisine araç olan Mü’min kul, alemin herkes tarafından bilinemeyecek gizliliklerini öğrenir. Bu isim gizli istihbarat faaliyetleri için büyük bir öneme sahiptir. Bu tür işlerle meşgul olan Mü’minler tarafından özel bir vird haline getirilip, sürekli zikredilmelidir.

HALİM

TEMEL ANLAMI:

* Kendisine isyan eden kullarını cezalandırmakta acele etmeyip, onlara her şeye rağmen rahmetiyle davranan, mehil verip, sürelerini uzatan: “Eğer ALLAH, insanların yaptıklarına karşılık hemen sorguya çekseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince (gereğini) yapar. Şüphesiz ALLAH kullarını görmektedir.” (35/Fatır:45)

* “Halim, günahları bağışlayan ve cezalandırmada acele etmeyen, öfkesine yenilmeyen, cahillerin cehaleti ve asilerin isyanı Kendisini öfkelendirmeyendir.” (Hattabi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 117).

Efendimiz bu konuda: “İşittiği kötü söze karşı ALLAH’tan daha fazla sabreden kimse yoktur. O’nun çocuğu olduğunu iddia ederler; ama O, yine de onları rızıklandırır, onlara sağlık ve afiyet verir.” (Buhari, Müslim) buyurmuştur.”

* “Sabırlı ve temkinli olan, acele ve kızgınlıkla davranmayıp, ileride meydana gelecek gelişmelere fırsat tanıyan. Kudreti olduğu halde cezalandırmayan. ” (Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 334)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Tövbe ettiklerinde günahkarların kötülüklerini örterek affeden.” (İmam Matüridi, Akt: Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 72)

* “Alimlerin “Halim” ismi etrafında yaptıkları yorumlar, kelimenin sözlük anlamı ve Kur’an’daki kullanılışıyla paralellik arzetmektedir. Kelimenin kök anlamı içinde önemli görülen “kudreti yettiği halde cezalandırmama” ve “tamamen affetmeyip erteleme” noktalarını özellikle vurgulayan alimler “Halim” isminin şu manaları üzerinde de dururlar: Cenab-ı Hak, bu ismin tecellisi olarak tövbeleri kabul eder ve günahların bir kısmını affedebilir; ALLAH’a karşı nasıl hürmet gösterileceğini bilmeyenlerin kaba davranışları ve asilerin azgınlıkları O’nu öfkelendirip harekete geçirmez ve aceleye sevketmez. ALLAH hilim gösterir; öyle ki cahiller O’nun olan bitenden haberdar olmadığını sanır, basireti bağlananlar da O’nun görmediği zehabına kapılırlar. Abdülkahir el-Bağdadi’nin ifade ettiği gibi cezalandırmada acele eden fırsatın elden kaçmasından korkan kimsedir. İradesini dilediği zaman gerçekleştirmesi hususunda hiçbir engeli bulunmayan ve suçluyu kaçırma endişesinden münezzeh olan yüce Varlık için hilim bir övgü sıfatıdır. Halimi de ALLAH’ın günahları yüzünden kullarına olan lütuf ve ihsanını esirgemediğini, itaatkar kulunun rızkını verdiği gibi asi kulununkini de verdiğini, iyi kötü bütün insanları yaşatıp bela ve afetlerden koruduğunu belirtir. “Halim” isminin bu tecellisi ALLAH’ın sosyal hayatı yönetmede ve toplumların varlıklarını sürdürmedeki düzenini de açıklamaktadır. Buna göre Tanrı zalimi hemen cezalandırmaz, mazlumun duasını kabul etmekte de acele göstermez. Sosyal hayatta hakim olan bu ilahi düzen insanın irade hürriyetinin ve sorumluluğunun temelini oluşturur. Kur’an-ı Kerim’de, yaptıkları zulüm ve kötülükler yüzünden insanlar hemen ilahi cezaya çarptırılmış olsaydı yeryüzünde hareket eden hiçbir canlının kalmayacağı, yani sosyal düzenle birlikte ekolojik ve fizik düzenin de bozulacağı ifade edilmekte ve bu tür davranışların cezalarının belli bir süreye kadar ertelendiği haber verilmektedir (16/Nahl:61; 35/Fatır:45). Ayrıca çeşitli ayetlerde, inkarcıların başlarına geleceği haber verilen felaketin bir an önce gelmesini talep ettikleri, fakat belirlenen süreden önce felaketin gerçekleşmeyeceği açıklanır ve ilahi planının hiç aksamadan mutlaka uygulanacağı bildirilir (10/Yunus:11; 22/Hac:47; 29/Ankebut:53). Birçok ayette de Hz. Peygamber’e bu tür meydan okumalar karşısında sabırlı olması tavsiye edilir. Şüphe yok ki bu ilahi tebliğler, insanoğlunun irade ve hürriyetini ve insanlık şerefini korumak, sorumluluğunun bilincine varmasını sağlamak, fert ve toplumun gelişmesini temin etmek amacına yöneliktir. Ancak Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu ve alimlerin de önemle vurguladığı gibi hak ve adalet eninde sonunda gerçekleşecektir. Adaletin gerçekleşmesi sosyal düzeninin kanunlarına bağlı olarak dünyada olabileceği gibi dini açıdan aradaki sınırın fazla önem taşımadığı ahiret hayatına da ertelenebilir: ‘Onlara vaad ettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de ya da (bundan önce) seni öldürsek te, yine sana düşen sadece tebliğ etmek, Bize düşen de hesaba çekmektir.” (13/Rad:40) (Bekir Topaloğlu, DİA-15, 335)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER :

* Halim, Kur’an’da on bir yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

* “ALLAH, imhal eder (mehil verir, süre tanır) fakat ihmal etmez.” (Anonim)

* “Özellikle mübarek geceler, affın doruğa yükseldiği değerli zamanlardır. Hem dil, hem de hal ile tevbe edip; günahı günah bilip ondan uzaklaşmak, en güzel ve kabule layık bir dua şeklidir. İnsan bir günahı sebebiyle ALLAH indinde bir trafik kazasına mahkum olmuş olabilir. Fakat o kimse birisine yardım eder, elinden tutar veya sadaka verir yahut güzel bir sözle bir kimsenin gönlünü ferahlatır. ALLAH bu gayretleri karşılıksız bırakmaz. Şiddetli bir kazayı, hafif sıyrıklarla atlatılacak bir duruma indirebilir. ‘Halim’ olan ALLAH, suçluları hemen cezalandırmaz. Fakat insan bunun hikmetini anlamaya çalışmalı ve hatalarından dolayı pişmanlık duymayı bilmelidir. Sadakayla, tövbe ve hayır hasenatla, gelebilecek felaketleri ortadan kaldıracak gayretler içinde olmalıdır.” (Nurettin Ünal,  Esma’ül Hüsna, 77)

* “Halim, amel işlemeyen (İslam’ı yaşamayan) kimseyi hemen cezalandırmaya kalkmaz. Bilinmelidir ki: Bu ismin özelliği, iktidarı ispat etmektir, çünkü iktidarını gerçekleştirmekten aciz olan, ‘halim’ diye isimlendirilemez. Dolayısıyla ‘hilim’ sadece gerçekleştirmeye gücü yettiği halde mühlet vermekle olabilir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 114)

* “Söz konusu kelimenin (Halim) Kur’an’da bazı seçkin peygamberlerin niteliği olarak kullanılması yanında, özellikle Hz. İbrahim’in: “Rabbim! Bana Salihlerden olacak bir evlat ver!” (37/Saffat:100) şeklindeki niyazının, “Biz de ona halim (yumuşak huylu) bir oğul müjdeledik.” (37/Saffat:101) tarzında cevaplandırılmış olmasını göz önünde bulunduran İslam bilginleri, hilmin insanlar için çok önemli bir ahlaki erdem olduğuna dikkat çekmişlerdir.” (Metin Yurdagür, Esma-i Hüsna, 139)

* “İsyankârların ısrarının Yüce ALLAH’ı kararsız kılmaması ve Mü’minlerin düşkünlük göstermelerinin O’nu acil bir şekilde intikam almaya sevk etmemesi O’nun hilmindendir. Yüce ALLAH o derece hilm sahibidir ki, cahil bir kimse O’nu bilmiyor zanneder. O derece günahları örter ki, kör birisi O’nu görmüyor zanneder.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 102)

* “Çok kimse O’nu inkar ediyor; O’na isyan ve itaatsizlik ediyor ve O’nun güzel kullarına zulmedip kötü davranıyor, dolayısıyla kendi nefslerine zulmediyorlar. Yetimlerden çalınanları yerken bir karın ağrısı bile hissetmeksizin bu cürümleri işlemeye devam ediyorlar. Bunların cezasız kalacağını sakın zannetme. ‘Alim’ olan Hak Teala bilendir. ‘Adl’ olan ALLAH yargılar. Ancak’Halim’ bekler; kullarının pişman olup tövbe edip değişmesini ve yaptıkları zararı telafi etmelerini bekler; böylece yok etmek yerine onları affederek iyi kullara dönüştürür.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 89)

* “ALLAH kahretsin’ dediklerimizi ALLAH yok etseydi, tek başımıza kalırdık.” (Şükrü Özger, Peygamberimizden Dualar ve Esma-i Hüsna, 115)

* “ALLAH, tıpkı tertemiz aynalar gibi, Kendi güzel sıfatlarını aksettiren saf ve temiz kalpleri sever. ALLAH, kınamak ve intikam almak yerine hasmının değişip kendisi gibi olacağını bekleyen ve uman halim insanları sever.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 89)

 

PRATİK BOYUT:

* Efendimiz (O’na binler selam) hilm (yumuşaklık) hakkında şunları söylemiştir: “ALLAH, (yarattıklarına karşı) şefkatlidir. Bütün işlerde yumuşak davranmayı sever.” (Buhari, Müslim); “İmanı bütün olan kişi, ahlakı güzel olup ailesine yumuşak ve iyi davranan kişidir.” (Tirmizi, Hakim); “Harise b. Kudame isminde bir sahabi ALLAH’ın Elçi’sine gelerek: ‘Ey ALLAH’ın Elçisi! Bana öğüt ver, fakat aklımda tutabileceğim kadar az ve öz olsun’ dedi. Efendimiz ona: ‘Öfkelenme!’ buyurdu. Harise, isteğini tekrarladıkça Efendimiz aynı şeyi söyledi. Sonra da: ‘Kızgınlık ateşten bir kordur. Öfkelenen insanın gözlerinin nasıl kızardığını, boynundaki damarların nasıl fırlayıp şiştiğini görmez misin? Sizden biriniz öfkelendiğinde ayakta ise otursun. Oturuyorsa yatsın’ buyurdu.” (Buhari, Tirmizi)

* “Halim” isminin zikrini vird edinen Mü’min gazap ve hiddetten kurtulur. Başkaları da ona karşı yumuşak, sabırlı ve hoşgörülü olur. Öfke ve hiddetinden endişe edilen biriyle karşılaşmadan önce ALLAH’ın “Halim” ismine sığınılmalıdır.

* Aşırı asabiyet hali ve benzeri sinir hastalıklarına yakalanmış olan Mü’minler bu ismin zikrini mutlaka vird edinmelidir. Hastalık boyutunda olmayıp ta günlük hayatın akışı içinde bir sebepten çok sinirlemiş  ve bu haliyle kendine hakim olamayıp bir kötülük yapmaktan, günah işlemekten endişe edenler de hemen o anlarında “Ya ALLAH ya Halim” diye zikretmelidir.

* Halim sıfatın tecellisine ayna olabilmek yani, ALLAH’ın kendisine yumuşak davrandığı, günahlarının gereği olan cezaları hemen vermeyip mühlet tanıdığı bir kul olabilmek için bu sıfatın tecellisine irademizle araç olmaya çalışmamız gerekir. Nurettin Ünal’ın anlatımıyla: “Bu ismin feyzine mazhar olabilmek için, insanlara tatlı dil ve güzel sözlü davran. Kırıcı olma. Yaratılmışlara karşı halim ol ki, Yaratıcının ‘Halim’ ismine mazhar olasın.” (Esma’ül Hüsna, 77)

AZİM

TEMEL ANLAMI:

* Akılların kavrayamayacağı biçimde büyüklüğü sonsuz olan. Benzeri hiçbir şey bulunmayan.

* Emirlerine hiçbir şekilde karşı gelmek mümkün olmayan ve aciz bırakılamayan.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Azim ve Ali eş anlamlı kelimeler olarak görünüyorsa da, denilebilir ki, azamet ALLAH’ın kudret ve izzetinin dış görümü, kendini belli edişidir; Ulüvv (Ali olma, yücelik) ise, daha çok O’nun zati (varlığının özüyle, Kendisiyle ilgili) yönüyle ilgilidir. Ve bu durum O’nun yücelik, azamet kavramına zorunlu olarak dahil değildir. Azim vasfının Ali vasfıyla birlikte zikredilmesi, ilahi azametteki ayrılmaz özelliğe dikkati çekmektedir: ‘O, Ali’dir, Azim’dir. (Abdülaziz Hatip, 2/Bakara:255)(Esma-i Hüsna, 180)

* “Azim, mutlak olarak Kendisinden kaçınmak ve uzak durmak mümkün olmayandır.” (Halimi: Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 240)

* “Bütün varlıkları her hallerinde kudret ve hakimiyetiyle çekip çeviren. En küçük zerreden Arş-ı Azam’a kadar herşeyi sınırsız isim ve sıfatlarının tecellileriyle kuşatan.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 91)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Azim ismi Kur’an’da altı yerde ALLAH’ın sıfatı olarak geçer.

* ALLAH, büyüklüğü sonsuz ve Kendinden olduğu için “en büyük” değil “Tek Büyük”tür.

* ALLAH dışındaki varlıklar için söz konusu edildiğinde bütün “büyüklük” kavramları göreli ve mecazi bir nitelik alır. Gerçekte O’nun dışındakiler için “büyüklük” küçüklük anlamına gelir. Çünkü o şey kendinden de küçük olanlara göre büyüktür. ALLAH karşısında ise bütün varlıklar sadece küçüklüğün derecelerini paylaşırlar.

* “Hakkın büyüklüğü ile iman ehlinin kalplerinde zuhur etmesi, onların ilahi isimlerin eserlerini bilmelerine göre gerçekleşmiştir. Buna göre her kim, Hakkın sıfatlarını daha kâmil bilirse, azamet tecellilerinin o kimsenin kalbindeki parıldamaları daha yetkin olur. Bu nedenle Hz. Peygamber şöyle demiştir: ‘Sizin aranızda ALLAH’ı en çok bilen ve O’ndan en çok korkanınız benim.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 116)

* “Kulların büyükleri peygamberlerle âlimlerdir. Akıl sahibi birisi, onların vasıflarından birini öğrendiği zaman göğsü heybetle dolar. Ümmetinin gözünde peygamber büyüktür. Müridin gözünde şeyh büyüktür. Talebenin gözünde hocası büyüktür. Çünkü aklı onun sıfatlarının tamamını kavramaktan aciz kalır. Eğer talebe ilimce hocasının seviyesine gelir veya onu geçerse artık talebesine nispetle hocası büyük sayılmaz. ALLAH’tan başka varlıklar için düşünülebilen herbir büyüklük mutlaka eksiktir. Mutlak büyüklük değildir. Çünkü ALLAH’ın büyüklüğünden başka her büyüklük, ancak kendisine nazaran küçük olan bir şeye nispetledir. Ortaya kendisinden daha büyük bir şey çıktığı zaman onun büyüklüğü yok olur. Oysa şanı yüce ALLAH’ın azameti böyle değildir. O’nun büyüklüğü mutlak büyüklüktür, bir küçüğe nispetle değildir.” (İmam Gazali, Akt: Abdülaziz Hatip, 181)

* “Azim ismini çok yad ettiğimiz bir yer de rükudur. Rükuda, ‘Sübhane rabbiye’l-Azim’ yani ‘beni en güzel şekilde terbiye eden Rabbim, Azim’dir, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir’ demekle, insan terbiyesindeki azameti hatırlatmış oluruz. Bu azamet karşısında eğilme ihtiyacı duyan bir ruh ve bu ihtiyaca cevap verecek şekilde yaratılmış bir beden… İşte, ruhun ve bedenin böyle en güzel bir şekilde terbiye edilmeleri, ancak Azim olan ALLAH’a mahsustur.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 93)

* Bu isme gerçekten ayna ve araç olmuş olanlar, başta peygamberler olmak üzere manada, ilimde ve maddede Mü’minlerin önde gelenleri, derecelerine göre bütün hidayet önderleridir.

* ALLAH bazı insanları “Azim” isminin tecellisiyle imtihan eder. Bunlar bir şekilde toplum içinde öne çıkmış, devlet adamı, alim, biliminsanı, sanatçı v.b. kişilerdir. Bu ağır bir imtihandır. Başarılı olabilmek için sahip olduğu azameti kendinden değil Rabbinden bilmesi dolayısıyla ALLAH’ın kullarına içten gelen bir tevazu ile davranması gerekir. Böyle yaptığı takdirde “Azim” ismine hakkıyla ayna olmuş ve azametini sonsuzluk yurdu, anavatan ahirete de taşımış olur.

* “İlmini yaşayan alimi sema melekutunda (göklerin ötesinde) “Azim” diye çağırırlar” buyurur. (Hz. İsa)

 

PRATİK BOYUT:

* Azim isminin zikrini vird edinen takva sahibi Mü’minler, insanlar karşısında saygın ve onurlu bir kimliğe sahip olur. Özellikle zalimler onlardan heybet duyar ve ürker.

* İbn Abbas anlatıyor. Hz. Peygamber sıkıntı anında şöyle dua ederdi: ‘ALLAH’tan başka ilah yoktur. O, Azim’dir, Halim’dir. ALLAH’tan başka ilah yoktur. O, büyük Arş’ın Sahibidir. ALLAH’tan başka ilah yoktur. O, göklerin ve yerlerin Rabbidir. Ve O, çok değerli Arş’ın Rabb’idir.” (Buhari, Müslim)

* “Abdülazim (Azim’in kulu) o kuldur ki ALLAH ona, kemal-i azametle Kendi büyüklüğünü gösterir. Hak olandan doğan kuvvetiyle, hakka karşı duranları kınar ve hakka destek olanları ödüllendirir. İhtişam ve kuvvetiyle diğer insanların üstünde görünür, çünkü bu kulun iç büyüklüğü dış görünüşüne yansımıştır. Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: ‘Öğrenen ve bildiğini öğreten ve bildiğiyle amel edene Cennet’te Abdülazim denilir. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur ki bir kimse şafak sökmesiyle güneşin doğuşu arasındaki zamanda 100 kere ‘SübhanALLAHi ve bihamdihi, sübhanALLAHi azimi estağfirullah’ çekerse bu dünya başarılarının ardından koşmaktan kaçınmasına yardım edilir, çünkü dünya başarıları onu kovalayacaktır.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna,91)

GAFUR

TEMEL ANLAMI:

* Her çeşit günahı affedip, üzerini örten.

* “De ki: ‘Ey kendi canları aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, Gafur’dur, Rahim’dir.” (39/Zümer:53)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Kim bir kötülük yapar ya da nefsine zulmeder (günah işler) de sonra ALLAH’tan bağışlanmayı dilerse, ALLAH’ı Gafur ve Rahim olarak bulacaktır.” (4/Nisa:110) Kuşeyri: “Bu ayette, ömürlerini ve gençliklerini kaymalar ve hatalar içinde boğularak tüketen, daha sonra ömürlerinin son zamanlarında tevbe eden yaşlı kimselerin tevbelerinin kabulüne işaret vardır.”

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Kur’an-ı Kerim’in doksan bir ayetinde yer alan Gafur ismi sadece iki ayette tek başına kullanılmış, yetmiş bir yerde ‘Rahim’ ismiyle ‘Gafurun Rahim’ şeklinde, bir yerde aynı manaya gelen ‘zü’r-Rahme’ terkibiyle, bir yerde de ‘Rahimun Gafur’ olarak tekrarlanmıştır. Gafur’un zati bir isim olan Rahim’le birlikte kullanılışı, ona hem süreklilik ve derinlik açısından mana zenginliği kazandırmakta, hem de bağışlayıcılığın sevginin en üstün derecesini oluşturan rahmetten kaynaklandığını göstermektedir. Gafur’un, ‘çok seven, çok sevilen’ manasındaki ‘Vedud’ ismiyle bir ayette yer alması da bir önceki kullanıma benzemektedir. Gafur, bunlardan başka, ‘acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen’ anlamındaki ‘Halim’, ‘az iyiliğe çok mükafat veren’ manasındaki ‘Şekur’, ve ‘hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden’ anlamındaki, ‘Afuv’ isimleriyle de kullanılmaktadır.” (Bekir Topaloğlu)

* Gafur, Gafir sıfatından farklı ve üstün olmak üzere, hatalarımızın sadece bu dünyada ve insanlara karşı değil, ruhlar alemi ile melekler aleminde de örtülüp o alemlerin sakinlerinden de gizlenmesini sağlar. Böylece ruhlar ve melekler karşısında da saygınlığımız devam eder.

* “Bu ismin ‘Hadi’ ismiyle değişik şekillerde münasebeti vardır. Bununla evliyaların kalbine ve akıllarına gelen şehvetleri affedip, örttüğü gibi kalplerinden dünya hırs ve tamahını örtmüş olur ki işte bu mağfirettir.”( Tilmsani)

* “Gafur ismi Halim ismi ile Hem Mekke hem Medine döneminde inen ayetlerde bir arada gelmiştir. Dikkati çeken husus: Mekki ayetlerde ‘Halim, Gafur’ şeklinde geldiği halde, Medeni ayetlerde ‘Gafur, Halim’ şeklinde gelmiştir.”( Suat Yıldırım)

* “Dağlar kadar günahları birden ve sebepsiz olarak dilerse bağışlaması, bağışlamakla kalmayıp, sınırsız ihsanda bulunması, başa kakmasının, karşılık beklemesinin söz konusu olmaması gibi sebeplerden dolayı, ALLAH, ‘Hayru’l-gafirin’dir (Bağışlayanların en hayırlısı).” ( Suat Yıldırım)

“Sen, bağışlayanların en hayırlısısın!” (7/A’raf:155)

* “Kullar ne kadar asi olurlarsa olsunlar Hazreti ALLAH’a zararları erişmez ki. Fakat Yüce ALLAH yine onları affeder, yahut tevbe edecekleri, pişman olacakları zamanı bekler. Eğer asinin isyanı yanındakilere bir zarar veriyorsa af zamanı geçmiştir, adalet zamanı gelmiştir.”  (M. Nusret Tura)

 

PRATİK BOYUT:

* “Kulun ALLAH’tan istiğfar (bağışlanma) talebinin hem söz hem de fiil ile olması gerekir. Aksi halde istiğfar talebi kişiyi yalancı durumuna düşürür.” (Ragıp el-İsfahani)

* Hz. Ebubekir, Efendimiz’den namazdan sonra okumak için kendisine bir dua öğretmesini ister. Hz. Muhammed, ona şu duayı öğretir: “ALLAH’ım! Ben nefsime pek çok zulmettim ve Senden başka günahları bağışlayan bulunmamaktadır. Kendi katından bir mağfiretle beni bağışla, bana acı, şüphesiz ki Sen bütün günahları bağışlayan, merhameti çok geniş olansın!” (Buhari)

ŞEKUR

TEMEL ANLAMI:

* Azıcık bir kulluğu bile çok büyük ödüllerle karşılayan, sınırlı dünya hayatındaki ibadetleri sonsuz Cennet’le mükafatlandıran. “Bunlar, Adn Cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Orada elbiseleri de ipektendir. Ve şöyle demektedirler: ‘Hamd olsun ALLAH’a, bizden o kederi giderdi. Gerçekten Rabbimiz, Gafur’dur, Şekur’dur.” (35/Fatır:33-34); “ALLAH, onların mükafatlarını tam olarak öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir. Çünkü O, Gafur’dur, Şekur’dur.” (35/Fatır:30)

* “Kullarında az şükre razı olan.” (Hattabi, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 207)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Şakir, kendisine itaat edeni metheden, öven ve ona, nimetten çok sevap verendir. Şekur ise şükrü devam eden ve büyük-küçük ibadet ayrımı yapmaksızın şükrü bütün ibadet edenleri kapsayandır.” (Halimi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 203)

* “Sadakaları alan, Rahman’ın elinden perdeli suret yönünden sadaka isteyen kimsenin elidir. Sadaka, sadaka isteyenin eline düşmeden önce Rahman’ın eline düşer. Yüce ALLAH şöyle buyurmuştur: ‘Acıktım Beni doyurmadın.’ Bu rivayet Sahih-i Müslim’de yer almıştır. Buna göre bu sözü söylerken Hak, kulunun üzerinde perdedir; alırken ve verirken ise kul, Hakkı perdeleyen bir surettir. Artık ey nimetlenen talip! Şunu kesin olarak anla ki: Sadece ALLAH nimet vermiştir; nimeti kabul eden sadece O’dur; bu nimete karşı şükreden de sadece O’dur. Çünkü O, ‘Şakir’/şükreden ve ‘Meşkur’/şükredilendir. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 120)

* “ALLAH’ın kullarına şükrü: Onları bağışlaması, amellerinin karşılığını vermesi ve onları övmesidir.” (Taberi, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 207)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Şekur ismi üzerine biraz düşünüldüğü zaman insanın yüzü kızarır.” (Esma-ül Hüsna, 59)

* Abdülkerim Kuşeyri: “Benim seçtiğim ve razı olduğum görüşe göre şükrün hakikati: Yüce ALLAH’ın bahşetmiş olduğu ihsanı zikretmekle ihsanda bulunana yapılan övgüdür. Buna göre; kulun güzel fiillerinin ve itaatinin zikrini yerine getiren kulunu çokça övmesi anlamında olmasıyla Yüce ALLAH ‘Şekur’dur.” (Feyzullah Birışık, O’nun Güzel İsimleri, 105)

* “Şekur, dört ayette ALLAH ile bağlantılandırılmış, bunların üçünde ‘Gafur’ isminden sonra, birinde ‘Halim’den önce yer almıştır. Şekur’un bu kullanılışı, kelimenin içeriğinde kulun günahını bağışlaması veya cezalandırılması hususunda acele etmeyip iyilik yapması için fırsat verme unsurlarının bulunduğuna işaret etmektedir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-38, 493)

* “ALLAH’ın ‘Şekur’ veya ‘Şakir’ vasfının, yanlış anlaşılmaması için, bu isimler, hiçbir ayette yalnız başına getirilmemiş, neye işaret ettiklerine açıklık kazandıran, bir başka ilahi isimle beraber bulunmuşlardır. Diğer taraftan yüce ALLAH, bir tenezzül ifadesi olarak, Kendisini böylece vasıflandırmakla, kullarına duyduğu özeni göstermektedir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 209)

* “Şükür kavramının temel manasında ‘artmak, ortaya çıkmak, minnet ve övgü duygularını ifade etmek’ unsurları mevcuttur. Alimler, bu anlamlardan hareketle kulun gerçekleştireceği küçük bir ameli bile Cenab-ı Hakk’ın fazlasıyla mükafatlandıracağı hususuna dikkat çekerler. Kulun güzel davranışları ALLAH’ın lütfettiği imkanlar sayesinde meydana geldiğinden aslında O’na yönelik hamd ve şükür niteliği taşır. ALLAH’ın bu tür davranışları ödüllendirmesi din terminolojisinde aynı kavramla ifade edilerek ‘kuluna teşekkür eden’ anlamında ‘Şekur’ ismi kullanılmıştır. Kişinin büyüklerine karşı saygılı davranması onun görevi ise de asil insanlar bu davranışa teşekkürle mukabele eder. Bu da karşılıklı sevgi ve saygıyı çoğaltır. Aynı durum kul ile ALLAH arasında düşünüldüğü takdirde kuldan itaat ve saygı (takva), ALLAH’tan şefkat ve mükafat şeklinde ortaya çıkar. ‘Şekur’ ismi Kur’an’da ve hadislerde ‘Gafur’ ve ‘Halim’ isimleriyle kullanıldığından alimler bu ismin muhtevasına ilahi mağfireti de dahil etmiştir. ‘Şekur’ ismine dair ayet ve hadisler ALLAH’ın yaratıklara ve özellikle insana olan lütuf, sevgi ve merhametinin enginliğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Nitekim Ebu Hüreyre hadislerinde insanlara eziyet veren bir şeyi bertaraf etme, susamış bir hayvana su verme fillerinin bile ALLAH’ın mağfiretine vesile olduğu belirtilmektedir. Ebu Süleyman el-Hattabi, bu tür ifadelerin basitte görünse daima elden gelen iyi şeyleri yapmaya teşvik niteliği taşıdığını söyler ve bu gibi fiillerin çoğuna gücü yetmeyenlerin azı terketmemesi gerektiğine işaret ettiğini belirtir. ‘Şekur’un bu içeriğiyle ilgili olarak kulun daima ALLAH’a yönelmesinin önemini anlatan bir hadiste ALLAH’ın tövbe eden kulunun bu davranışından duyduğu memnuniyetin tek başına çölde yürüyen bir kimsenin kaybettiği devesini bulduğunda duyacağı sevinçten daha fazla olduğu ifade edilmiştir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-38, 493)

* “Dilbilimciler hamd ve şükür sözcüklerinin aynı anlamda mı yoksa ayrı ayrı anlamlarda mı olduğu konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. (…) doğru olan görüş bunların farklı anlamlarda olduğudur. Buna göre hamd, bir iyilik karşılığı olmaksızın methedileni sahip olduğu niteliklerle övmektir. Şükür ise, yaptığı bir iyiliğe karşılık teşekkür edileni övmektir. (…) ALLAH, her türlü noksanlıktan uzak olan Zatı ile ve Kendisi için zorunlu olan bütün celal ve kemal sıfatları ile hamd edilmeye layıktır. O, kullarına yaptığı iyilikler nedeniyle de şükredilmeye layıktır. O halde şükür, nimet verenin fiiline karşılık olarak yapılan bir övgü, iyiliğini kabul ve itiraf etmedir. Bu anlama göre ‘Şekur’, kendisine şükredilen (teşekkür yapılan) anlamındadır. Bazılarına göre de şükür, nimet verenin nimetini samimiyetle ve kendisine itaat etmekle kabul etmektir. Çünkü bazen insan nimeti kabul eder ancak bu kabulü, hafife alma ve alay etme amaçlı olur. Böyle birine ‘şükrediyor’ denmez. Bu yüzden, ‘gerçek şükür, nimet verene şükretmekte eksikliğini itiraf etmektir’ denilmiştir. Bu yüzden Yüce ALLAH: ‘Ey Davud ailesi! Şükredin!’ (34/Sebe:13) deyince Hz. Davud: ‘ey Rabbim! Sana nasıl şükredeyim ki? Benim şükrüm bile Senin bir nimetindir’ demiş, Yüce ALLAH da şöyle cevap vermiştir: ‘İşte şimdi Beni tanıdın ve Bana şükrettin ey Davud! Şükretmenin de Benim bir nimetim olduğunu bildin’. Nimete şükürle karşılık vermek, nimetlerin daha da artmasına vesile olur. Yüce ALLAH şöyle buyurur: ‘Rabbiniz size şunu bildirmişti: ‘Celalim hakkı için şükrederseniz, size olan nimetimi mutlaka arttırırım.’ (14/İbrahim:7)(İmam Kurtubi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 203)

* Efendimiz’in (O’na binler selam) topukları çatlayıncaya kadar gece namazı kıldığını gören bir sahabisi kendisine sordu: “Ey ALLAH’ın Elçisi! ALLAH senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamış değil midir?” O, cevap verdi: “Peki ben ALLAH’a şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buhari, Müslim)

* “Ariflerden birisi, Yüce ALLAH’ın: ‘Kullarımdan gereği gibi şükredenler çok azdır.’ (34/Sebe:13) buyruğu hakkında şöyle demiştir: ‘Benden gelen nimeti görebilen azdır. Çünkü şükrün gerçeği, nimeti verenin görülmesiyle nimetin kendisinin görülür olmaktan çıkmasıdır.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 106)

* “Yüce ALLAH, hiçbir şeyine muhtaç olmadığı halde sana nimetler verendir. Sen ise her an O’na muhtaç olarak şükretmektesin. O halde ihtiyaç ve zaruret nedeniyle yapılan bir şükür, sadece ihsan ve keremin bir gereği olarak verilen nimetlere karşılık yeterli gelebilir mi?” (Fahrüddin Razi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 205)

* Kulların ALLAH’a şükretmeleri ancak kendi iyilikleri içindir ve dünya sınavının da bir gereğidir. Yoksa kulların şükrü ALLAH’ın herhangi bir şeyini arttıracak değildir: “Süleyman tahtı yanında duruyor görünce: ‘Bu, Rabbimin lütuflarındandır. Bu nimet, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağım diye beni sınamak içindir. Şükreden kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, çok kerem sahibidir.” (27/Neml:40)

* “Bu dünyada bir çekirdeğe karşılık bir ağaç ihsan eden ALLAH, dünyada yapılan ibadet ve şükürlere öyle mükafatlar verecektir ki, ALLAH Rasülü’nün (O’na binler selam) ifadesiyle, ‘Ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş, ne de insanın hatırına gelmiştir.’ ‘Şekur’ isminin Cennet’teki tecellisi işte böyle muhteşem, böyle harika ve böyle azim olacaktır.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 97)

* “Abduşşekur  (Şekur’un kulu), o kuldur ki, her şeyi sadece bir hayır tecellisi olarak algılar ve her hayrın da ALLAH’tan geldiğini bilir. Böyle bir kimse daimi bir şükür halindedir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 95)

 

PRATİK BOYUT:

* “Şükrün üç temel şartı bulunmaktadır:

1- Nimet verenin verdiği nimeti kabul edip bunu dile getirmek.

2- Verilen bu nimeti ALLAH’a itaat etmede kullanmak.

3- ALLAH’ın dilemesiyle bu nimetin kendisine ulaşmasına vesile olanlara teşekkür etmek.” (İmam Kurtubi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 207)

* “İnsanlara şükr etmeyen ALLAH’a da şükr etmez” (Müsned, Ahmed b. Hanbel)

* “Her nimetin şükrünün kendi cinsinden olması gerekir.” (Bediüzzaman)

* ALLAH’a yapılacak gerçek şükür ise, bu dünyada O’nun verdiği nimetlerle O’nun emirlerine isyan etmemektir.

* “Kul, bütün nimetleri Haktan görünceye kadar şükrün hakkını vermiş olamaz. Nitekim bir rivayette Yüce ALLAH’ın Hz. Musa’ya, Kendisine hakkıyla şükretmesini vahyettiği, bunun üzerine Musa’nın ‘Rabbim, buna kimin gücü yetebilir ki’ dediği, Yüce ALLAH’ın ise şöyle buyurduğu belirtilir: ‘Nimeti Benden gördüğünde kuşkusuz ki Bana şükretmiş olursun.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 120)

* Şükür, ALLAH’ın kullarına olan nimetlerini arttıran manevi bir sırdır. Mekki, Kutu’l-Kulup’ta bu durumu şöyle değerlendirir: “Yüce ALLAH, şükürle birlikte nimetin artacağını kesin ve mutlak olarak zikredip, bu konuda hiçbir istisna yapmamıştır. Oysa şu beş şeyde istisna yapmıştır: Zenginlik, (duaya) icabet, rızık, mağfiret, tevbe. Ayet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur: ‘ALLAH dilerse, yakında sizi Kendi lütfuyla zenginleştirir.’ (9/Tevbe:28); ‘O da dilerse feryat ettiğiniz belayı üzerinizden kaldırır.’ (6/En’am:41); ‘ALLAH dilediğine hesapsız rızık verir.’ (2/Bakara:212) ;‘O, dilediğini bağışlar.’ (3/Al-i İmran:129); ‘ALLAH bundan sonra dilediğinin tevbesini kabul eder.’ (9/Tevbe:27). Hâlbuki ALLAH, hiç istisna yapmadan, şükredildiğinde nimetin artacağını kesin olarak ifade ederek şöyle buyurmuştur: “Celalim hakkı için şükrederseniz, size olan nimetimi mutlaka arttırırım.” (14/İbrahim:7)

* “Bil ki, her aza ve organın kendisine has özel bir şükrü vardır. Nasıl ki dil, şükür sözcükleriyle Rabb’ine şükrediyorsa, diğer organlar da kendilerine göre Rablerine şükretmelidir. Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber, bütün organların her sabah dile şöyle söylediğini haber verir: ‘ALLAH’tan kork! Bizler seninle birlikteyiz. Eğer doğru olursan biz de doğru olur, eğrilirsen biz de eğriliriz.’ (Tirmizi) Her aza ve organın şükrü, yaratılış amacına göredir. Her organ, ALLAH’ın emrine uymada ve yasağından kaçınmakta kullanılmalıdır. Buna göre bedenin şükrü, organları ALLAH’a itaatin dışında kullanmamandır. Kalbin şükrü, onu ALLAH’ı bilme ve anma dışında şeylerle meşgul etmemektir. Dilin şükrü, onu ALLAH’tan başkalarını övme ve methetmede kullanmamandır. Malın şükrü, ALLAH’ın sevdiği ve hoşnut olduğu yerlerin dışında harcamamandır.” (İmam Kurtubi, Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 206)  

* Mü’minler de “ALLAH’ın ahlakı ile ahlaklanmak” emrinin gereği olarak Şekur isminin tecellisine ayna olmaya çalışmalı yani kendilerine yapılan iyilikleri çok daha büyükleriyle cevaplandırmayı bir kişilik özelliği ve davranış biçimi haline getirmeye gayret etmelidirler. ALLAH’ın rahmet ve inayetiyle…

ALİYY

TEMEL ANLAMI:

* Yüce olduğu zannedilen bütün varlıklardan sonsuz derecede üstün olacak biçimde tek ve gerçek yüce olan.

* Her şey kendisinin aşağısında emri ve hükmü altında olan.

* “Yücelik ve hükümranlıkta Kendisine eşit veya Kendisinden daha üstün bir varlık bulunmayan, mutlak olarak yüce olan, örf, akıl ve din açısından övgüye değer bütün olumlu nitelikleri Kendisinde toplayan, yine örf, akıl ve din açısından yerilmiş bulunan ve uluhiyyetle bağdaşmayan bütün olumsuz niteliklerden münezzeh bulunan kemal sahibi ulu ALLAH” (Şerif Cürcani, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-2, 370)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “ALLAH’ın ‘Aliyy’ olması, hüküm, kudret, işleri yerine getirme, tercih etmek, Kibriya ve galebe anlamındadır.” (İmam Matüridi, Akt: Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 74)

* “O, en hayal edilemeyecek olan yüksekten daha yüksektir. Hiçbir şey O’na benzemez. Kudret, ilim, hüküm ve iradeyle ilgili her kemal sıfatından daha da yüksektedir. ‘Aliyy’, Kendisiyle, Kendisinde ve ancak Kendisine has bir vasıflandırma ile en yüksektir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 96)

* “Ragıb el-İsfahani ‘Aliyy’ isminin yer aldığı bir ayeti açıklarken, ‘ALLAH öylesine yücedir ki alimlerin tanımı, ariflerin bilgisi onu kuşatamaz’ demek suretiyle ‘Aliyy’ ismini, ‘zat, mahiyet ve sıfatları bakımından insanın algılama gücünü aşan yücelik ve mükemmellikte olan varlık’ şeklinde yorumlamıştır.” (Bekir Topaloğlu, DİA-2, 371)

 

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*Kur’an’da sekiz yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

* “O’nun ulüvvluğu (Aliyy oluşu) ve kibriyası hakkında kulların O’nu ululaması ve sadece O’na saygı göstermeleri, Yüce ALLAH’ın ululuğuna ve kibriyasına bir katkıda bulunmaması Yüce ALLAH’ın ulüvvluğundan ve kibriyasındandır.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 107)

* “En üstün, en kudretli’ anlamına gelen ‘A’la’ ismi de, meşhur Esma-i Hüsna hadisinde yer almamakla birlikte, Kur’an’da doğrudan ve dolaylı olarak ‘Rab’ ismiyle birlikte ALLAH’a nisbet edilmiştir. Hz. Peygamber genellikle dualarına ‘A’la’ ism-i celilini de içeren bir teşbih ile başlardı. Yine onun tavsiyesiyle namaz secdelerinde ‘A’la’ isminin yer aldığı bir teşbih tekrarlanır.” (Bekir Topaloğlu, DİA-2, 371)

* “O’nun ulüvvluğunu ve kibriyasını bilen kimse, O’nun huzurunda ve Salihlerin önünde tevazu gösterir ve saygıyla zelil davranır. Bu durumda Yüce ALLAH onun kadrini yüceltir.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 107)

* “Abdülaliyy (Aliyy’in kulu) o kuldur ki, insanların arasında en yüksek olanların, kendilerini en düşük görenler olduğunu bilir. ALLAH’a kul olmanın bir insanın talip olabileceği en yüksek ve yüce makam olduğunu bilir.” (Tosun Bayrak,  Esmaü’l-Hüsna, 96)

 

 

PRATİK BOYUT:

* “Bir Mü’min, ALLAH’ın sıfatlarının yüceliği hakkındaki bilgide ne kadar gelişme gösterirse, ‘Aliyy’ isminden o kadar fazla feyiz alır. Kul, böylece manen ilerlemekle yüce dereceler kazanır ve bu isme daha parlak bir ayna olur ve yine, bir kul aşağılık ve bayağı şeylerden uzak kaldığı ölçüde yükselir ve bu isimden alacağı feyiz de o oranda artar.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 99)

* İyas b. Seleme (Allah ondan razı olsun) babasından naklen der ki: “ALLAH’ın Elçisi’nin duaya başlarken şöyle dediğini işittim: ‘ALLAH’ım! Seni her çeşit noksan sıfatlardan takdis ederim. Rabbim en yücedir, Aliyy ve çokça karşılıksız bağışta bulunandır. (Müsned)(Akt: Edisyon, Esmaü’l-Hüsna, 565)

KEBİR

TEMEL ANLAMI:

* Büyüklüğü sonsuz… Tek ve gerçek büyük olan: “Göklerde ve yerde büyüklük yalnız O’nundur.” (45/Casiye:37)

* “Zatının ve sıfatlarının mahiyeti bilinemeyecek kadar ulu olan.” (Bekir Topaloğlu, DİA-25, 162)

* “Ululuğu karşısında her büyüğün küçüldüğü mutlak büyük.” (Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 237)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Kebir, büyüklük örtüsüyle idraklerin Kendisine ulaşmasından perdelenen demektir.” (Esma-i Hüsna Şerhi, 125)

* “Kullarını, onlar Kendisini görmeden istediği yere yönelten.” (Halimi, Akt: Veli Ulutürk, Kur’an-ı Kerim ALLAH’ı Nasıl Tanıtıyor?, 133)

* “ALLAH’u Ekber” in tam ve doğru anlamı “En büyük ALLAH’tır” değil, “Büyük, ALLAH’tır” şeklindedir. Çünkü sadece O’nun büyüklüğü sonsuzdur. Zamanla sınırlı değildir ve geri kalanların, kendilerinden küçüklere “büyüklükmüş” gibi gelen özelliklerini O’ndan almalarına karşın, O’nun büyüklüğü Kendindendir.

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* Kebir, ALLAH’ın ismi olarak Kur’an’da altı yerde geçmektedir.

HAFİZ

TEMEL ANLAMI:

* Yapılan her şeyi bütün ayrıntılarıyla kaydeden. Her şeyi takdir edilmiş zamana kadar her tür bela, afet ve musibetten koruyan: “Doğrusu Rabbim Hafiz’dir” (11/Hud:57)

*“İşledikleri her şey kitaplardadır. Küçük, büyük hepsi satır satır yazılmıştır.” (54/Kamer :52-53)

* “Ne kadar gizli ve farkedilmez olursa olsun hiçbir şeyin Kendisine gizli kalmadığı, hiçbir şeyden gafil olmayan ve mutlaka amellerin karşılığını verecek olan.” (İmam Matüridi) (Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 116) “Hiç kimse yoktur ki, üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici (melek) bulunmasın.” (86/Tarık:4)

* Kullarına bağışlamış olduğu manevi nimetleri koruyup, onların devamlılığını sağlayan. “Hiç şüphe yok ki, Kur’an’ı Biz indirdik. Onu koruyacak olan da Biziz.” (15/Hicr:9)

* A. Yüksel Özemre: “Mülkünü ezeldeki hükmüne uygun olarak koruyup, muhafaza eden.” (Vahye Göre Akıl, 255)

* Sadreddin Konevi: “Hafiz, kulu için ‘tevfik’ini (yardımını) muhafaza eden, teyidiyle nimetlerini üzerine yayan.” (Esma-i Hüsna Şerhi, 127)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Yanılıp, unutmayan.

* Varlıklar arasında istemediği ve hoşlanmadığı şeylerin olmasına engel olan.

* Evrende zerre kadar bir şey bile gözetiminden uzak olmayan ve tabiatı dengede tutan.

* “Gerek din gerekse dünya konularında kulunu tehlikelerden koruyan; ihmal göstermeme ve gaflete düşmeme konularında Kendisine güvenilen.” (Ebu Abdullah el-Halimi) (Akt:Bekir Topaloğlu, DİA-15, 116) “Yakup dedi ki: ‘Onu, size daha önce kardeşini (Yusuf’u) emanet ettiğim gibi mi emanet edyim? Ancak, ALLAH koruyanların en hayırlısıdır.” (12/Yusuf:64)

* “İnsanların amellerini tutup saklayan, sözlerini tespit eden, niyetlerini ve göğüslerindeki gizli şeyleri bilen, hiçbir şey Kendisinden kaybolamayan ve gizli kalmayan ALLAH’tır. O, şeytanın şerrinden ve fitnesinden kurtulmaları için sevgili kullarını günah sebeplerinden ve şeytanın tuzaklarından koruyup muhafaza eder.” (Hattabi) (Akt: Veli Ulutürk, Kur’an-ı Kerim ALLAH’ı Nasıl Tanıtıyor?, 129)

* “Bütün varlıkların her türlü davranış, hal ve hareketlerini kaydeden; milyonları aşan canlı türlerinin nesillerini, tohum ve nutfelerinde muhafaza edip devam ettiren; insanların bütün yaptıklarını sorgulama için inceden inceye kaydeden.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 91)

* “Her şeyi ömrünün bitişine kadar afet ve belalardan koruyan.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 145)

* “ALLAH’ın ‘Hafiz’ ismi hakkında şöyle güzel bir söz nakledilmiştir: ‘Sıkıntı zamanında seni şikayet etmekten koruyan, nimet zamanında da seni felaketlerden koruyandır.” (Akt; Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 97)

* “Söz konusu isimlere (Hafiz/Hafız) Kur’an’daki kullanılımları da göz önüne alınarak verilen manaları üç grup halinde incelemek mümkündür.

  1. a) Kainatın düzenini koyup sürdüren;
  2. b) İlahi mesaja muhatap olan insanları çeşitli tehlikelerden koruyan, onların niyetlerini ve bütün sırlarını bilen, davranışlarını melekleri vasıtasıyla tescil ettiren, dostlarını kötülüklerden koruyan;
  3. c) Kur’an-ı Kerim’i tahriften, unutulmaktan veya ihmal edilmiş olmaktan muhafaza eden.

Gazzali, “Hafiz” isminin manasının “Hafız”a nispetle daha kapsamlı olduğunu ve süreklilik gösterdiğini belirtir. Ona göre “Hafiz”, kainatın varlığını sürdürme yanında tabiatın işleyişinde göze çarpan “zıtların dengede tutulması” gibi daha belirgin bir anlam taşır. Mesela tabiatta su ile ateşin bulunması, suyun ateşi ortadan kaldırmaması ve ateşin suyu tamamen buharlaştırıp yok etmemesi bunun örneklerinden biridir. Bu tür hararet ve rutubet tezadı organik varlıklarda da mevcuttur. ALLAH’ın, tabiattaki bir çok zıtları belli bir denge içinde tutması “Hafiz” isminin bir tecellisidir. Gazzali, “Hafiz” ismini ilgilendiren ve tabiatın işleyişini ortaya koyan başka örnekler de verir. Fahreddin er-Razi ise “Hafiz” isminin kişiyi dini-manevi tehlikelerden koruma fonksiyonuna dikkat çekerek başta şeytan olmak üzere nice ilim ve düşünce adamının basit şüphelerin sevkiyle gerçekten uzak kaldığını ifade etmiş, dolayısıyla insanlığın iyilik, güzellik ve doğruluk namına sahip olduğu baha biçilmez mirasın “Hafiz” isminin tecellisinin bir ürünü olduğunu vurgulamıştır.” (Bekir Topaloğlu, DİA-15, 117)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Hafiz” ALLAH’ın ismi olarak Kur’an’da üç kez geçmektedir.

* “Hafiz” ismi, bu dünyada Mü’min-kafir, iyi-kötü ayrımı yapmadan herkes için tecelli eder.

* “ALLAH’ın bütün varlıkları koruması. Eğer ALLAH’ın bu koruması olmasaydı, varlığı mümkün olan hiçbir şeyin varlığı devam etmezdi. ALLAH, bütün varlıkları tekrar yokluğa dönmekten korumuştur. Gökleri yere düşmekten koruyan ve tutan O’dur: ‘Şüphesiz ALLAH, gökleri ve yeri, yıkılmasınlar diye tutuyor. Andolsun ki yerlerinden bir ayrılırlarsa, Kendisinden sonra hiç kimse onları tutamaz.” (35/Fatır:41) (Fahrüddin Razi, Akt; Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 97)

* “Hak Teala, kullarını melekleriyle korumaktadır. Bu melekler, “Hafiz” isminin ince, şeffaf varlıkları ve güzellik dallarıdır.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 138)

* “ALLAH, peygamber ve kitap tanımazlar ve küfre düşüp isyan edenler vardır; onlar nankördürler. Mini minnacık iradeleriyle ALLAH’ın her türlü muhafazasından da (olduğu gibi saklayıcı ve tehlike ve zararlardan muhafaza edici) uzaklaşırlar. ALLAH da onlara “Hafiz” sıfatı yerine, “her hareketi görüp gözetleyici ve ona göre icabet edici” manasındaki “Rakib” sıfatıyla tecelli eder.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 99)

* “ALLAH, yarattığı her varlığa kendine zararlı olan şeyleri bilecek bir his ilham buyurmuştur. Bu durum, “Hafiz” isminin tecellilerindendir. Bir hayvan, kimyasal tahlil raporuna muhtaç olmadan kendine zararlı otları bilir ve onları yemez. Kendine şifalı olan bitkileri de bulup onlardan yararlanır. Kulların amellerinin meleklerce yazılması; zerre kadar hayrın da zerre kadar şerrin de zayi olmaktan korunması, “Hafiz” isminin tecellilerindendir. Bu bakımdan insanın ahirette yeniden dirilmesi ve yaptıklarından hesaba çekilmesi ile “Hafiz” isminin yakından ilişkisi vardır. Bir bitkinin tüm özelliklerinin tohumlarında kaydedilip o tohumdan yeni bitkiler yetişmesi de yine “Hafiz” isminin tecellilerindendir.” (Mehmet Dikmen ,Esmaü’l Hüsna, 145)

* “Her şeyi koruyup gözetir. Bütün varlıkları tehlikelere karşı muhafaza eder. Güzün ölen canlıların öz bilgilerini tohumlarında ve çekirdeklerinde saklar, baharda o bilgilere göre yeniden yaratır. Bitkilerin tohumları, ağaçların çekirdekleri, hayvanların yumurtaları, insanların hafızaları hep “Hafiz” isminin alametleri, örnekleri, ayetleri, işaretleridir. Evrende olup biten her olayı yazdırıp sonsuz ahiret alemine gönderir.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH Kendini Nasıl Tanıttı?, 60)

* “ALLAH, “Hafiz” ismiyle insanlara zararlı şeyleri haram kılmıştır. Onların maddi varlıklarını zehirleyen her türlü maddeyi, fuhşu, alkolü ve benzerlerini haram kıldlığı gibi, manevi varlıklarını zehirleyen inkarı, sapıklığı, cahilliği ve benzerlerini de haram kılmıştır. Bu da “Hafiziyetinin” yani koruyuculuğunun bir tecellisidir.” (Abdülaziz Hatip, Esma-i Hüsna, 196)

* “En önemli koruma, kalpleri korumadır. Müslümanın dinini her türlü küfür, nifak, fitne, sınırsız arzu ve isteklerden ve her türlü bid’atlerden koruması, korumaların en büyüğüdür. Çünkü bu sayede Müslüman, doğru yoldan ayrılıp başka yollara sapmaktan kurtulur. Yüce ALLAH, Müslümanın sağlam bir duruşa sahip oluşunu Kendisinin sağladığını bize şöyle haber vermektedir: ‘ALLAH, sağlam söze iman edenleri hem dünya hayatında, hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise şaşırtır. ALLAH dilediğini yapar.’ (14/İbrahim:27)” (İmam Kurtubi, Akt; Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 97)

* Hayvan ve bitki cinsinden olan bütün canlılara verilen her tür savunma unsuru bu ismin birer tecellisidir.

* “Kullardan ‘Hafiz’ vasfına layık olanlar, organlarını, kalbini, dinini ve ahlakını, öfke ve şehvetten, nefis ve şeytanını entrikalarından kurtarır.” (Gazali)

* Güvenlik ve asayiş ile ilgili bütün görevliler için bu ismin özel bir anlamı vardır.

 

PRATİK BOYUT:

* Maddi ya da manevi herhangi bir tehlike karşısında olduğunu hisseden Mü’min, “Ya ALLAH ya Hafiz” diyerek,  Rabbinin koruyuculuğuna sığınmalıdır.

* ALLAH’ın Elçisi Hz. Muhammed (O’na binler selam ) buyurmuştur: “Sizden biri yatağına girmek istediğinde, yatacağı yeri elbisesiyle silkeleyip kontrol etsin, sonra da sağ tarafı üzerine yatsın ve şöyle desin: ‘Ey Rabb’im! Senin adınla yatağıma uzandım, yine Senin adınla kalkarım. Ey ALLAH’ım! Eğer canımı alırsan ona merhamet et. Eğer tekrar gönderirsen, salih kullarını koruduğun gibi onu da koru!” (Buhari, Müslim)

* İnsanın başı sıkıştığı zaman “Hafiz” isminin kapsamına alınması için rahat zamanlarında ALLAH’a kulluk etmekten ve O’nu anmaktan uzak durmaması gerekir.

* “Bu ismi bilen kimselerin, ALLAH’ın koyduğu sınırları ve üzerine düşen haklarını koruması gerekir. Böylece iman ve İslam nimeti onun kalbine yerleşir. Öğrendiği ve ezberlediği bütün bilgileri korumaya çalışır. Kul, ALLAH’ın Kendi fazlından bağışladığı bütün güzellikleri korumalıdır. Eskilerden şöyle bir söz nakledilmiştir: ‘Kim ALLAH için organlarını korursa, ALLAH da onun kalbini korur. Kim ALLAH’ın hakkını korursa, ALLAH da onun hakkını korur.’ İbn-i Abbas’tan rivayet edilen hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurur: ‘ALLAH’ın hukukunu koru ki, O da seni korusun. ALLAH’ın hukukunu koru ki O’nu yanında bulasın.’ (Tirmizi) Yüce ALLAH, koyduğu sınırları koruyanları övmüş ve çeşitli vaadlerle onları şöyle müjdelemiştir: ‘İşte size vaad edilen budur. ALLAH’a sürekli yönelen, korunması gerekeni koruyan herkese…’ (50/Kaf:32)  Bu dünyada ve ahirette ALLAH’ın seni koruduğu umudunu taşımanı sağlar.” (İzz b. Abdisselam; Akt; Esmaü’l-Hüsna, Edisyon,87)

* “Bu kerim isimden faydalanacak kimseler onlardır ki, kendi hal ve durumlarının bozulmasından çekinirler. Bu adın zikri, kişinin hal ve durumunu korur… ALLAH en doğrusunu bilir…” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 139)

* Hafıza kuvveti ile ilgili dualar, bu ismin zikri ile yapılmalıdır.

* “Sana ihsan edilmiş olan ALLAH’ın muhafaza vasıtalarını iyi kullan. Kendini şer, isyan ve günahlardan koru; başkalarına yardımcı ol ve onları koru; ALLAH’ın Kur’an-ı Kerim’deki, şeriatındaki kelamını ve peygamberlerinin hadislerini hem olduğu gibi koru hem de bütün tehlikelerden muhafaza et ve başkalarının da aynısını yapmasına yardımcı ol. ‘Abdülhafiz’ (Hafiz’in kulu) o kuldur ki bütün hallerinde, sözlerinde zahiren ve batınen ‘Hafiz’ olan ALLAH tarafından muhafaza edilir. Hakk Tealanın onun üzerindeki muhafazası o denli kuvvetlidir ki ona yakın olan, etrafında bulunan, onu tanıyıp onunla bağlantı halinde olanlar da muhafaza edilirler.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 99)

MUKİT

TEMEL ANLAMI:

* Maddi ve manevi bütün azıkları yaratıp, ihtiyaç sahiplerinin bedenlerine ve ruhlarına gönderen.

* “Ragıb el-İsfahani’nin de içinde bulunduğu bir grup lügat alimine göre “Mukit”in asıl anlamı “koruyup himaye eden”dir, zira hayatiyeti sürdürecek gıdayı vermek “birini koruyup yaşatma” anlamının vazgeçilmez sonucudur.” (Bekir Topaloğlu, DİA-31, 138)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Her muhtaca ihtiyacı kadar rızık veren.

* Gücü yetip koruyan.

* “İyiyi iyiliğinden, kötüyü kötülüğünden derecesine göre hissedar eden” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 91)

* “Mukit, rızıklanan her şeyin yiyeceğini belirli bir ölçüye göre takdir eden demektir. Bu ismin iki anlamı vardır. Bunlardan birisi iktidar, diğeri ise rızkı ulaştırmaktır. Buna göre “Mukit”, rızıkları yaratan ve onları her şeye o şeylerin ölçüsüne ve onlara göre ulaştıran demektir. Bunlara örnek olarak, bedenlere yiyecekleri veya müşahede ve iman ehlinin kalplerine de marifeti ulaştırmayı verebiliriz.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 129)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Mukit” ismi Kur’an’da sadece bir ayette geçmektedir. (4/Nisa:85)

* “Kim güzel bir işe aracılık ederse, onun da o güzel işten bir payı vardır. Kim de kötü bir işe aracılık ederse, onun da o kötü işten bir payı vardır. ALLAH her şeyin karşılığını vericidir.” (4/Nisa:85)  

* “Rezzak” isminden farkı, bu ismin “Rezzak” a göre daha özel oluşudur. Çünkü rızık, azık olanı da olmayanı da içine alır. Azık ise bedenin ve ruhun varlığını devam ettirmesini sağlayan şeylerdir. Bu nedenle azık denince akla ilk olarak besinler ve ruhun gıdasını oluşturan feyzler gelir.

* “Mukit, her insana ve hayvana zamanına göre ve peş peşe azığını veren demektir. ALLAH bütün canlıların rızık ve azıklarını, varlıklarını devam ettirecek şekilde veren, daha sonra da kendileri için belirlediği süre bitince bu azıkları kesip varlıklarına son verendir. Mukit ismi bu yönüyle “Müdebbir” ismiyle ilişkilidir. Çünkü “Müdebbir” işleri düzenlemek ve idare etmek anlamındadır. Bu düzen ve idarenin en başında ise, varlıkların yaşamalarını sağlayan azık ve rızıkları düzenleme ve bunları zamanında kendilerine ulaştırma işlemi gelir.” (İmam Kurtubi, Akt; Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 326)

* “ALLAH her varlığa varlığını sürdürecek kadar azık ulaştırır. Bütün varlıkların rızıklarını yalnız kendi düzeni, tedbiri ve hikmeti gereğince dilediği şekilde dağıtır.” (Abdurrahman b. Nasr Sa’di, Akt; Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 327)

* “Halimi, “Mukit”e “hayatiyetin gereklerini sağlayan” manasını verdikten sonra ALLAH’ın canlıları birbirini besleyecek bir mekanizma ile yarattığını ifade etmiştir. Şöyle ki canlıların bünyesinden bazı şeyler zamanla çözümlenerek ayrılır ve diğer canlıların da besinini sağlar. Bu, Yaratıcının planladığı zamana kadar devam eder.” (Bekir Topaloğlu, DİA-31, 138)

* “ALLAH Sübhanehu ve Teala kullarının ve yarattıklarının azıklarını/yiyeceklerini çeşitli çeşitli kılmıştır. Bir kısmının azığını çeşitlerine ve özelliklerine göre yiyecekler ve içecekler kılmıştır, bunlar insanlar ve onların dışındaki hayvanlardır. Bir kısmının azığını taat ve tesbih kılmıştır, bunlar meleklerdir. Bir kısmının azığını manalar, marifetler ve akıllar kılmıştır, bunlar ruhlardır.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 111)

* “Şunu bil ki azıkların durumu türlü türlüdür. ALLAH kimi varlıkların azıklarını yiyeceklerden, kimilerininkini zikir ve ibadetten, kimilerininkini de ilahi keşif ve müşahedeler türünden yaratmıştır. ALLAH insanı yaratırken ta başından şöyle buyurmuştur: “O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı.” (2/Bakara:29) (Fahrüddin Razi, Akt; Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 327)

* “ALLAH, kime ne kadar ömür tayin etmişse, o kadar da gıda tahsis etmiştir. Bu bitmeden ömür de sona ermez. Bir bebek doğduğunda iki çeşmeden süt akmaya başlıyor. Çocuk için en güzel gıda, anne sütüdür. ALLAH; anaları, yavrularına hizmetkar etmiştir. Yılanlar, çıyanlar, arslanlar, kaplanlar bile yavrularına hizmet etmektedir. Dünyaya gelen her yaratık, kendisi için lazım olan şeyleri hazır buluyor. Su, hava, toprak, güneş her şey hazır… Her varlık rızkıyla yaratılır, kendisi için takdir edilen rızkı bitince gider. Çocuk anne karnında eli, kolu, beyni ve diğer organları iş göremez haldeyken, ağzına kadar getirilen gıda, dünyaya gelişinden sonra gücü ve iktidarı arttıkça kendisinden uzaklaşmaya başlar. Yiyeceğine ulaşması için gayret göstermesi, sebepler peşinde koşarak çabalaması gerekir.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 90)

* “Mukit’in kulu odur ki kendisine, başkalarının ihtiyaçlarının bildirilmesiyle beraber o ihtiyaçları vaktinde, miktarında, geciktirmeksizin ve eksik bırakmaksızın karşılayacak imkanlar da ihsan edilir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 101)

 

PRATİK BOYUT:

* Efendimiz (O’na binler selam) “Mukit” isminin tecellisinde Mü’minlere önemli bir noktayı hatırlatmak için: “ALLAHım! Muhammed ailesinin rızkını sadece yetecek derecede lütfet!” (Buhari, Müslim) diye dua etmiştir. Özellikle ihtiyaçtan fazla maddi gıdaların ciddi bir sınav ve çoğu zamanda musibet nedeni olduğunu hatırlayıp Efendimiz’in yukarıdaki duasına uymak ve “Mukit” isminin olabildiğince tecellisi yerine ihtiyaç kadar tecellisini istemek gerekir.

*“Mukit isminin zikri insandan yalnızlık duygusunu giderir, ALLAH’a tevekkül etmesini sağlar” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 118)

“Mukit” ismine ayna ve araç olmak isteyenler, kendilerinden, özellikle yiyecek-içecek cinsinden şeyler isteyenler karşısında eli açık olmaya dikkat etmelidir. Bu konuda Efendimiz (O’na binler selam): “Azık isteyene vermemek kişiye günah olarak yeter” (Ebu Davud) buyurmuştur.

HASİB

TEMEL ANLAMI:

* “Alimler genellikle ‘Hasib’ ismini, ‘kafi gelen, hesaba çeken, şeref ve yücelik sahibi’ manaları çerçevesinde ele almışlardır.” (Bekir Topaloğlu, DİA-16, 380)

* Her çeşit noksanlıktan münezzeh olup bütün yaratılmışların bütün ihtiyaçlarına tek başına yeten: “Kim ALLAH’a dayanırsa O, ona yeter” (65/Talak:3)

* Kullarının bütün yaptıklarını hesaplayıp onları hesaba çeken, en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmeyen. Onların amellerinin karşılığını tek başına veren: “(Yapılan iş) Hardal tanesi kadar bile olsa onu (teraziye) getiririz. Hesap gören olarak Biz yeteriz” (21/Enbiya:47) ; “Sizden biriniz, bir başkasına haksızlık etmişse, altın ya da gümüşün bulunmadığı Kıyamet Günü’nden önce (dünya hayatında) helalleşsin. Kıyamet Günü, haksızlık yapan kimsenin, sevabından yaptığı haksızlık kadar alınır ve haksızlığa uğrayana verilir. Sevabı yoksa, haksızlığa uğrayanın günahlarından alınır ve haksızlık yapana yüklenir.” (Buhari)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Her şeyi yeterince bilen, koruyan, ceza veya mükafat veren” (İbn Manzur, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-16, 380)

* “Kullarının ancak hesap  ile bildikleri en küçük şeyleri ve miktarları, hesaplamaksızın idrak eden. Zira hesaplayan kimse, küçük şeyleri yavaş yavaş idrak eder, toplamı da hesabı bitirdiği zaman bilir. ALLAH’ın herhangi bir şey hakkındaki ilmi ise, sonradan olacak bir şeye dayalı değildir.” (Halimi, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 259)

* “O, Kendi kereminden fazlasıyla verendir. Rahmeti ile bela ve musibetleri defedendir. İhtiyaçlar için Kendisine dua edildiğinde ihtiyaçları karşılayandır. Herhangi bir konuda hüküm verdiğinde onu geçerli kılan ve uygulayandır.” (Fahrüddin Razi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 89)

* “Hasib şeref ve yücelik sahibi anlamındadır. En büyük şeref ve şan, bir varlığın başkasından değil kendisinden doğandır. Bundan dolayı soyları ile övünen müşrikler Hz. Peygamber’den rabbinin nesebini anlatmasını istemiş, Cenab-ı Hak da bunun üszerine İhlas Suresi’ni indirmiş ve bu surede her türlü asalet, şan ve şerefin, anne, baba, evlat ve arkadaş gibi hiçbir dış faktör olmaksızın, Zatından dolayı Kendisine ait bulunduğunu beyan etmiştir.” (Muhyiddin İbn Arabi, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-16, 381)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Hasib” Kur’an’ın üç yerinde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

* “Hasib, nimetin Kendisinden olduğunu göstermek için, yarattıklarına nimetlerini sayan demektir. Ayrıca O, kulunun nefeslerini sayar ve ihsanıyla kulunun üzüntüsünü giderir. Bilinmelidir ki: Bu isim ve bu ismin hükmü, ilim ve cehalet arasında bir berzahtır (geçiştir) Buna göre bu berzah, ilim derecesine ulaşamamış zan ve tahmin mertebesidir. Bu nedenle Hak, perdeli kimseleri: ‘Onlar, iyi işler yaptıklarını zannederler…” (18/Kehf:104) ayetiyle nitelemiştir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 131)

* “Kifayet (yeterlilik) manasını ifade eden ‘hasb’ kelimesi, inkarcıların ve münafıkların İslam dini ile mensupları aleyhine sinsi faaliyetlerine karşı Hz. Peygamber’in ve Mü’minlerin manevi güçlerini

korumalarını, ümitlerini yitirmemelerini ve ALLAH’ın kendilerini savunup koruyacağı şuurunu zinde tutmalarını tavsiye eden ayetler içinde yer alır.” (Bekir Topaloğlu, DİA-16, 380)

* “İbn Furek’e ve Fahreddin er-Razi’ye göre ALLAH’ın insanları hesaba çekmesi, dünyada işledikleri amelleri ve bunların uhrevi karşılığını kendilerine bildirmesinden ibarettir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-16, 381)

* “Kulun Hasib isimden nasibi şu olabilir: O, ALLAH’tan başka hiçbir şey düşünmez. ALLAH’ın O’na yeterli olduğunu anlar ve ona göre amel eder. İbadet ettiği zaman, ALLAH’ın Cennet’i için değil de doğrudan ALLAH’ın rızası için; günahtan çekindiğinde de azaptan korktuğu için değil de doğrudan ALLAH yasak ettiği için çekinir ve devamlı olarak ALLAH’ı düşünür. ALLAH ona Celal’ini gösterdiği zaman: ‘İşte bu bana yeter, bundan başka bir şey istemem’ der…” (İmam Gazali)

* “Her şeyin varlığı, devamı ve kemali ancak O’nunla mümkündür. İnsanda hayatiyeti sağlayan mekanizmayı ve canlının hayatiyetini koruyan tabiat çevresini yaratan, düzenleyen, yöneten ve sürdüren ALLAH’tır. Mesela anne de çocuğuna yeterli değildir. Çünkü anneyi, memesindeki sütü, çocukta emme eğilimini ve annede emzirme şefkatini yaratan ALLAH’tır. Evrende hiçbir varlık tek başına herhangi bir şeye yeterli olacak konumda değildir.” (İmam Gazali, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-16, 381)

* “Benim kendi varlığım hakkındaki hesabım eksik çıkar. Yokluğumu hesap edip bana yeten Sensin. Benim kendi ihtiyaçlarıma dair hesaplarım yanlış çıkar. İhtiyaçlarımın hesabını bilip kafi eyleyen Sensin.” (Senai Demirci, 99 Esma 99 Dua, 74)

* “Hasib” isminin bilincine varmış olan kul, yaptığı en küçük bir kulluğun karşılığını bile alacağına inanır. ALLAH’tan başkasına yaranmaya çalışmaz. Tam bir ıhlas sahibi olur. özellikle darlık ve musibet zamanlarında sadece O’na dayanır: “ALLAH kuluna kafi değil midir?” (39/Zümer:36) ayetine ayna olur.

* “Hasib’ isminin tecellisine ayna olan kul, kendini sürekli hesaba çekerek yaşar. Araç olan ise, insanların kendilerini hesaba çekmelerine vesile olacak biçimde onlara yol gösterir. Onların hidayetlerine önderlik eder. ”

* “Bu konuda en büyük ilahi lütuf, ALLAH’ın, kuluna dünya nesnelerine karşı herhangi bir arzu ve talep hissi vermemesidir. Çünkü ALLAH’ın kişiyi dünya varlıklarını arzulama duygusundan koruması, bu hissi verdikten sonra ihtiyaçlarını yerine getirmesinden çok daha büyük bir lütuftur.” (Abdülkerim Kuşeyri, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-16, 381) 

 

PRATİK BOYUT:

“Bu şerefli adla zikredenlerin elde edecekleri meyveler çoktur. Sebeplerle uğraşanlar bunun dışına çıkarak zikirlerini yalnızca ‘Hasib’ manasına gelen ‘Kafi’ adıyla yaparlar.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 115)

CELİL / CELAL

TEMEL ANLAMI:

* Bütün yücelik (Celal) sıfatları ile donanmış olan ve bütün sıfatları sonsuz kemal halinde bulunan.

* “Hiçbir kayıt ve kıyas kabul etmeksizin azamet sahibi, kadrü kıymeti ve mertebesi en yüce olan.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Heybeti akılları dehşette bırakan.

* Kendisine tazim edilen, uluhiyeti ve aşkınlığı benimsenen.

* Mü’minleri yücelten, onların amellerini kabul edip, mükafatlarını arttıran.” (Bekir Topaloğlu, DİA-7, 267-268)

* Varlığının başlangıcı olmayan.

* “Emretmeye ve yasaklamaya layık olan.” (Halimi, Akt: Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 116)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Celil” ismi, Kur’an’da bu şekliyle değil, “Zü’l-celali ve’l-ikram” olarak Rahman Suresi’nde iki yerde geçer .”

* “Bu ismin (Zü’l-celali ve’l-ikram) iki yönü vardır. İlkine göre ALLAH, yaratılmışlar tarafından yüceltilmeye ve övülmeye layık olandır. Diğerine göre ise ALLAH, yaratılmışlardan dilediğini yücelten ve onlara dünyada ve ahirette lütuflarda bulunandır.” (İmam Matüridi, Akt: Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 104)

* “Celil, ALLAH’ın Zatını sıfatlarından tecrit etmenin (ta’til) mümkün olmadığını ifade ettiği gibi Zatına izafe edilecek sıfatların yaratılmışlık özellikleri (teşbih) taşımadığını da ifade eder. Ayrıca O, varlığına delil teşkil edecek harikulade mükemmel nesneler yaratması, duyularla idrak edilmekten ve mahiyetinin akıl yoluyla kavranılmasından münezzeh bulunması açısından da celil yani yüce ve aşkındır.” (İmam Gazali, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-7, 268)

* “Esma-i Hüsna içerisinde yer alan ‘Kebir, Celil ve Azim’ isimleri yakın anlamlı kelimeler olmakla birlikte ‘Kebir’  ALLAH’ın Zatının, ‘Celil’ sıfatlarının, ‘Azim’ ise hem Zat hem de sıfatlarının kemalini ifade etmek için kullanılmıştır. Gazali’nin de belirttiği gibi, doksan dokuz isim içinde eş anlamlı bazı kelimelerin tekrar niteliğinde yer aldığı zannedilirse de gerçekte durum böyle değildir. Çünkü sözlük anlamları yakın veya aynı olsa bile kelimelerin çeşitli alanlarda kullanımıyla kazandıkları manalar, aralarında muhteva farklılığı meydana getirmektedir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-7, 268)

* “Yüce ALLAH’ın yarattığı kimseler üzerinde uygulayıcı gücü ve itaati zorunlu olduğuna göre Kendisine ‘Celil’ ve ‘Celal’ isminin verilmesi gerekir.

Bu yüzden ALLAH’ı, diğer insanlardan daha fazla tanıyan ariflerin pek çoğu bu isimlerle O’na dua etmeyi tercih ederler.

Ebu Süleyman der ki: ‘Celal, ALLAH’ın yüceliğine ve ululuğuna delalet eder. O’nun şanı pek yücedir. O’nun dışındaki her büyük, küçüktür; her üstün, aşağıdır.” (Beyhaki, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 145)

* “İlm-i yakini olan kimse O’nun celaline şahit olmuştur. Hakka’l-yakini olan kimse ise O’nun cemaline şahit olmuştur.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 116)

* “Celil” ismi varlık türlerinin bütününde tecelli eder. “Cemal” ismi ise tek tek o türleri oluşturan bireylerde… “Bir çiçeğe baktığımızda ondaki güzelliğe, ince sanata, renklerindeki ahenge hayran kalırız. Bu güzellik ALLAH’ın “Celil” isminin bir tecellisidir. Bütün çiçeklere birden nazar edebilsek, bu hayranlığımız hayrete dönüşür. Bu kadar çiçeği ayrı ayrı süslemek, aralarında hoş bir ahenk kurmak dev bir tasarruftur, harika bir icraattır. İşte bu azamet, haşmet ve büyükülük manaları, “Celil” isminin tecellisiyledir.

Bir kuşun bulduğu bir taneyi zevkle ve heyecanla yemesinde, “Rezzak” isminin bir tecellisini seyrederiz. Bir milyonu aşkın canlı türünün, rakamlara sığmayacak kadar çok fertlerinin birlikte rızıklandırılmalarını düşündüğümüzde, karşımızda bir celal tablosunu buluruz. Ve o muhteşem ziyafette “Celil” isminin bir tecellisini okuruz.

Yıldızlar alemini ve büyük denizleri seyrettiğimizde de bakışımıza öncelikle celal tecellisi çarpar. Bu haşmetli tablolarda “Celil” ismini okuruz. Ancak bunların gözler kamaştıran bir güzellikleri de vardır. Her iki tabloda da celal içinde bir cemal tecellisiyle karşılaşırız. “Nur Müellifi” (Bediüzzaman) bu hakikati, ‘celalin gözünde cemal’ şeklinde ifade buyurur.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 110)

* “Geçmiş asırlarda Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa peygamberlerin kavimlerinin başına gelen helak mucizeleri hep “Celil” isminin cilvelerindendir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l-Hüsna, 153)

* “Mutasavvıflar ALLAH’ın isim ve sıfatlarını ‘Celal’ ve ‘Cemal’ olmak üzere ikiye ayırır ve iki türlü zuhur (ortaya çıkma, kendini gösterme) ve tecelliden bahsederler. ALLAH’ın kahr ve gazabına gönderme yapan isim ve sıfatlarını celal, lütuf ve rızasına gönderme yapan isim ve sıfatlarını da cemal tabiriyle ifade ederler. Kaşani, celali, Hakk’ın mahiyetinin bilinemeyecek bir şekilde izzet perdesiyle gizli kalması, Zat’ını Kendinden başka kimsenin bilmemesi ve görmemesi şeklinde tarif eder. Perdelenme ve izzet celalin özelliği olduğundan, celalde Hak açısından yücelik ve kahhariyet (gücünün her şeye baskın oluşu), kul açısından boyun eğme ve heybet hissetme söz konusudur. Bu tür isim ve sıfatlara sahip olması itibariyle ALLAH’a ‘Celil’ ismi verilmiştir. Celal, ALLAH’ın en yüksek seviyede ululuğunu ifade eder; bu anlamdaki celalin ALLAH’tan başka hiçbir kimse tarafından bilinmesi mümkün olmadığından celal ile ilgili açıklamalardan sadece cemal (ilahi güzellik) ve bu cemalin celali (celalü’l-cemal) yani güzelliğin aşkınlığı anlaşılır. Akıl, ALLAH’ın mutlak celalini kavrayamadığından celal denilince mutlak değil göreli celal yani cemalin celali anlaşılmalıdır. (…)

Abdülkerim el-Cili, ALLAH’ın celalinin genelde O’nun yüce vasıflarını ve güzel isimlerini, özel olarak da lütuf ve kerem türünden vasıflarını ifade ettiğini söyler. Celal ile cemal sıfatları arasında bir yönüyle ilkine, diğer yönüyle ikincisine benzeyen ‘Rab’ ve ‘Rahman’ gibi sıfatlarda vardır. İbnü’d-Debbağ ALLAH’ın sıfatlarını celal, cemal ve kemal olmak üzere üçe ayırır. Eğer Hak, bir kimseye ihsan, lütuf, rahmet, iyilik, yakınlık, rıza ve nuraniyet, sevgi ve kerem gibi sıfatlarıyla tecelli ederse o kimse cemal sıfatlarını temaşa halinde bulunur; izzet, kibriya, kahr, cebr, gazab ve kudret gibi heybet ve azamet sıfatlarıyla tecelli ederse bu tecelliye mazhar olan kişi celal sıfatlarını temaşa eder. İlim, kudret, halk ve kayyumiyet gibi ALLAH’a mahsus sıfatları seven ve kamil marifete özlem duyan bir kimse kemal sıfatlarını temaşa halinde bulunur. Cemal sıfatı neşelenme, celal sıfatı fani olma, kemal sıfatı sevme sonucunu verir.

Celal sıfatları salik (tasavvuf yoluyla ALLAH’ı tanımaya çalışan kişi) üzerinde heybet, cemal sıfatları üns (sıcaklık, yakınlık, sempati) tesiri meydana getirir. Celalin sonucu korkma, sıkılma ve üzülme, cemalin sonucu ümitlenme, rahatlama ve sevinmedir. İbnü’l-Arabi, Kur’an’dan verdiği örneklerle alemdeki her şeyin celal ve cemale bağlı olarak bir karşılıklılık içinde olduğunu göstermeye çalışmıştır. Mesela: ‘ALLAH’ın azabı şiddetlidir’ (2/Bakara:165,196,211) ayeti, celali; ‘ALLAH tevbeleri kabul eder’ (42/Şura:45) ayeti, cemali ifade eder. ‘ALLAH’tan gereği gibi korkun’ (3/Al-i İmran:50) celal; ‘Gücünüz yettiğince ALLAH’tan korkun’ (64/Tegabün:16) cemal içinde değerlendirilir. ‘ALLAH’ın iki eli’nden maksat ta budur; ALLAH her şeyi bu ‘iki el’ ile yani celal ve cemal ile yapar.

Kamil insanlarla, veliler, ALLAH’ın celal ve cemal tecellilerini aynı derecede gönül rahatlığıyla karşılar. ‘Lütfun da hoş kahrın da hoş’ der, tam bir rıza ve teslimiyet hali içinde bulunurlar. Zira bunların ikisi de aynı kaynaktan ve özden gelir, zat mertebesinde hepsi birdir.

Mutasavvıflar genellikle insanların karakterlerini celal ve cemal tecellilerinden aldıkları nasip miktarıyla açıklamışlardır. Celal sıfatlarının tecellisine mazhar olan kişiler celadetli ve heybetli olduğundan böylelerine ‘abdülcelil’, cemal sıfatlarının tecellisine mazhar olan kişilere de ‘abdülcemal’ denilmiş, ilkine Hz. Ömer, ikincisine Hz. Ebubekir örnek gösterilmiştir.” (Süleyman Uludağ, DİA-7, 240)   

* “Kullardan Celil ve Cemil olan gören kalplerin lezzet duyacağı güzel ahlakla donanmış olandır. Dış görünüşe kulak asma!..” (İmam Gazali)

* “Celil’ olan ALLAH’ın kulu o kişidir ki, ahlakı kemal üzeredir. Hisleri, düşünceleri ve hareketleri Hz. Peygamberinkilerin izdüşümü olmakla Kur’an-ı Kerim’e uygundur ve dolayısıyla ALLAH onu kudret ve izzetle ödüllendirmiştir. Herkesin kalbine korku salar, çünkü ALLAH bu kula Kendi heybetinden bir cüz vermiştir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 103)

* “Celil” ismine ayna olanlar, insanlar arasında saygınlık sahibi olanlardır. Bunun da en sağlıklısı İslam’ı yaşamak, bilmek ve ona hizmet etmek sayesinde elde edilendir. Çünkü para ve statü gibi tamamen maddi/dünyevi nitelikli araçlar yoluyla saygınlık sahibi olanlar için bu durum büyük ihtimalle sonunda kaybedecekleri bir sınava girmek demektir. Oysa ALLAH’ın dini aracılığıyla “Celil”in tecellisine ayna olup, saygınlık kazanmak, sadece dünyada değil ahirette de sonsuzluk boyunca devam edecek gerçek saygınlığa ulaşmak demektir. “Celil” ismine araç olmak ise çok daha büyük bir kazanç ve onurdur. Çünkü öyleleri sadece kendileri saygın olmakla kalmaz çevrelerindeki insanları da İslam vasıtasıyla gerçek saygınlığa kavuştururlar.

* “İnsanlar arasında birinin celal sahibi olması demek, başkaları üzerinde uygulayıcı gücü olan ve kendisine itaatten başka yol bulunmayan kimse demektir.” (Beyhaki, Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 145)

* “Bazen ALLAH’ın ‘Celil’ isminin tecellisi gibi görünen olayların içinden, ‘Cemil’ isminin cilveleri çıkar.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l-Hüsna, 156)

 

PRATİK BOYUT:

* “İş hayatında büyümek, yükselmek, para kazanmak ve makam sahibi olmak gibi büyüklükler peşinde koşan insan, “Celil” olan ALLAH’ın emirlerine uyarak şereflenirse, dünya ve ahirretini abad eder. İnsanlar arasında hürmet göreceği bir makam elde eder. Daha iyi ve huzurlu bir hayat yaşar, hayatının hesabını daha kolay verir. Aksi halde, kendini büyük gördüğü ölçüde küçülür. Dünyasını da ahiretini de berbat eder.” (Nurettin Ünal, Esmaü’l-Hüsna, 95)

* “Bu adın zikrinin gaflet içinde bulunanlara faydası vardır.” (Afifüddin Süleymen et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 178)

KERİM

TEMEL ANLAMI:

* Kendisi için hiçbir şey yapılmasa da, karşılıksız olarak verendir.

* Sebepsiz, vesilesiz ve istenmeden veren.

* Üstünlük çeşitlerinin bütününe sahip bulunan.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Cömert olan, övgüye layık vasıfları şahsında toplayan, cezayı gerektiren davranışları affedip suçluyu bağışlayan.” (Ebu’l-Kasım ez-Zeccaci, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-25, 287)

* “Az da olsa işlenen iyi ameli kabul eden.” (İmam Matüridi, Akt: Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 76)

* “Kerim, seni herhangi bir vesileye muhtaç bırakmayandır.” (Cüneyd-i Bağdadi, Akt: Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 117)

* “Verdiğini önemsemeyen. Üstüne düşüp sorgulamayan.” (Haris el-Muhasibi, Akt: Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 117) “Hilkatini hikmeti ile bezemekte cömertliğinin sınırı olmayan.” (Ahmet Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 255)

* “Kerim, gücü yettiği halde affeden, vaadini yerine getiren, lütfunu umulanın ötesinde gerçekleştiren, kime ne kadar lütufta bulunduğunun hesabını yapmayan, Kendisinden başkasına başvurulmasına rıza göstermeyen, vefasızlığa sitemle mukabelede bulunup, dostluğu bozacak bir karşılık vermeyen, Kendisine sığınanı yüzüstü bırakmayan, aracı ve şefaatçilere muhtaç kılmayandır.” (İmam Gazali, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-25, 287)

* “Kerim, isyan edenleri, tevbelerini kabul etmekte umutsuz bırakmayan ve onları sorguya çekmeden tevbelerini kabul edendir.

Kerim, kime ne verdiğine aldırmayan, Kendisinden isteyenleri boş çevirmeyen, Kendisine sığınanları terketmeyen, bir yanlışlık gördüğünde onu açığa vurmadan düzelten, bir iyilik yapıldığında karşılığını veren ve onu gizleyen, eksiksiz ve kusursuz yüce Varlıktır.” (Fahrüddin Razi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 32)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Ekrem, ALLAH’ın Zat’ıyla ilgili, ‘Kerim’ ise O’nun fiiliyle ilgili bir sıfattır.” (İmam Kurtubi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, 32)

* “Kerim, mutlak fayda verendir. Araplar, bol süt veren, sağıcısını yormayan, arkasını çekmeyen ve sütünü tutmayan koyuna ‘iyi koyun’ anlamında ‘şatü’n kerime’ derler. Araplar bu gibi güzel huyları nedeniyle onu bu şekilde adlandırmışlardır. Şüphesiz Yüce ALLAH’ın, Kendi lütuf ve ihsanından insanlara verdiği birçok yararlar, iyilikler ve güzellikler bulunmaktadır. Bu özelliği nedeniyle O, herkesten daha fazla ‘Kerim’ adını hak etmektedir.” (Halimi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 32)

* “Kerim” ismi Kur’an’da iki yerde, “Ekrem” ismi de bir yerde ALLAH’a ait olarak geçer.

* “ALLAH’ın kereminin başka bir görünümü de Hz. Muhammed’i peygamber olarak seçmesi, nübüvvet vazifesi ile görevlendirip Kur’an’ı onun vasıtasıyla insanlara öğretmesidir. ALLAH’ın Kendi Zat’ını –ilim sıfatında olduğu gibi (A’lem)- ‘Ekrem’ olarak vasıflandırması lütuf ve ihsanının sonsuz olduğunu göstermektedir.” (İmam Matüridi, Akt: Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 77)

* “Zü’l-ikram’ ikram sahibi demektir. İkram, nimet verme anlamındaki ‘in’am’ sözcüğünden daha özel bir anlam taşır. İn’am genel, ikram ise özeldir. Çünkü in’am sahibi, kendi fazlından nimeti hak edene verdiği gibi, katında hiçbir değeri olmayan kimseye de verebilir. Kendisine isyan edenlere, emir ve yasaklarına aykırı davrananlara nimet vermesi bunu göstermektedir.

Bu tür nimet, ikram olarak adlandırılmaz. Oysa ikram, nimet verenin değer verdiği, sevgi ve saygı gösterdiği kimselere nimet verdiğinde kullanılır. Örneğin velilere verdiği keramet nimetlerini ifade etmek için ‘ekremehu’ (ona ikramda bulundu) denilir.

ALLAH, başkalarına ikram etmediği nimetleri kendilerine ikram ederek onları onurlandırmış, değer vermiş ve üstün makamlarla onları ödüllendirmiştir. ALLAH, nimetini hak edene de etmeyene de verir. Ancak ikramı, hak edenden başkasına vermez. Ahirette nimetini hak etmeyenlere vermediği gibi.   ALLAH kullarına bu dünyada ikramda bulunabileceği onu, ahirete de erteleyebilir. Bu durumda O’nun ikramı bütün varlıklar için genel, hakikat ehli için özel olur.” (İmam Kurtubi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 145)

* “Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir.” (96/Alak:3)

“ Alimlerimiz Cenab-ı Hakk’ın ‘Ekrem’ vasfı hususunda şunları zikretmişlerdir:   Nice kerim kimse vardır ki, suç esnasında sabır gösterir, tahammül gösterir. Ama onların ihsan ve keremi, suç işlenmezden önceki tarz üzere devam etmez. Halbuki Yüce ALLAH, suç işlendikten sonra da, ihsanını arttırarak devam ettiği için, ‘Ekrem’dir. (…)

Yukarıdaki ayet, kişiyi ihlasa teşvik eden bir özelliktedir. Buna göre mana, ‘bir şeyler umarak okuma, ancak ve ancak Benim için oku ve işini Bana havale et. Çünkü Ben senin hatırına gelmeyecek şeyleri verecek kadar kerim ve cömertim…’ şeklinde olur. Yine mananın, ‘kendini, insanları İslam’a davete ver. Hiç kimseden korkma, çünkü Ben, sana zor sorumlulukları yükleyip de, daha sonra yardım etmemekten münezzeh olan bir ‘Ekrem’im şeklinde olması da muhtemeldir.

Bu ifade de ilmin, insan da bulunması gereken sıfatların en kıymetlisi olduğuna dair bir uyarı bulunmaktadır. Buna göre Cenab-ı Hak sana, ‘yoktan var etmek, can vermek, güç kuvvet sahibi kılmak, rızık vermek keremdir ve rububiyettir. Ama ‘Ekrem’ olan ise, sana ilim verendir. Çünkü ilim sonsuz bir şereftir’ demek istemiştir.” (Fahrüddin Razi, Mefatihü’l-Gayb-23, 258)

* “İbn Teymiye, ‘Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir.’ (96/Alak:3) ayetini tefsir ederken şunları söyler: ‘Kerem sözcüğü, bütün iyilikleri, güzellikleri ve bağışları kapsayan bir sözcüktür. Her ne kadar tam anlamı ‘karşılıksız vermek’ olsa da bu sözcükle sadece bu anlam kastedilmemektedir. Sözcük başkasına yapılan her türlü iyiliğe, güzel davranışa ve çok hayra işaret etmektedir. Yüce ALLAH, Kendisinin ‘Ekrem’ olduğunu ism-i tafdil (üstünlük belirten isim) kipiyle haber vermekte ve Kendisini bize böyle tanıtmaktadır. Bu da sadece O’nun sınırsız ve mutlak kerem sahibi olduğunu göstermektedir. Ayette, ‘Rabbin en büyük kerem sahibidir’ denilerek bu isim mutlak olarak zikredilmekte, ‘falandan daha kerem sahibidir’ denilerek herhangi bir sınırlama yapılmamaktadır. Bu ifade tarzı, O’ndan daha üstün bir kerem sahibinin olmadığına ve O’nun kerem konusunda hiçbir eksik ve kusurunun bulunmadığına işaret etmektedir.” (İbn Teymiyye, Akt:Esmaü’l-Hüsna, 31)

* “Şükreden, kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, çok kerem sahibidir.’ (27/Neml:40)

Bu ayet-i kerime, ALLAH’ın teşekküre bile muhtaç olmayarak kullarına iyilikte bulunduğunu, bunun da Kendi Varlığında ‘Kerim’ oluşundan kaynaklandığını ifade buyuruyor.” (Abdülaziz Hatip, Esma-i Hüsna,205) *“Bilinmelidir ki: ‘Kerim’ ismi, iki açıdan ‘Celil’ ismine tabidir. Bunlardan birisi, ‘Celal’ mertebesinin gerektirdiği zıtları birleştirmek özelliğidir. Aynı şekilde ‘Kerem’in eserleri de iyiyi ve günahkarı kuşatır.

İkincisi ise, ‘Celil’ isminin azametini işitip kendisindeki küçüklük ve zilletten dolayı böylesine yüce bir Varlığa ulaşmanın imkansızlığını düşünen kimsenin ümitsizliğini bu ismin ortadan kaldırmasıdır.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 135)

* “ALLAH’ın, kullara nimetleri hak etmeden vermesi, daha talepte bulunmadan Kendi lütuf ve keremiyle onlara bağışta bulunması, ‘Kerem’ sahibi oluşunun bir göstergesidir. Örneğin dua eden, ‘Ya Kerimü’l-afuv / Ey Affeden, Kerim!’ der. Bu kul, işlediği herhangi bir fenalıktan pişman olup, tevbe ettiğinde ALLAH’ın onu bağışlaması, affetmesi ve o fenalığın yerine bir iyilik yazması, Yüce ALLAH’ın kerem sahibi olduğunu açıkça göstermektedir. ALLAH tevbe eden kulunu bağışlayacağını ve kötülüklerini iyiliklere dönüştüreceğini bize şöyle haber vermektedir:   ‘Ancak tevbe ve iman edip salih ameller işleyenler (İslam’ı yaşayanlar) başka. Çünkü ALLAH, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve ALLAH, Gafur’dur, Rahim’dir (bağışlaması sonsuz, rahmeti sonsuz).’ (25/Furkan:70)

Ebu Zer’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: ‘Şüphesiz ben Cennet’e en son girecek kimseyi de, Cehennem’den en son çıkacak kimseyi de bilmekteyim. Bir adam getirilir ve: ‘Ona küçük günahlarını gösterin!’ denilir. Bunun üzerine ona küçük günahları gösterilir ve: ‘Sen falan gün şöyle yaptın; filan gün şöyle yaptın’ denilir. O: ‘Evet!’ der. Çünkü yaptıklarını inkar edemez. İşlediği büyük günahların da kendisine gösterileceğinden korkar. Ancak ona: ‘Her kötülük yerine sana bir iyilik verildi’ denilir. Bunun üzerine adam: ‘Ey Rabb’im! İşlediğim daha büyük günahlar da vardı, onları burada göremiyorum’ der. Ebu Zer der ki: ‘Bu söz üzerine Hz. Peygamber’in güldüğünü gördüm. Öyle ki azı dişleri görünüyordu.’ (Müslim)

Mü’min kullarının basit ve küçük itaatlerine bile büyük sevaplar vermesi, onları överek onurlandırması ve üstün tutması, ALLAH’ın nekadar büyük Kerem sahibi olduğunu gösterir.

ALLAH’ın: ‘Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size vaad ettiklerimi vereyim.’ (2/Bakara:40) diyerek kullarıyla sözleşme yapması, O’nun kerem ve ihsanını gösterir. Yine Yüce ALLAH’ın: ‘ALLAH onları sever, onlar da ALLAH’ı severler.’ (5/Maide:54) buyurarak kullarını sevdiğini belirtmesi, O’nun ne kadar kerem sahibi olduğunu göstermektedir.

ALLAH’ın: ‘O ki yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı’ (2/Bakara:29) buyurarak, dünyayı ve içindeki bütün nimetleri kulları için yaratması, onların istifadesine sunması; ‘Rabbinizin bağışlamasına ve genişliği göklerle yer kadar olan, ALLAH’a karşı saygılı olanlar (muttakiler) için hazırlanan Cennet’e koşun!’ (3/Al-i İmran:133) buyurarak ahireti onların kalacağı ebedi bir yurt yapması, O’nun ihsan ve kereminin bir başka göstergesidir.

ALLAH, kereminin bir göstergesi olarak, göklerde ve yerde bulunan her şeyi bütün insanların hizmetine verdiğini ve onlara boyun eğdirdiğini belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: ‘Hem göklerde ve yerde ne varsa hepsini Kendi katından bir lütuf olarak sizin hizmetinize veren O’dur.’ (45/Casiye:13)(Beyhaki, Fahrüddin Razi, İmam Kurtubi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 33) 

* “Kerim” isminin tecellisine ayna olan her yerde ikram görür.

* “Kerim” isminin tecellisine araç olan kendisinden istenmeden verir.

* “Yüce ALLAH bazı kulları hakkında keremiyle, bazı kulları hakkında da intikamiyle muamele buyurur, emir ve irade O’nundur.” (A. Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, 123)

* “Bir ömür boyu nefislerinin tatminiyle uğraşan ve şahsi çıkar peşinde durmadan koşan kimseler, ‘Kerim’ isminin feyzinden nasipsizdirler; insanlar arasında makbul sayılmadıkları gibi ALLAH katında da değersizdirler.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 112)  

*“İnsanlar arasındaki cömertler, ALLAH’ın keremine daha çok mazhar olmuş olanlardır. Onların hediyesi bizzat cömertlik olmuştur. Bunlar, başkalarına bir şeyler veremeyince veya yardım edemeyince hoşnut olmayanlardır.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 104)

*“Abdülkerim (Kerim olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki, ALLAH’ın sonsuz cömertliğine şahit olup buna göre yaşayandır. Böyle bir kimse ALLAH’ın cömertliğinin ne olduğunu tam kavrayarak bize verilenlerin hiçbirinin aslen bizim olmadığını bilendir. İlahi ikramlara mazhar olan kim olursa olsun o nimetlere layık değildir ve onları kesinlikle hak etmiyordur. Fakat ALLAH hatalarımızı ve zaaflarımızı kapatır; aynen Abdülkerim de etrafındakilerin hatalarını görmezden gelerek onları başkalarından saklar. ALLAH’ın bizim nankörlüğümüzü affetmesi gibi o da benzer halleri affeder. İnfitar Suresi’nde (6-7. Ayetlerde) şöyle buyurulmaktadır:‘Ey insan! Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? O (Rab) ki, seni yarattı, düzenledi ve sana ölçülü bir biçim verdi.’

Rivayet edilir ki Hz. Ömer bu ayeti duyduğunda: ‘Doğrudan Senin keremindir ey Rabbim!’ dedi. Muhyiddin İbn-i Arabi Hazretleri Hz. Ömer’in bu yorumunun maksadının, insanların dikkatini, şımarık çocuklarınkine benzeyen hallerine dikkat çekmek olduğunu söylemiştir.

Kerim olan ALLAH’ın ölçülemeyecek çoklukta olan nimetlerine kıyasla kulun günah ve isyanı küçülür ve önemsiz kalır. Merhamet ve ihsanın kendisinde tecelli ettiği bir kul, vermede sınır tanımaz ve hediyelerine mazhar olan insanların teşekkürsüzlüklerinde kusur bulmaz.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 105) 

RAKİB

TEMEL ANLAMI:

* Her şeyi kontrolu altında bulunduran, kaydeden, Kendisinden hiçbir şey kaybolmayan ve koruyan: “Şanıma yemin olsun ki, insanı Biz yarattık. Ve nefsinin ona neler fısıldadığını biliriz. (Çünkü) Biz insana şah damarından daha yakınız.” (50/Kaf:16)

* “Rakib, gizlilikleri ve sırları bilen, görendir. O, her şeyi bilen ve görendir. Hiçbir söz ve konuşma O’na gizli değildir” (Fahrüddin Razi)

* “Rakib, sinelerde saklı olanı ve her canlının yaptıklarını bilen, varlıkları koruyan ve onları en güzel bir sistem ve düzenle yönetip varlıklarını devam ettirendir.” (Sa’di)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Bir şeyin ortaya çıkışını ve gerçekleşmesini gözeten.

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Rakip” Kur’an’da üç yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

* “Kulun imanının en üstünü, nerde olursa olsun, ALLAH’ın onunla birlikte olduğunu bilmesidir.” (Tirmizi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 571)

* “O’nun kullarının hallerine şahit olması, yaratıklarını korumasının gerekliliğinden kaynaklanır, böylelikle kulları da, bütün vakitlerinde O’nu gözetirler.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 137)

* “İnsanla sorumlu meleğin ‘Rakib’ olarak isimlendirilmesi de bu anlamdan dolayıdır: ‘İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (50/Kaf:18) (Abdülkerim el-Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 119)

* Meşhur Cibril hadisinde, Cebrail, Efendimiz’e (O’na binler selam): “İhsan nedir?” diye sordu. Efendimiz şöyle cevap verdi: “ALLAH’ı görüyor gibi ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu göremiyorsan da O, seni görmektedir.” (Buhari, Müslim)

* “Saygı duyduğun bir adam sana sürekli baksa kötü bir iş yapamazsın, hep güzel işler yapmaya çalışırsın. Rabbin saygın bir adamdan daha mı önemsiz? Eğer ‘Rakib’ isminin cilvesini üstünde hissetseydin, ömrünü hayırlı ameller yaparak geçirir, günahlardan uzak dururdun. Başkasının ne dediğine fazla ömem vermez, Rabbini razı etmenin yollarını arardın.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH, 79)

* “Murakabe, kulun gizli ve açık bütün durumlarını Yüce ALLAH’ın gözetlediğini kesin olarak bilmesi ve bunu devamlı aklında tutmasıdır.” (İbn Kayyım)

* “Kendisi ile ALLAH arasındaki ilişkiyi takva ve murakabe ile güçlendirmeyenler, keşif ve müşahadeye ulaşamazlar.” (Ceriri)

* “Bazı arifler şöyle söylemişlerdir: ‘ALLAH, aklına gelen şeylerde bile ALLAH’ın ‘Rakib’ olduğunu unutmayanların organlarını yanlış hareketlerden korur.”

* “Kendi nefislerinde murakabeyi gerçekleştirenler, bir anı bile Rablerinden gafil geçirmekten korkarlar.” (Cüneyd-i Bağdadi)

* “Murakabenin göstergesi, her durumda ALLAH’ın indirdiklerini tercih etmek, O’nun yücelttiklerini yüceltmek, küçük gördüklerini küçük görmektir.” (Zün’nun-i Mısri)

*“Tasavvuf iki kural üzerine bina edilmiştir. Nefsini daima ALLAH’ın gözetimi (murakabesi) altında tutmak, dışını da İslam’a uygun hale getirmektir.” (Ceriri)

* “Murakabe, açık ve gizli bütün hallerini ALLAH için arındırmaktır.” (İbrahim el-Havvas)

* “Ebu Hafs, Ebu Osman en-Nisaburi’ye şöyle tavsiyede bulunur: ‘Öğüt vermek için insanların arasına oturduğunda, öncelikle kendi kalbine ve nefsine öğüt ver. İnsanların seni dinlemek için toplanmalarına aldanma. Bil ki onlar senin sadece dışını gözetlemekte, Yüce ALLAH ise hem dışını hem de içini gözetlemektedir.” (Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 176,177,178)

* Kulun, nefis ve şeytanın kendisinin başlıca düşmanları olduğunu bilip, onlardan uzak durması Rakib isminin tecellisi sayesindedir.

* “ALLAH’ın bu sıfatının ışığında insanlar, sevgi dolu merhametli gözetleyici olan ‘Rakib’ olan ALLAH’a ek olarak ölümcül düşmanımız olan diğer iki gözetleyicinin daha olduğunu bilmelidir. Bunlar, uygun bir anı ve zayıf noktanı bularak sana saldırmak, sahip olmak, işkence etmek ve seni öldürmek için daima gözetleme halindedir. Bu iki uyanık düşman, mel’un şeytan ve doymaz bir egoist olan nefistir.

Kuvvet ve istidadınızda bulunan bütün farkındalığı açığa çıkarmayı dilemeli ve sizi dört yanınızdan ve içinizden kuşatmış olan bu iki düşmanın hareketlerini her an gözetlemelisiniz.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 106)

* “Bu ismin hakikatleriyle tam olarak vasıflanan kimsenin rabbani ilmi ve müşahedeye dayanan irfanı daima artma halindedir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 137)

* “Anlatıldığına göre İbn Ömer, koyun gütmekte olan köle bir gencin yanından geçer ve ona: ‘Bana bir koyun sat!’ der. Köle genç: ‘Bu koyunlar benim değil’ deyince İbn Ömer: ‘Onu kurt yedi dersin’ der. Köle genç: ‘Peki ALLAH nerede?’ diye cevap verir. Bunun üzerine İbn Ömer, bu genç köleyi ve koyunları sahibinden satın alır. Sonra da genci azad eder ve aldığı koyunları ona bağışlar. İbn Ömer uzun süre boyunca gencin söylediği ‘Peki ALLAH nerede?’ cümlesini tekrarlar.” (Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 179)

* “Sufilere göre murakabe; kulun kalbiyle Yüce ALLAH’ı zikretmesinin kula galip olmasıdır. Kulun, kalben sürekli bir şekilde Yüce ALLAH’ın kendi haline muttali olduğunu bilmesi, her nefesinde Yüce ALLAH’ın cezalandırmasının şiddetinden korkması, her anda O’ndan heybete düşmesidir, murakabe.”

* Büyük velilerden Sehl-i Tüsteri anlatıyor:Küçük yaşta geceleri uyumaz namaz kılardım. Gündüzleri de oruç tutardım. Dayım Muhammed Sevvar, benim bu halimi görür ve memnun olurdu. Kendisi, zamanının büyüklerindendi. Bir gün, huzuruna varıp: “Ey alem şeyhi” dedim, “bana öyle haller oluyor ki, gönlüm belli bir şeyde karar kılmıyor, ne yapmamı emir buyurursun?“Ey Sehl!” buyurdu, “daima ALLAH ile ol! Rabbini zikret!” Sordum: “O’nu nasıl zikredeyim?” Buyurdu ki: “Uykuya dalarken, uykudan uyanınca, otururken, yürürken hep şu kelimeleri söyle: ‘ALLAH benimledir. ALLAH beni görür. ALLAH benim şahidimdir.’ Onun emri üzere ben bu kelimelere devam etmekteydim. Bunlar, bana öyle bir manevi neş’e ve zevk veriyordu ki, çok kere cezbeye tutuluyordum. Aradan bir sene geçmişti. Bir gün bana dedi ki: ‘Oğlum, sana öğrettiğim o kelimeleri sakın kabre kadar aklından çıkarma ve onlara devam et. Bir kimse Yüce ALLAH ile beraber olursa, ALLAH onun bakıcısı ve şahidi olur. Artık o kimseden Rabbine karşı bir isyan ortaya çıkmaz.”

*Bu isim özellikle emniyet ve istihbarat türü işlerle meşgul olanlar için bir çeşit İsm-i galiptir.

 

PRATİK BOYUT:

“Bu isme mazhar olmuş kişiden başka kimse kendisi ve etrafındakilerin tam olarak şuurunda ve kontrolünde değildir. (…)

Bu ilahi isim, kendisine ihsan ve yakin hediyesi verilmiş Mü’minin virdidir. Onlar ALLAH’ı göremeseler de ALLAH onları her an görmektedir. Sadece suretlerini ve hareketlerini değil, bütün düşünce ve hislerini de böyle bir kimse gizli bir mekanda bir ay boyunca bu ismi yapabildiği kadar çok zikretse kalp gözü başkalarının göremediği sırları görür. Hatta hayvanların, bitkilerin ve cansız varlıkların (Cansız gözüken şeylerin) lisanını anlayabilir.Bir kimse bir şeyi yanlış yere koymuş olsa veya kaybetse, bu ismi okumak bulmasına yardımcı olabilir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 107)

* “Hamile bayanların doğum zahmetinden kurtulmak için bu ismi çok okumaları tavsiye edilmiştir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 161)

MUCİB

TEMEL ANLAMI:

* İsteyenlerin isteklerini, dua edenlerin dualarını hikmetine en uygun olan biçimde kabul eden. Mutlaka cevap veren: “Rabbiniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin, size karşılık vereyim.” (40/Mü’min:60)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Sıkıntıda ve darda olanların imdadına yetişen: “Celalim hakkı için, Nuh Bize yalvarıp yakardı. Biz de duayı ne güzel kabul ederiz.” (37/Saffat:75)

* “Mucib’, ‘kesen’ anlamına gelir. Yani, Kendisi ile dua edenin arasını ‘kabul ile’ kesendir. Buna göre ALLAH, dua edenin duasını hemen kabul etmekte ve imdadına yetişmektedir.” (İmam Kurtubi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 283)

* “İsteyene arzu ettiği şeyi yetiştiren. Buna ALLAH’tan başkasının gücü yetmez.” (Halimi, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 225)

* “Kullarının Tevhid’le ilgili iştiyak ve dileklerine icabet eden.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 256)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Mucib” isminin gereği olarak ALLAH’ın kulların dualarına cevap vermesi o duaların aynen kabul edileceği anlamına gelmez. Çünkü insan bazen bilmeden kötü ve yanlış şeyler de isteyebilir: “İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua eder. İnsan, çok acelecidir.” (17/İsra:11) Fakat “Mucib” ismi sayesinde ALLAH bu türlü isteklere aynen cevap vermez, onları belki kulun akıl edip de isteyemediği fakat kişinin kendisi hakkında gerçekten hayırlı olan lütuflarla değiştirir ve insana onları verir. Aynen Kur’an’ın dediği gibi: “Bazen hoşlanmadığınız bir şey hakkınızda daha hayırlıdır. Ve hoşlandığınız bir şey de hakkınızda kötü olabilir. ALLAH bilir, siz bilmezsiniz.” (2/Bakara:216)

* Dua edebi konusunda Kur’an, önemli bir noktaya dikkat çeker: “Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (7/A’raf:55)

İmam Kurtubi’ye göre duada haddi aşma şu başlıklar altında toplanabilir:

1-Yüksek sesle, bağıra çağıra dua etmek.

2-Olmayacağı kesin olan şeyleri istemek.

3-Günah olan bir şey için dua etmek.

4-Uyaklı, asılsız şiirimsi ve İslam’ın onaylamayacağı kelimelerle dua etmek.

En makbul dua en içten olan duadır. Ayrıca bağıra çağıra dua etmek, riya ihtimali olduğundan ve kulluk edebine de uymadığından mekruh sayılmıştır. Dua, sessizce, adeta insan ile Rabbi arasında bir sır gibi yapılmalıdır.

* Dua edebi ve duanın kabul şartları konularında Efendimiz’in şu uyarılarının dikkatle gözönünde bulundurulması gerekir: “Dua edene istediği şey, ya bu dünyada hemen verilir ya ahirete bırakılır ya da üzerinden istediği iyilik kadar kötülük giderilir.” (Müsned); “ALLAH’a kabul edileceğinden emin olarak dua ediniz. Biliniz ki ALLAH, gaflet ve oyun içinde olan kalbin yaptığı duayı kabul etmez.” (Tirmizi)

* “Şunu bil ki, duaların kabul edilmesi bir takım şartlara bağlıdır. Bu şartların bir kısmı dua edenin durumuyla, bir kısmı dua edilen ve istenen şeylerle, bir kısmı da zaman ve mekânla ilgilidir. Duanın kabul edilmesine mani olan şeyler ise sayılamayacak kadar çoktur.” (İzz b. Abdüsselam, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 284)

* “Mucib  bir Rabbin var senin. Dualarına icabet eder, cevap verir. Yakarışlarını karşılıksız bırakmaz. Seni umursar, duyarsız davranmaz. Tabirlerimi hoş gör, adeta duygulu, duyarlı, hassas bir ilahtır Rabbimiz! Bir düşün, böyle olması da ne kadar güzel! Sen ‘Rabbim!’ dedin mi, ALLAH da manen ‘Kulum!’ diyor, seni dinliyor, sana icabet ediyor. Bu şeref yetmez mi sana?

Bu güzelliği keşfettiğim günden beri Rabbimi pek yakın hissediyorum kendime. Uzaklarda bir otorite yerine benim can dostum oldu adeta. Ona derdimi, sevincimi anlatabiliyor, kalbimin en ince hissiyatını dile getirebiliyorum. Biliyorum sesimi işitiyor, beni dinliyor, arzularımı biliyor. Sadece benimle mi ilgileniyor? Hayır! Bir karıncanın bile hal diliyle ettiği duasını cevapsız bırakmıyor.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH, 97)

* “Gizli-açık her çağrıya daima icabet etmesi ALLAH’ın şanından, yüceliğindendir. ALLAH, dua mahiyetinde akıldan geçen tek bir düşünceyi dahi asla karşılıksız bırakmaz, boşa çıkarmaz. ALLAH’tan başka duaları duyan ve onlara icabet edebilen yoktur. ALLAH, Kendisinden başka hiç kimsenin duaya icabet edemeyeceğini, insanlara yardım edemeyeceğini şöyle bildirmiştir: ‘ALLAH’tan başka yalvardıklarınız da sizler gibi kullardır. (Onların ilah olduğu iddianızda) Doğru iseniz, çağırın onları da size cevap versinler.” (7/A’raf:194) (Süleyman Bosnalı, O’nun Adıyla, 122)

* “Nur Külliyatında, ‘istidat lisanıyla (yetenek diliyle) bütün tohumlar tarafından ve ihtiyaç-ı fıtri lisanıyla (doğal ihtiyaç diliyle) bütün hayvanlar tarafından ve lisan-ı ızdırari ile (zorda kalmışlığın diliyle) bütün muztarlar (zorda kalmışlar) tarafından edilen duaların makbuliyeti’nden söz edilir.

Bu ifadeden, duanın diğer üç çeşidini de öğrenmiş bulunuyoruz: ‘İstidat lisanıyla dua’, ‘fıtri ihtiyaç lisanıyla dua’, ve ‘ızdırar lisanıyla dua’

Bütün çekirdekler, tohumlar, yumurtalar, nutfeler istidat lisanıyla dua ederek, bu istidatlarının (yeteneklerinin) potansiyel durumdan eylemsel duruma çıkmasını talep ederler. Yeryüzünde sergilenen bütün hayvan ve bitki türleri, bu dualara cevap verildiğini ilan eder ve ‘Mucib’ isminden birer tecelli taşırlar.

Fıtri ihtiyaçlarla yapılan dualara iki örnek:

Göz, görme fıtratındadır, yani yaratılışında görme vardır ve görmek için de ışığa muhtaçtır. Aynı şekilde mide hazmetme fıtratındadır ve rızka ihtiyacı vardır. İşte bu dualara cevap verilerek, güneş bir ışık kaynağı yapılırken, yeryüzü de rızıklarla doldurulmuştur.

Izdırar lisanıyla yapılan dua ise çaresizlik içinde kıvranan, tutunacak hiçbir dalı kalmayan ruhların halis bir iltica ile ALLAH’tan yardım dilemeleridir. Bunun en çarpıcı örneği, Yunus aleyhisselamın balığın karnında yaptığı duadır ve bu dua hemen kabul edilmiştir.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 115)

* “ALLAH, her duayı işitir ve kabul eder. Dualar üç türlüdür. Dil ile, fiilen, hem dil ile hem de fiilen yapılan dualar. Gayrımüslimlerin keşif ve icadları, fiilen yaptıkları dualardandır. Onlar laboratuvarda, atölyede, fabrikada, tezgahta çalışmışlar; bu emekleri fiili dua yerine geçmiş; ALLAH da bu dualarını kabul etmiş ve sanayide ilerlemelerini; pek çok keşifler ve icadlar yapmalarını nasip etmiş. Müslümanlar dil ile bol bol dua ediyorlar fakat fiil ile dua edenlerin sayısı az. En güzeli, hem dil ile hem fiili olarak yapılan dualardır. Bir çiftçi; ‘Ey rızkımı veren Kerim olan ALLAH’ım! Rızkımı arttır.’ Demenin yanısıra tarlasını en iyi şekilde sürüyor, yani yabani otlardan temizliyor, gübreliyor, tohumun kalitelisini seçebiliyor, çiftçiliğin esaslarını bilip uyguluyorsa; ALLAH onun yaptığı dil ve fiili dualarını kabul eder, en iyi ve bol mahsulü ona nasip eder. Bir hasta doktora: ‘Hastayım, bana şu ilacı ver’ dese, doktor onu muayene eder bakar ki, hastanın istediği ilaç fayda yerine zarar verecek, bir başka ilaç verir. Hasta der ki: ‘Doktor benim isteğimi kabul etmedi’ Oysa doktor onun isteğini, duasını daha güzel bir şekilde kabul etti. Aslında o hasta ilacı istemiyor. Sağlık istiyor, hastalığının geçmesini istiyor. Doktor bunu bildiği için, onun istediğini değil, derdine derman olacak ilacı verdi.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 100)

* “Yüce ALLAH, Kendisinden ne istendiğini işitir. İsteyeni ve istediği şeyi bilir, dilerse o anda verir; dilerse bir zaman sonra verir, dilerse hiç vermez.

Bazan ihtiyaçlarını ortadan kalkması için, şuna buna başvurmak niyetinde bulunan bir kulunun ihtiyaçlarını, onun başvurmayı düşündüğünden farklı yerlerden gönderir. Bu şekilde, o kulunu isteme zilletinden korur. Bazen de bir kulunun dostları, sevenleri birleşir, onun pürüzlü işlerini düzeltmek ve yoluna koymak için elbirliğiyle çalışırlar da hiçbir şeyi başaramazlar. Sonra ALLAH, o işleri başka yollarla halleder, kulunu minnet yükü altında kalmaktan kurtarır.

Kısacası, ALLAH’ın her kuluna ayrı bir muamelesi vardır. Kula yaraşan istemektir. Ondan sonra kendi hakkında, Hak’dan ne muamele ortaya çıkarsa, ona memnunlukla razı ve teslim olmaktır.” (A.Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, 127)

* “Avam; para, pul, karı, koca, apartman ister. Havas (seçkinler); parayı, sevap yapıp fakirlere dağıtmak için, ilmi öğretmek için ister. Hassu’l-havass yani tevhid ehli bilir ki, kaza ve kaderin sırları vardır. (Hak eğer nasip ettiyse o iş muhakkak olur. Nasip etmediyse kul ne kadar isterse olmaz. Onlar her namazı dua etmeden, sadece şükürle bitirirler. Burada bir incelik vardır. Birisine bir lira harçlık verseniz size teşekkür eder. Ertesi gün siz bir şey vermeden teşekkür eder, dua eder. Hemen kerem eliniz cebinize gider. Yine verirsiniz. Bu, onun şükrünü istemek demektir. Cenab-ı ALLAH, Kendi ululuğu oranında vericidir.” (M.Nusret Tura, O’nun Güzel isimleri, 97)  

* “İslam bilginleri, duaların kabul edilmesinde, dua edilirken yaşanan şuur yoğunluğunun önemine dikkat çekmişlerdir. Böyle bir durumda ALLAH, insan şuurunun yoğunlaştığı tek konu olur. Kulun zihninden O’nun dışındaki bütün ilgi ve istekler silinir. Kur’an bu durumu, kişinin ‘dini ALLAH’a has kılması’ olarak tanımlamaktadır. Fahreddin er-Razi, bu ismin kula yansıttığı görevin: ‘Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, ALLAH’a ve Rasuü’ne uyun! Ve bilin ki ALLAH, insan ile onun kalbi arasına girer! (İsterse arzusunu gerçekleştirmesini önler). Ve siz mutlaka O’nun huzurunda toplanacaksınız.’ ayetinde özetlendiğini belirtmektedir.” (Metin Yurdagür, Esma-i Hüsna, 163)

* “O, Kendisine dua etmeden önce kulunun duasını kabul eder ve ona hak ettiğinden fazlasını verir. (…) Dua, ‘Ey ALLAH!’ tarzında bir seslenişten ibarettir. Fakat bu seslenişe ‘Lebbeyk/Buyrun’ diye karşılık verilmesi, dua eden herkes için öncelikle Hak tarafından gelir; bunun ardından olacak şeyler ise, duanın dışındadır.

Dua ve seslenişin ardından kulun söylediği ihtiyaçlar ise, aklına gelen ve dua etmesine neden olan şeylerdir; duaya karşılık veren bu talep edilen şeyleri vermeyi taahhüt etmez; dilerse verir, dilerse vermez.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 139,140)  

 

PRATİK BOYUT:

* “Mucib” Kur’an’ın sadece bir ayetinde ALLAH’ın ismi olarak geçer: “Ondan bağışlanma dileyin (geçmiş günahlarınız için). Sonra da Ona tevbe edin (gelecek günahlarınız için). Çünkü Rabbim (kullarına) yakındır, Mucib’dir.” (11/Hud:61) Bu ayetteki vurguya dikkat ettiğimizde görürüz ki, “Mucib” ismi özellikle günahların bağışlanması ve insandaki günah işleme yeteneğinin düzeltilmesi açısından işlevseldir.

* Mü’min, Mucib isminin hürmetine kendisine yapılan davetlere ve kendisinden yapılan isteklere bütün gayretiyle olumlu cevap vermeli hele cimrilik ve kibir gibi sebeplerle bunları reddetmemelidir.

* Mucib isminin zikrine devam eden kişinin bütün hayırlı dualarının ALLAH tarafından kabul edileceği umulur.

* “Abdülmucib’ (Mucib olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki, Ahkaf Suresi’nde (31. Ayet) geçtiği şekliyle ALLAH’ın çağrısını işittiği zaman icabet edendir: ‘Ey halkımız! ALLAH’a davet edene uyun ve ona iman edin.”

Kul bu daveti kabul ettiğinde ALLAH da onun davetine uyar. ‘Mucib’ sıfatı işte o zaman kulda da kendini gösterir. ‘Abdülmucib’ davet edince herkes icabet edip gelir; çünkü o, ALLAH’a icabet etmiştir, böylece de herkes ona icabet eder. yüce ALLAH bunu Bakara Suresi’nde (186. ayet) teyit etmektedir: ‘Eğer kullarım Beni senden sorarlarsa, bilsinler ki Ben çok yakınım. Bana dua ettiğinde dua edenin duasına cevap veririm. O halde onlar da Benim emrime uysunlar ve bana iman etsinler ki doğru yola gidebilsinler.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 108)

* “Bu ismin zikredilmesi onu zikredenin gıybetinin edilmesinin ve aleyhindeki iftiraların önünü alabilir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 108)

VASİ

TEMEL ANLAMI:

* Yaratılarının kendilerini ve onlara sunduğu nimetlerini, hikmeti ve rahmeti gerektirdiği zaman sonsuz iradesi ve kudretiyle istediği kadar genişletendir.

* İlmi, her şeyi ve her türlü bilgiyi kapsayan, olanı da olmayanı da bilen.

* “Zatı, isimleri, vasıfları, fiilleri ve eserleri sınırlandırılamayan.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 258)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Dilediklerini rahmetiyle çepeçevre kuşatan: “Rahmetim ise herşeyi kaplamıştır. Onu, Bana karşı saygıyla dopdolu olup, günahtan sakınanlara (muttakiler), zekatı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım.” (7/A’raf:156)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Vasi” nin sözlük anlamı “genişleten” dir.

* “Vasi”, Kur’an’da dokuz yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

* Bu isim Kur’an’da, bilimsel bir mucize örneği olarak, kainatın genişlemekte oluşundan söz eden ayette geçmektedir: “Göğü gücümüzle Biz kurduk. Şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.” (51/Zariyat:47)

* “ALLAH’ın kainata koyduğu kanunların hepsinde ‘Vasi’ ismi tecelli eder. Canlıların yaşaması için yaratılan cihazların hepsi de ‘Vasi’ ismini yansıtır.

Şöyle ki: ALLAH yarattığı tüm varlıkların istisnasız rızıklarını da yaratmıştır. Yaşamaları için onlara lazım olan ağız, burun, göz, kulak gibi temel cihazları da, ihtiyaçlarına göre yaratıp her varlığa ayrı ayrı takmıştır. Bu genelleme ve kapsamlılık, ALLAH’ın ‘Vasi’ isminin tecellisindendir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 167)

* “Vasi ayrıca ALLAH’ın tahammülünün sonsuzluğu olarak ta yorumlanmıştır. Hakk Teala’nın hoşgörü ve af ummanının genişliği içinde insanlığın yanlışları ve günahları ancak birer çöp hükmündedir.

‘Vasi’ye bir işaret de O’nun mahlukatının sonsuz çeşitliliğindedir. İnsanlara bir bakın; hepimiz aynı unsurlardan yaratıldığımız halde hiçbir iki yüz veya hiçbir iki ses tam bir ayniyet arzetmez. Her zerreyi kapsamına alan Hakk’ın vasiliği, aramızda bulunan ve kendilerinden birçok insanın istifade ettiği ehl-i ilimde; alemin dört köşesinde muhtaçlara el uzatan servet sahibi cömertlerde; ayrıca köşe bucağa uzanan adalet hisleriyle büyük bir güven temin eden ve merhamet, nezaket, letafet ve sabır abidesi olan insanlarda da zuhur eder. insanda bulunan diğer tüm şartsız ve sınırsız güzel sıfatlar hep ‘Vasi’nin yansımalarıdır. (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 109)

 

PRATİK BOYUT:

* Kul bu ismin zikrini yapar ve ALLAH tarafından kabul edilirse darlık ve sıkıntıdan ferahlığa, yokluktan varlığa, esaretten hürriyete kavuşur.

* “Abdülvasi  (Vasi olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki, onda her şeyin içkin olduğu bir hikmet ve irfan vardır. Varlığı insan oğlunun yükselme emelinde olduğu bütün mertebeleri içerir. O da (kendi yeteneğince) öyle bir enginliğe ermiştir ki hiçbir kısıtlama onu sınırlayamaz.

Taşıyamadıklarını hissettikleri, büyük iş yükleri ve sorumlulukların altında olanlar bu ism-i şerifi zikre müdavim olurlarsa bir kuvvet ve hafifleme bulabilirler.

Haset ve intikam illetlerine tutulanlar bu ismin zikrinde aradıkları şifayı bulabilirler.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 109)

HAKİM

TEMEL ANLAMI:

* Her şeyi olduğu gibi, gerçek haliyle bilen: “Şüphesiz her şeyi bilen ve sonsuz hikmet sahibi ancak Sensin.” (2/Bakara:32)

* “Her şeyin en iyi yönünü en üstün bir ilimle bilen.” (İmam Gazali, Akt: Metin Yurdagür, Esma-i Hüsna, 165)

* “Hakîm’, hükmünde ve yönetiminde yanılmayandır; yahut peygamber göndermek dahil bütün fiillerinde uygun olanı yapan, hiçbir hatası olmayıp daima isabet edendir.” (İmam Matüridi, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 181)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* Hükümlerini tam bir isabetle veren.

* Gerekeni, en güzel ve en yararlı biçimde yerine getiren.

* “Hakîm’ her şeyi kendi yerine indiren ve yerli yerine yerleştiren demektir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 144)

* “Doğru olandan başkasını söylemeyen ve yapmayan.” (Halimi, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da luhiyyet, 177)

* “Gazzali, ‘Hakîm’i, ‘varlıkların en yücesini, en üstün ilim ile bilen’ şeklinde tanımlamış, ‘varlıkların en yücesi’ ile zat-ı ilahiyeyi, ‘en üstün ilim’ ile de ezeli, ebedi olan ve gerçek ilimlerle uyum halinde bulunan ilahi ilmi kastettiğini söylemiştir. Buna göre ‘Hakîm’, kendini bilen demek olur.” (Bekir Topaloğlu, DİA-15, 181)

* “Ebu Süleyman el-Hattabi ‘Hakîm’in fiili yönüne ağırlık vermiş ve bu ismin manasını, ‘nesneleri ölçülü yaratan, kendilerine has fonksiyonları kusursuz bir şekilde yerine getirmelerinin yöntemini kuran’ şeklinde belirlemiştir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-15, 181)

* “Hikmeti, takdirinin önünde olan.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 255)

* “Alimler, ALLAH’a dayandırılan hikmet için ilim ve amelde yani fiilde erginliğin doruk noktasında bulunmayı temel anlam olarak kabul etmişlerdir. Buna göre ‘Hakîm’in bir manası, ‘bütün nesneleri ve olayları en üstün ilimle bilen’, diğeri de ‘bütün tabiat nesnelerini ahenkli, sağlam ve sanatkarane yaratıp sürdüren’ şeklinde ifade edilebilir.”(Bekir Topaloğlu, DİA-15, 181)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Bütün sözleri ve fiilleri adalete, ilme ve teenniye (hilm) uygun olan.” (Halil b. Ahmed, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 181)

* ‘Hâkim’, zulmü önleyen; ‘Hakîm’, saçmalığı ve yanlışlığı önleyendir.

* “Hakîm” Kur’an’da 91 yerde ALLAH’ın ismi olarak geçer.

* “Kelam alimleriyle esma-i hüsna şarihleri, ‘Hakîm’in ‘ilimde ve fiilde kemal’ şeklinde ifade edilebilecek temel anlamından hareket etmiş, bazıları ilimdeki hikmete, bazıları da fiildeki hikmete ağırlık vermiştir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-15, 181)

* “Dünya hayatı ALLAH’ın ‘Hakîm’ isminin tecelli yeridir. Ahirette ise, doğrudan doğruya ilahi kudret tecelli eder. Bu sebeple dünya ‘darü’l-hikmet’, ahiret ‘darü’l-kudret’tir denilmiştir.

Dünyada ALLAH’ın kudreti doğrudan ortaya çıkmaz. İlahi kudrete sebepler, perde edilmiştir. Dolayısıyla ALLAH’tan bir şeyin olmasını dileyen kimselerin, sadece O’nun kudretine dayanmaları yeterli değildir. ALLAH’ın kainata koyduğu sebeplere de riayet etmeleri, eşyaya konulmuş hikmet kanunlarına boyun eğmeleri de şarttır. Aksi takdirde başarı elde etmek mümkün değildir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 169)

* “ALLAH’ın sana haram kıldıklarına bir bak; her biri ayrı bir musibettir! ALLAH bu musibetleri, felaketleri yaratmıştır ve O helal ile beraber haramı da yaratandır. Ama haramı yasaklamış, helale de izin vermiştir. O, ayrıca sana itaat etme kuvvetini ve itaatsizliğe meyletme zaafını da verendir. Seni tercihinde serbest bırakmıştır. Bu imtihan sırrı senin imanlı veya imansız oluşunu O’na göstermek için değildir; ALLAH senin her şeyini daha seni yaratmadan evvel biliyordu! İmtihan, sen ve etrafındakiler içindir; imtihanla hem sen kendini bilirsin hem de etrafındakiler seni bilirler.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 110)

* “Bir kul ibadet amacıyla, Yüce ALLAH’ın sonsuz hikmet deryalarını düşünür, sezebildiği kadar görür, görebildiği kadar imanı kuvvetlenir, parlaklığı artar. Mesela, vücudumuzun devamı için alacağımız gıda girişiyle, vücudumuza zararlı maddeleri atacağımız çıkış yerinin yaradılış tarzını düşünmek bile insanı: ‘Ya Rabbi! Ne büyüksün, ne ‘Hakîm’sin!’ demeğe mecbur eder. öyle ya evvelkisi gözlerimize ve burnumuza yakın yaratılmıştır. Çünkü yemeğin nefasetini görelim, duyalım, iştahımız artsın. Bir de eğer yemekte zararlı bir madde varsa veya ekşimiş ise atalım. Fakat iğrendiğimiz dışkıların çıkışı da duyu organlarımıza mümkün olduğu kadar uzak yaratılmıştır.” (A. Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, 133)

* Hikmet, görünürdeki sebeplerin ötesindeki gerçek ve derin sebep; yaratılmışların hayrına ve yararına olan şey.

* “Hikmet; zamanla, mekanla değişmeyen hükümlerdir.” (Nurettin Ünal, Esma-ül Hüsna, 105)

* “Hikmet, varlıkların gerçekliklerini bilip, gereğince amel etmek demektir. ALLAH için hikmet, O’nun varlıkları bilmesidir. İnsanlar için hikmet, ALLAH’ı tanıyıp hayırlar işlemektir. Hikmet, ilahi gerçekliğin sırlarının ilmidir. İlim ve akıl sayesinde gerçeğe isabet etmek demektir. Eşyayı son derece sağlam yaratmaktır.” (Ragıb el-İsfahani, Akt: Süleyman Bosnalı, O’nun Adıyla, 124)

* “Hikmet, bir şeyi yapanın onu ne için yaptığıyla ilgilidir. Yani hikmet, yapanın yapma amacıyla ilgili bir kavramdır. Dolayısıyla bir amaç için yapmayan kimse hakkında hikmet düşünülemez. Hikmeti kabul etmeyen, ALLAH’a tam anlamıyla hamd edemez, O’nu eksikliklerden münezzeh tutamaz.” (İbn Kayyım, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon,111)

* “Yüce ALLAH’ın hiçbir işi hikmetsiz ve faydasız değildir. Fakat gerek emir ve yasaklarındaki, gerek işlerindeki hikmet ve faydaların gayesi, kainatın düzeni ve belirlenmiş olan zamana kadar devamıdır. Yoksa Kendi Zatına ait hiçbir menfaat değildir. Çünkü ALLAH’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve hiçbir beklediği de yoktur.” (A. Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, 132)

* “Arifin varabildiği son nokta cehaletiyle şunu öğrenmesidir: Varlıkta ortaya çıkıp, gerçekleşen her şey, ilahi hikmetin avucundadır ve o, ‘Hakîm’ ve Kadîr’in mertebesinden doğmaktadır.

* İşte bu bilgi, kişiyi sürekli ferahlatmak ve hoşnut etmenin yanı sıra, nimetlerin ona gelişini hızlandıran bir etkendir. Tevekkül ve işleri Hakk’a havale etme de, buna dayanır.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 145)

 

PRATİK BOYUT:

* “İlim ve hikmet sahibi olmak, uzağı görmek ve hikmetli iş yapmak isteyenler, ‘Hakîm’ ismini bol miktarda çekerler.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 170)

* “Abdülhakîm’ (Hakîm olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki, yaratılışın sebeplerinin sırları kendisine gösterilir. Her bir yaratılmışın yaratılış sırrına vakıf olduğunda onlara olan davranış ve hareketleri hep o ilme uygun düşer. Bir şeyin yaratılış gayesinden saptığını gördüğünde o sapmayı düzeltebilir.

Kendisine verilmiş olan bir görev için kendisini yetersiz bulan veyahut bütün gayretlerine rağmen yaptığı işte başarısız olan bir kimse bu ismin zikrine devam ederse işleri daha iyiye gidebilir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 111)

VEDUD

TEMEL ANLAMI:

* Bütün yarattıklarının iyiliğini isteyen ve bu amaçla onlara maddi ve manevi bağışlarda bulunan.

* Yarattıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen. Onların kalbinde Kendine ve birbirlerine karşı sevgi duygusunu yaratan: “İman edip, salih ameller işleyenler (İslam’ı yaşayanlar) için Rahman, gönüllerde bir sevgi yaratacaktır.” (19/Meryem:96); “ALLAH onları sever, onlar da ALLAH’ı severler.” (5/Maide:54)

* “Kullarını bağışlaması ile seven” (Abdullah b. Abbas, Akt: Süleyman Bosnalı, O’nun Adıyla, 125)

* “Cemalini, isimlerini ve bunların tecellileri olan yarattıklarının güzelliklerini çok seven; rahmetinin güzel meyveleriyle, söz ve fiilleriyle Kendini yaratıklarına sevdiren.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 92)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Vedud”, Kur’an’da iki yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

* “ALLAH, marifeti (bilinmesi) ile dostlar tarafından, af ve merhameti ile günahkarlar tarafından, rızık vermesiyle de bütün canlılar tarafından sevilendir.” (Fahrüddin Razi, Akt: Esmaü’l –Hüsna, Edisyon, 357)

* Hz. Muhammed (O’na binler selam): “ALLAH bir kulunu sevdiği zaman Cebrail’e: ‘Ben falan kulumu seviyorum, sen de sev!’ der. Ve Cebrail onu sever. Sonra da göklere seslenir: ‘ALLAH, falan kimseyi seviyor, siz de sevin!’ Bunun üzerine bütün melekler onu sever. Ve sonra o kul yeryüzünde de herkes tarafından sevilir. ALLAH bir kulundan nefret ettiği zaman Cebrail’e şöyle der: ‘Ben falan kulumdan nefret ediyorum, sen de nefret et!’ Cebrail de ondan nefret etmeye başlar. Sonra da göklere seslenir: ‘ALLAH falandan nefret ediyor, siz de nefret edin’ Ve bütün melekler ondan nefret etmeye başlar. Ve en sonunda yeryüzündeki bütün varlıklar da ondan nefret eder hale gelirler.” (Müslim)

* “Bir kudsi hadisde: ‘Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim ve varlıkları yarattım’ buyurulur. Nur Müellifi: “Muhabbet şu kainatın bir sebeb-i vücududur.” buyurmakla bu gerçeğe işaret eder. Yani Cenab-ı Hak, isimlerinin tecelli etmesini dilemiş ve bu alemi yaratmıştır.

Muhyiddin-i Arabi Hazretleri: ‘Rahmetim gazabımı geçti’ kudsi hadisini şöyle tefsir ve Te’vil eder: ‘ALLAH, dileseydi bütün isimlerini tecellisiz bırakırdı. Zatı, bütün bu tecellilere muhtaç bulunmaktan yücedir. Ama o isimler tecelli etmek ve eserlerini göstermek isterler. İşte Cenab-ı Hak, esmayı hüsnasına rahmetle nazar etmiş, onları tecellisiz bırakmamak için bu alemi yaratmıştır.’

Kendi isimlerini, algılayabilmekten aciz bulunduğumuz bir sevgi ile seven ALLAH, onların tecellisine hizmet eden yaratıklarını da sever.İşte bu sevgi ‘Vedud’ isminden gelmektedir.ALLAH her bir eserini sevmekle birlikte, bu sevgi ve merhametin odak noktası, en mükemmel eser olan insandır. Çünkü bütün ilahi isimlerin aynası, tecelli yeri odur.

ALLAH’a inanan, ilahi isimleri okuyan, onların tecellilerinden en büyük ölçüde yararlanmaya çalışan Mü’minler, arif ve alim kişiler, ALLAH’ın sevgisine daha fazla ulaşırlar. Onların en seçkin özellikleri, kalplerinde ALLAH sevgisinin hakim olmasıdır.

Bir kulun kalbi, ilahi sevgiyle ne ölçüde dolup taşarsa, ALLAH da o kulunu diğer kullarına oranla o kadar fazla sever. O mutlu kul, böylece ‘Vedud’ ismine parlak bir ayna olur.

Nur Külliyatından harika bir tespit: “İnsan kainatın en cami bir meyvesi olduğu için kainatı istila edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete layık olacak nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir. ” (İnsan, evrenin en kapsamlı meyvesi olduğu için, bütün evreni kaplayabilecek bir sevgi, o meyvenin çekirdeği olan kalbine yerleştirilmiştir. İşte şöyle sonsuz bir sevgiye layık olacak, sonsuz bir mükemmellik sahibi olabilir.) (Sözler) 

Bu şerefli isim için kaydettiğimiz manalardan birisi, ‘yarattıklarını seven ve onların hayrını isteyen’, şeklinde idi. Bu manaya göre, bir kul diğer insanlara ve hatta hayvanlara ve bitkilere, rahmet gözüyle baktığı, onları ALLAH için sevdiği ve onlara yardım ettiği ölçüde ‘Vedud’ isminden ayrı bir feyiz alır.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 122)

* “Kulun kalbindeki ALLAH sevgisinin bütün sevgileri geçmesi, bütün sevgilere baskın gelmesi ve diğer sevgilerin hepsinin de O’nun sevgisine bağlı olması gerekir. ALLAH sevgisi bütün amellerin ruhudur. Gizli ve açık bütün kulluk davranışları ALLAH sevgisinden kaynaklanır. Kulun Rabbini sevmesi ALLAH’ın bir lütfu ve ihsanıdır. Kulu gücü ve yeteneği sebebiyle değildir. Yüce ALLAH kulunu sever ve kulunun kalbine de bir sevgi yerleştirir. Sonra ALLAH’ın yardımıyla kul Rabbini sevince, ALLAH da onu bir başkasının sevgisiyle ödüllendirir. Gerçekte bu tam bir ihsandır. Çünkü sebep de O’dur, sebep olunan da O’dur. Seven de O’dur, sevdiren ve sevilen de O’dur. Bundan maksad karşılıklı sevgi değildir. Bu ancak ALLAH’ın, şükreden kullarını, onların şükürleri sebebiyle sevmesidir. Bunların hepsi de kulun çıkarı ve iyiliği içindir.” (İbn Kayyım, Akt: Şahver Çelikoğlu, el-Esmaü’l-Hüsna-4, 50)

* “Bu isim, Kur’an-ı Kerim’de ‘Gafur’ (Bağışlayan) ve ‘Rahim’ (Merhamet Eden) isimleriyle birlikte kullanılmıştır. Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: ‘O, Gafur’dur, Vedud’dur.’ (85/Buruc:14); ‘Şüphesiz Rabb’im Rahim’dir, Vedud’dur.’ (11/Hud:90)

Burada ince bir anlam ve sır bulunmaktadır. O da Yüce ALLAH tevbe eden kullarını sever ve buna karşılık günahlarını bağışlar. ALLAH günahlarını bağışladıktan sonra kullarını daha çok sever. Zira onları günah kirlerinden temizleyip arındırmıştır. Yüce ALLAH şöyle buyurur: ‘Şüphesiz ALLAH tevbe edenleri de sever temizlenenleri de.’ (2/Bakara:222) Dolayısıyla tevbe edenler, ALLAH’ın sevdiği kullardır.” (İbn Kayyım, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 359)

* “Vedud’ ismi, ‘Gafur’ (Bağışlayan) ismi ile ‘Rahim’ (Merhamet Eden) ismine daha yakın bir anlam ifade eder fakat aralarında fark vardır. Örneğin, kişi kendisine kötülük eden kimseyi bağışlar da, fakat onu sevmeyebilir. Yine sevmediği kimseye merhamet etmeyebilir de. Yüce ALLAH ise, Kendisine tevbe eden kulunu bağışlar, ona merhamet eder ve her şeye rağmen onu sever. Çünkü O, tevbe eden kimseleri sever.” (İbn Kayyım, Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 600)

* Bütün insani sevgi ve aşkların kaynağı bu isimdir.

* Bu ismin “Rahim” isminden farkı, Rahim, merhamet edip, acıyarak veren; Vedud ise sevdiğinden ötürü verendir. O’nun kullarına olan lutufları her iki isimden de ayrı ayrı olabilir.

* Manevi/ilmi açıdan aşama kaydetmiş daha seçkin kişiliklere gelince… “Ehl-i Sünnet mezhebinden olan ariflerin yolu böyle değildir. Onlar derler ki: ‘Sevgi, gerçek anlamıyla, Yüce ALLAH’ın Zat’ına dönüktür. Manevi olgunluğa ulaşmış Mü’min için uygun olan, O’nu Zat’ı için sevmesidir. O’nun verdiği nimet ve hediyelere sevgi duymak (ya da o nimet ve hediyeleri verdiğinden ötürü O’na sevgi duymak) noksan bir derecedir. (…)

ALLAH’ı tanımaktan (marifetullah) gelen, itaat içindeki, ölçülü bir sevgi her Mü’min için mümkün hatta gerçektir ve imanın gereklerindendir. İnsanlar bu yolda yakînlerinin (bilgi ve kavrayışlarının) durumuna göre farklılık oluştururlar. Müfessir Alusi’ye göre: ‘Hal böyle olunca, kulun ALLAH’a sevgisini, sözlükteki gerçekte anlamıyla tefsir etmek vacib (zorunlu) olur. ALLAH’a itaat ise sevginin sonucudur, fakat ondan başka bir şeydir.’ Kıyamet hakkında soran bir adama Resulullah onun için ne hazırladığı sorusuyla karşılık vermiş, adam: ‘Namaz, oruç, sadaka olarak pek bir şey hazırlamadım. Ancak ALLAH’ı ve Resulunü severim’ demişti. O da cevabında: ‘Kişi, sevdiğiyle beraberdir’ buyurmuştu. (Müslim) Bu da gösteriyor ki itaat ile sevgi –birbirini gerektirmelerine rağmen- ayrı şeylerdir.

ALLAH’ın kula olan sevgisini Kur’an’ın isbat yani kabul ettiğini görmüştük. Bu sabit olmakla birlikte, kavranması güç olan şeylerdendir. ‘ALLAH’ın kullarına olan sevgisi ise, niteliği bizce meçhul, Yüce ALLAH’ın Kendisine ait bir sıfatıdır. İnsan düşüncesi onu kavrayamaz.’ (Alusi) Gazzali, kulun ALLAH’a olan sevgisini, gerçek anlamıyla kabul eder fakat ALLAH’ın kuluna olan sevgisinin, bu anlamda olmadığını söyler. İfade güçlüğü sebebiyle, ALLAH’a ait sıfatların beşeri deyimlerle bildirilmiş olduğu üzerinde durur. (…)

Şimdiye kadar anlattıklarımızı özetleyecek olursak: Kur’an’a göre insan Rabbini mecazen değil, gerçekten sevebilir. Bu sevgi, ALLAH’ın fiillerinin, isimlerinin, sıfatlarının, Zat’ının mükemmelliğini bilmekten kaynaklanan saf, nezih, taşkınlıktan uzak, kulluğun ve Uluhiyyetin sınırlarını tanıyan, ALLAH’ın iradesini gerçekleştiren, O’na itaati arttıran bir sevgidir. Bu sevgide, ALLAH’ın dünya hayatında kendisine ve öteki yaratıklarına olan lütuf ve ihsanının, aynı şekilde ahiret hayatında beklediği ebedi mutlululğun rolü olsa da, Rabbini bunlardan ayrı olarak Zatı için sever. Çünkü mükemmellik zatı için sevilir. Öbür yandan ALLAH da kulunu sever, bu O’nun bir vasfıdır. Ancak O’nun sevgisi, kulların bildiği sevgiye benzemez. Uluhiyyetin şanına yaraşan, niteliğini bilemeyeceğimiz bir özelliğidir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 163,164,165)   

 

PRATİK BOYUT:

* Bir Mü’min’e verilebilecek bütün lütufların en büyükleri ALLAH’ı bilmek (Marifetullah) ve ALLAH’ı sevmektir (Muhabbetullah). ALLAH sevgisine ulaşmak için Efendimiz şu veciz duayı tavsiye etmiştir: “ALLAH’ım! Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve beni Senin sevgine yaklaştıracak şeyleri sevmeyi bana nasip et! Senin sevgini bana sıcak bir günde soğuk sudan daha sevimli kıl!” (Tirmizi)

* “De ki: ‘Eğer ALLAH’ı seviyorsanız bana uyun ki ALLAH da sizi sevsin. Ve günahlarınızı bağışlasın.” (3/Al-i İmran:31) Demek ki ALLAH’a inanan nezdinde O’nu sevmek asıl fıtratı oluşturur. Fıtratta olan bu sevgiye seslenilerek, ALLAH’ın da kendilerini sevmesi için uymaları gereken yola, böylece irşad olunuyorlar. Öte yandan bu ayette ‘sevmek ve bağışlamak’ kavramlarının ilişkisindan anlaşılıyor ki, ALLAH’ın bağışlaması da, kula olan sevgisinden ileri gelir. Normal olarak sevmeyen bağışlamaz. (…)

Kur’an, kimi kişilik özelliklerini imanın gereği sayar ki, bunlar ister istemez sevgiyi içerir. Bunlardan biri ‘rıza’dır. Kul, Rabbinden razı olacaktır. Rıza, şunları gerektirir: Kul için en sevdiği varlık, ALLAH olacaktır. Çünkü bütün öbür şeyleri sevip sevmemesini belirleyen kıstas, ALLAH’ın onları sevip sevmemesidir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 161)

* ALLAH bir kudsi hadiste kulun kendisini O’na nasıl sevdirebileceğini ve bu sevginin sonucunda neler kazanabileceğini şöyle anlatmaktadır: “Hiçbir kulum ona farz kıldığım amel ve ibadetlerden daha sevimli bir şeyle Bana yaklaşamamıştır. Kulum Bana nafile ibadetlerle de durmadan yaklaşır ve en sonunda onu severim. Öyle ki artık o kulumun işiteceği kulağı, göreceği gözü, kavrayacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum. Benden bir şey dilerse onu verir, Bana sığınırsa onu korurum.” (Buhari)

* Hz. Muhammed (O’na binler selam): “Kim kalbini ALLAH’a bağlarsa, ALLAH, Mü’minlerin kalbinde, onun için bir sevgi ve merhamet yaratır. Herkes onu sever. ALLAH, hayırlı olan her şeyi, ona hızla yaklaştırır.” (Taberani)

* “Kulun Rabbini sevmesi, Rabb’in iki sevgisiyle kuşatılmıştır. Bu sevgilerin ilki, kulun Rabb’ini sevmesinden önce gerçekleşir. Kul, bu sevgi ile Rabb’ini sevmeye başlar. İkincisi ise, kulun seçkin ve samimi kullardan olmasını sağlayan sevgiye karşılık ALLAH’ın kulunu sevmesidir. Bu sevgi, ALLAH’ın kuluna bir teşekkürü sayılır. Kulun Rabb’inin sevgisini kazanacağı sebeplerin en büyüğü ve en önemlisi, ALLAH’ı çokça zikretmek, O’na hamd ve sena etmek, daima O’na yönelmek, O’na dayanmak, farz ve nafile ibadetlerle O’na yaklaşmaya çalışmak, bütün söz ve fiillerde samimiyet ve içtenliği gerçekleştirmek, gizli ve açık hallerde Hz. Peygamber’e tabi olmaktır. Yüce ALLAH bu gerçeği şöyle ifade eder: ‘De ki: ‘Eğer ALLAH’ı seviyorsanız bana uyun ki ALLAH da sizi sevsin.” (3/Al-i İmran:31) (Kahtani, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 358)

* “Birçok veli, bu şerefli ismin ‘İsm-i A’zam’ olduğunu söylemişlerdir. Gerçeği arayanlar, emirleri sevgi keyifle yerine getirerek ALLAH’ın salih kullarından olmak isteyenler bu ismi sıkça zikretmelidir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 114)

* Sevgisinde hayır ve selamet bulunan ve haram olmayan bir şeye karşı sevgi duymak isteyen ya da o şeyin kendisine karşı sevgi duymasını isteyen Mü’minler bu ismin zikrini vird haline getirmelidir.

* Aralarında soğukluk bulunan iki kişinin tekrar birbirleriyle dost hale gelmeleri için “Ya ALLAH ya Vedud” diye zikir yapılabilir.

* “Vedud” ismine ayna olanlar ALLAH ve hayırlı insanlar tarafından sevilen ve ALLAH ile O’nun salih kullarına karşı sevgi besleyenlerdir. Bu ismin tecellisine araç olanlar ise özellikle ALLAH’ı kullarına sevdirmek için gayret gösterenlerdir. Böyle bir şeref bu dünyada ulaşılabilecek gerçek yüceliklerin en uç noktalarından birini oluşturur. ALLAH’ın kullarına sevdirilmesi işinin başlangıcı oluşturan ve manevi/ilmi anlamda henüz ilk aşamada bulunan insanlara uygun olan metodu ise O’nu, nimetlerini anlatarak sevdirmeye çalışmaktır.

MECİD/MACİD

TEMEL ANLAMI:

 

*Kendi varlığı ve yaptığı her şey sonsuz derecede şerefli olan, her türlü övgüye layık bulunan: “O, Arş’ın Sahibidir, Mecid’dir.” (85/Buruc:15)

*“Zatı yüksek (şerefli), fiilleri güzel, nimeti ve ihsanı bol olan.” (İmam Gazali, Akt: Esma-i Hüsna, Abdülaziz Hatip, 233)

*“Mecid’, şeref ile nitelenmiş herkesin üzerinde sahip olduğu şeref ile övülen demektir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 148)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“Yetkinliğin karşıtı olan her türlü nitelikten münezzeh, lütuf ve ikramı bol” (Bekir Topaloğlu, DİA-28, 238)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*“Mecid” Kur’an’ın iki ayetinde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

*“ALLAH’ın Zatı en yücedir. Bütün fiilleri güzeldir. Bağışı, ikramı ve ihsanı pek boldur. Zatın yüceliği ile fiillerin güzelliği bir araya geldiğinde ‘Mecid’ ortaya çıkar. Her ikisi de ALLAH da bulunduğu için O, Macid’dir. Fakat ‘Mecid’, mübalağa ifade ettiği için Mâcid’den daha geniş anlamlıdır.” (İmam Gazali, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 302)

*“Genellikle alimler, ‘Mecid’ ismini Yüce ALLAH’ın Zat’ına ve sıfatlarına yönelik olmak üzere iki açıdan yorumlamışlardır. Zat’a yönelik yorum O’nu acz ve eksiklikten, yani yaratılmışlık özelliklerinden uzak ve münezzeh tutmayı, fiillerine yönelik yorum da lütuf ve ihsanının çok olduğunu belirtmeyi amaçlamıştır. Bunların ikisi de Zat-ı İlahiye’yi yetkin sıfatlarla niteleme noktasında birleşir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-28, 238)

*“Mecid’in manasında iki unsur vardır. Bir tanesi Zatını her türlü Kendisine ulaşma teşebbüsünün üzerinde ve ötesinde kılan izzet ve kudretidir, bu izzet ve kudretten dolayı Kendisinden çekinilir ve Kendisine hürmet gösterilir. Bir diğeri de güzel fiil ve sıfatlarında göründüğü üzere O’nun şan ve şerefidir, bunun için de hamd edilip sevilir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 115)

*“Halimi’ye göre bir kimseye ‘Mecid’ denmesi için şu iki unsurun bir arada bulunması gerekir: Ulaşılamayacak bir izzet ve şevketi olacak, fakat bu şevketinin yanında güzel özellikleri ve fiilleri de bulunacaktır. Yüce ALLAH, Kendisine erişilmekten münezzehtir; bununla beraber ihsan eden ve nimet veren, fazl ve lütuf sahibidir ki insan nimetlerini saymaktan acizdir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 169)

* “Bilinmelidir ki: Bu isim, ‘şeref’, ‘yücelik’ ve niteleyen herkesin nitelemesinden, herkesin teşbihinden ve tenzih eden herkesin tenzihinden daha ‘yüce olmak’ anlamlarına sahiptir. Çünkü Hakk’ı niteleyen herkes, belirli bir özellik ile kalır; Hak ise, Kendisini o özellikten tenzih eder.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 148)

*“Abdülkerim el-Kuşeyri, ALLAH’ın insanlara lütfettiği, fakat çok kimsenin farkına varmadığı nimetlerden birinin de inanmışların kalplerini o hal üzere devam ettirip, hayatlarında geçirdikleri zamanları bozucu unsurlardan arındırması olduğunu belirtir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-28, 238)

*“Yüce ALLAH’ın dost edindiği kullarına kerem ve iyilikleri ifadeye sığmaz, ölçüye gelmez. Mesela: Onları temiz ahlak sahibi olmakta, iyi işler yapmakta başarılı kıldıktan ayrı olarak; yaptıkları o güzel işleri, kazandıkları seçkin vasıfları sebebiyle onları över, sitayişlerde bulunur. Kusurlarını affeder, kötülüklerini yok eder.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 224)

*“İnsanlar arasında sevgi ve saygıyla anılan, övgüyle bahsedilen, şeref ve onurla hatırlanan tüm insanlar, ALLAH’ın ‘Mecid’ ismine mazhar (ayna) olmuş kişilerdir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 180)

*“Ebu Zer diyor ki: ‘ALLAH Rasulüne sordum: İhlaslı olarak yaptığı ameller nedeniyle insanların kendisini sevdiği ve övdüğü kimseler hakkında ne buyurursunuz?’ O, şöyle cevap verdi: ‘Böyle bir sevgi ve övgü (ahirette göreceği büyük mükafatlar için) Mü’mine verilen büyük bir müjdedir.” (İbn-i Mace)

 

PRATİK BOYUT:

* “Kulların amellerinin kendilerine döneceği sabit olduğuna göre, bu durumda Hakk’ı övdükleri ‘Mecd’in de kullara dönmesi gerekir. Buna göre kul, Hakk’ı takdis etmekle ‘mukaddes’; Hakk’ı tenzih etmekle ‘münezzeh’; Hakk’ı ‘yüceltmek/temcid’ ile kendisi de ‘mümecced/yüceltilmiş’ olur.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 150)

BAİS

TEMEL ANLAMI:

*“Bais’, genel anlamıyla, mümkünleri yokluktan varlığa; varlıktan uyku ve uyanıklık halinde berzaha; berzahtan haşre gönderen demektir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 151)

*Kıyamet günü ölüleri diriltip, mezarlarından çıkartacak olan.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“ALLAH, güçleri yetmediğinde ve zayıf düştüklerinde kullarına yardım gönderen, onlara destek veren ve günahtan sonra yaptıkları tevbeyi kabul edendir.” (Fahrüddin Razi, Akt: Süleyman Bosnalı, O’nun Adıyla, 126)

*Gönüllerde saklı olanları açığa çıkaran. İnsan aklına yeni düşünceler ilham eden.

*Bu dünyada da ölü kalpleri diriltip, hidayet veren.

*Peygamber gönderen.

*Bu dünyadaki göreli ve/veya mecazi diriltme, uyandırma, tazeleme, hatırlama v.b. fiilleri gerçekleştiren. Kalplerdeki ölmüş heyecan ve duyguların dirilmesi; zihindeki unutulmuş bilgilerin hatırlanması; sonbaharda ölmüş tabiatın ilkbaharda yeniden canlanması gibi… (İmam Gazali)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*‘Bais’ ismi Kur’an’da geçmemektedir.

*“Bi’setin (diriltmenin) hakikati, bir şeye hayat vermek ve hareket etmesini sağlamaktır. Ölüleri diriltecek ve onlara hayat verecek olan, onları ilk kez var eden ve yaşamalarını sağlayan Yüce ALLAH’tır. İnsanları dinine davet etmesi için peygamberler gönderen, böylece kullarının Kendisine ibadet ve itaat etmesini sağlayan O’dur. İsrailoğullarının üzerine bazı kullarını gönderen O’dur. Kırıkları iyileştirip yeniden sağlığına kavuşturan yine O’dur. Bütün bu eylemler hareket ettirmeye ve ortaya çıkarmaya dayanmaktadır. Sadece sebepler değişmektedir.” (İbnül-Arabî, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 48)

*“Gazali, ‘Bais’ ile ‘Halık’ kavramları arasında bir bağlantının mevcud olduğunu kabul etmekle beraber özellikle ‘Ba’s’ kökünün sadece ahiret hayatındaki ikinci ve son yaratmayı ifade etmediğini, bunun yanında ilk yaratmadan sonraki bir çok yaratmanın her biri için de kullanılabileceğini belirtmiştir. Gazali, ‘…ve siz bilmediğiniz durumlarda da sizi yeniden inşa ederek yaratırız’ (56/Vakıa:61) ifadesiyle ilk ve son yaratılıştan başka yaratılışların da bulunduğuna işaret eden ayete dayanarak ‘Bais’in özellikle canlıların geçirdikleri evreleri yöneten ilahi kudretin ifadesi olduğunu vurgulamıştır. Zaten muhtelif ayetlerde insanın yaratılış merhalelerine temas edilmektedir. Mesela, Gazali’nin de tahlil ettiği, ‘Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekte şüphede iseniz…’ (22/Hac:5) diye başlayan ayette insan yaratılışının toprak-nutfe-alaka-et parçası-rahimde kalma dönemi-çocukluk-erginlik ve ihtiyarlık merhalelerine temas edilmektedir. Gazali bunlara, ‘ruh-duyuların idraki-temyiz kudreti-akıl’ şeklinde sıraladığı insanın psikolojik ve zihni varlık safhalarının yaratılışını da ilave etmiş, nihayet ‘velayet ve nübüvvet’ mertebelerini de ekleyerek ALLAH’ın ‘Bais’ ism-i şerifiyle tecelli eden yeniden yaratılış örneklerini zenginleştirmeye çalışmıştır. (Yine İmam Gazali’ye göre) ‘Bais’, ölüyü diriltmek veya bir tür hayat taşıyan canlıyı başka bir yaratılışla inşa etmek anlamına geldiğine göre bir bakıma ölüm kabul edilen bilgisizliği giderip yerine hayatı simgeleyen bilgiyi koymak da bu ismin bir tecellisi olarak kabul edilmelidir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-4, 525)

*“Bais’ ismi için İmam Gazali Hazretleri: ‘İkinci bir inşa ile ölüleri dirilten’ manasını verir. Bu mana, aklımıza şöyle bir tefekkür levhası açar: Ölü elementleri bir araya getirip insan bedeni haline koyan ALLAH, ruhun bedenden ayrılmasıyla ölümü tattırdığı insana, ahiret alemine münasip bir ceset giydirerek, yeniden dirilişi tattıracak ve böylece insan, Cennet yahut Cehennemle son bulacak olan ikinci bir yolculuğa başlamış olacaktır.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 126)

*“Bais’ isminin bir manasının da uykudan uyandıran olduğunu belirtmiştik. Uyku bir nimet olduğu gibi uykudan uyanabilmekte büyük bir nimettir ve bir kudret mucizesidir. ALLAH, ölümün küçük kardeşi olan uykudan uyandırarak bir tür yeniden hayata kavuşturmakla da ‘Bais’ olduğunu isbat etmektedir.” (Abdülaziz Hatip, Esma-i Hüsna, 238)

 

PRATİK BOYUT:

*“Gaflet ehli bu adı andığı takdirde faydasını görür.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 164)

*“Abdülbais’ (Bais olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki onun benliği, şehveti, bedeni arzuları ve bu dünya sevgisi ölmüş ve kalbi tertemiz kılınarak ebedi hayata dirilmiştir. O, ‘ölmeden evvel ölmüş’ ve cehaletin öldürdüğü kalpleri de ilmi ve irfanı ile diriltilebilir hale gelmiştir.

Bir kimse ALLAH’ın buyruklarına uygun yaşamamaktaki gaflet ve gevşekliğinin farkına varabiliyorsa, ALLAH’ın azabından korkmadığını biliyorsa ve fakat bu hallerden çekmesine rağmen değişmek istiyorsa bu şerefli ismi sıkça zikretmelidir. O zaman ALLAH’tan korkacak, O’nu sevecek ve O’nun rahmetini ümit ederek halini, hareketlerini değiştirecektir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 119)

ŞEHÎD

TEMEL ANLAMI:

*Yarattıklarının bütün yaptıklarına şahid olup, Kıyamet gününde bu şehadetinin dilediği kısmını dilediği kullarına açıklayacak olan.

*Bütün varlıkların, olayların ve her şeyin şahidi olan: “De ki: ‘Benimle sizin aranızda şahit olarak ALLAH… yeter” (13/Ra’d:43); “De ki: ‘Şahit olarak hangi şey daha büyüktür?’ De ki: ‘ALLAH’tır!” (6/En’am:19); “ALLAH, adaleti ayakta tutarak, Kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti.” (3/Al-i İmran:18)

*“Her şeyi gözetlemiş gibi bilen, hiçbir şey ilminden gizli kalmayan.” (Bekir Topaloğlu, DİA-38, 428)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“İnsanların duyularına ve sezişlerine gizli kalan hususları bilen.” (Ragıb el-İsfahani, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-38, 428)

*“Kendisinden hiçbir şey saklanamayan ve hiçbir şeyi unutmayan.” (İbn Kesir, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 154)

*“Şehîd, insanların hazır bulunmadıkça bilemedikleri şeyleri bilen, gören ve haberi olandır.” (Halimi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 208)

*“Varlık ve birliğine, elçilerinin ve kitaplarının hak olduğuna, kelamı, fiilleri ve eserleriyle bizzat şahitlik eden.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 93)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*‘Şehîd’, Kur’an’da on dokuz ayette ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

*Alim ve Habir isimleri Şahid ismine yakın anlamlara sahiptir.

*“Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi?” (41/Fussilet:53)

*“Gazali, asıl anlamı ‘bilen’ olan ‘Şehîd’ ile içerik açısından yakın bulunan diğer ilahi isimlerin özelliklerini şöyle belirtmiştir: İlim kavramı kayıtsız olarak düşünüldüğünde ‘Alîm’ ismi, batınî hususlara nispet edildiğinde ‘Habîr’, zahiri konulara izafe edildiğinde ise ‘Şehîd’ isimleri kullanılır.” (Bekir Topaloğlu, DİA-38, 428)

*“Gördüğü ve tanık olduğu olayları değiştirerek anlatmak, yalan şahitlik yapmak, ‘Şehîd’ ismine ihanet sayılır.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’ Hüsna, 185)

*“Alimler, ‘Şehîd’ isminin temel manasının ‘bilen’ olduğu ve şahidden daha zengin bir içeriğe sahip bulunduğu konusunda ittifak etmiştir. ‘Şehîd’, ‘müşahade yoluyla meydana gelmiş ilme sahip olan varlık’ demektir. Buradaki müşahade, Ebu Bekir İbnü’l-Arabi’ye göre işitme dışındaki duyu vasıtalarıyla elde edilen bilgidir. İnsanlar duyu organlarıyla bilgi edindikleri halde ALLAH bu tür vasıtalardan münezzehtir. ALLAH’ın hem gizli hem de açık olanı bildiğini ifade eden ayetler ‘Şehîd’ isminin içeriğine duyular ötesini de katmakta ve ona ‘her şeyi gerçek kimliğiyle tam olarak bilen’ manasını kazandırmaktadır. Bazı alimler ‘Şehîd’ isminin, ‘şahid olmak, tanıklık etmek’ anlamına da gelebileceğini belirtmiş ve bu tanıklığın ahiret hayatında sorguya çekilecek insanların dünyadaki davranışlarıyla ilgili olacağını söylemiştir. Bunun yanında ‘Şehîd’in ‘Kendisine şahitlik edilen’ (meşhûd) manasında kullanılması da muhtemeldir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-38, 428)

*“Şehîd, şehadet olunan anlamına da gelmektedir. Sanki kulları O’nu müşahade etmektedirler. Yüce ALLAH’ın sıfatı olarak ‘Şehîd’ ve Şâhid’, delilleri açıklayıcı, kanıtları aydınlatıcı anlamına gelmektedir. ‘Şâhid’ isminin ‘Şehîd’ olarak isimlendirilmesi de bu anlamdan dolayıdır. Çünkü O, ayrıntısına kadar açıklayıcı ve aydınlatıcıdır. Kişi, Yüce ALLAH’ın kendi eylemlerini bilen ve hallerini gören ‘Şehîd’ olduğunu bildiğinde, O’nun hoşnutluğu için karşılaşmış olduğu güçlüklere şahidlik eder. Rızasını elde etmek için başa gelen güçlükleri küçük görür.

Yüce ALLAH: ‘Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen bizim himayemiz altındasın.’ (52/Tûr:48) buyurmaktadır.

Hikaye olunduğuna göre: Bir adam kırbaçlarla dövüldüğü halde, sabrediyor ve bağırıp çağırmıyordu. Bunun üzerine velilerden birisi ona : ‘Bu dövmeler sana acı vermiyor mu?’ diye sorunca adam: ‘Evet’ cevabını verdi. Bunun üzerine o şahıs: ‘Niçin feryad etmiyorsun?’ diye sorduğunda: ‘Hazır bulunanlar arasında beni gözetleyen sevgilim de bulunmaktadır. Bağırıp çağırdığımda O’nun katında onurumun gitmesinden korkuyorum,’ cevabını vermiştir.

Bir karınca veya sivrisineğin vermiş olduğu eziyete dahi sabredemediği halde, Hakk Sübhanehu ve Teala’nın sevgisini iddia eden kişi bu iddiasında nasıl sadık olabilir ki!?

Ehl-i Marifet (ALLAH’ı bilenler) O’nun dışında yakınlık kurulacak hiçbir kimseyi talep etmemişlerdir. O’nun dışında başka hiçbir şeyi talep etmemişlerdir.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 131)

*“Seni görür gibi yaşamak en güzel haldir.

Senin beni gördüğünü bilmem, benim Seni görmem demektir.

Senin gördüğünü görmek en güzel tecellidir.

Sen göstermezsen kendime bile körüm; gözler görmeye bahanedir.

Senin nazarına değmek en güzel ayrıcalıktır.” (Senai Demirci, 99 Esma 99 Dua, 86)

*“Şehîd diye savaşlarda düşmanın öldürdüğü kimselere denir. Asıl dikkatlerinizi çekmek istediğim bu kelimedir. Bu deyimin vatan ve millet uğrunda ölenlere verilmesi anlamlıdır. Çünkü büyük bir feragatla kendisini feda ederek, ‘ALLAH, ALLAH’ diye düşmana hamle ederken ölmek sırasında ilahi sırlardan bazılarına vakıf olduğu da kesindir.” (M. Nusret Tura, O’nun Güzel İsimleri,103)

 

PRATİK BOYUT:

*“Rahmetin bolca indiği ve ALLAH’a yaklaşmanın daha çok hissedildiği zamanları ve anları gözetlemek, bu vakitlerde ibadet yapmak ve yakarışlarda bulunmak. Yüce ALLAH şöyle buyurmaktadır: ‘Güneşin batmasından gecenin kararmasına kadar olan namazları (akşam ve yatsı) güzel kıl. Bir de, okunan Kur’an’la seçkin olan sabah namazını. Çünkü sabah Kur’an’ının şahitleri vardır.’ (17/İsra:78) Sabah namazında okunan Kur’an’a ALLAH’ın ve meleklerin şahitlik yaptığı söylenmiştir. Kimi müfessirler ise, gece ve gündüz meleklerinin şahitlik yaptığını; çünkü görev değişimi için gökten inen ve göğe çıkan meleklerin sabah namazında buluştuklarını söylemişlerdir. Zira sabah namazı gündüzün ilk, gecenin ise son namazıdır. Bu yüzden gece ve gündüz melekleri bu namazda bir araya gelir ve okunan Kur’an’a şahit olurlar. Bu görüşü (gündüz melekleri ile gece meleklerinin sabah namazında toplandıklarını) ileri sürenler, Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği: ‘Cemaatle kılınan namaz, kişinin yalnız kıldığı namazdan 25 derece daha üstündür’ sahih hadisinin ardından söylediği şu sözü delil göstermişlerdir: ‘Dilerseniz şu ayeti okuyunuz: ‘Güneşin batmasından fecenin kararmasına kadar olan namazları (akşam ve yatsı) güzel kıl. Bir de okunan Kur’an’la seçkin olan sabah namazını. Çünkü sabah Kur’an’ının şahitleri vardır.’ (17/İsra:78)

Bu ayette elbette genel şahitlik kastedilmemektedir. Çünkü ALLAH, zaten her şeyi gören ve şahit olandır. Dolayısıyla burada kastedilen şahitlik, ALLAH’ın gecenin son yarısında dünya semasına indiği, ibadet eden kullarına yaklaştığı ve onları merhametle gözleyip hazır bulunduğu özel şahitliktir.” (İbn Kayyim, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 210)

*“Başkalarının yanında kötülükten, günahtan utanan ve çekinen insan, yalnız kaldığında rahatça günah işleyebiliyorsa; ALLAH’ın ‘Şehîd’ isminin anlamı üzerinde tekrar tekrar düşünmelidir.” (Nurettin Ünal, Esmaü’l Hüsna, 113)

*Yaptığı şeyin haram olduğunu bile bile kendini günah işlemekten alıkoyamayan insanların bol bol ‘Ya ALLAH ya Şehîd’ zikri yapmaları gerekir ki, bu sayede kalplerinde ALLAH’ın ‘Şehîd’ oluşunun nuru oluşsun ve bu çirkin halden kurtulabilsinler.

HAKK

TEMEL ANLAMI:

*Bütün gerçekliklerin (hakikatlerin) kaynağı olan mutlak ve sonsuz gerçeklik (hakikat): “Onlar, ALLAH’ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaktır.” (24/Nur:25); “ALLAH, Hakk’ın ta kendisidir.” (22/Hac:6)

*“Her hakikatin Kendisinden alındığı, Zatıyla var olan hakiki Mevcud.” (Gazali, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyet, 216)

*“Bizzat ve sürekli olarak var olan, gerçekliği mevcut bulunan, varlığı ve uluhiyyeti fiilen tahakkuk eden.” (Bağdadi, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 152)

*“Varlığın yegane hakikati olan, gerçekte yegane var olan.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 155)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Sözünde yalan, vaadinde aykırılık ve fiilinde hikmetsizlik bulunmayan.” (Ebu Bekir İbnü’l-Arabi, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 152)

*Varlığı değişmeden duran.

*Hakkı batıldan ayıran.

*Ahirette hak sahiplerine haklarını veren.

*“Hikmete uygun olarak yaratan (ve yaratılmışlar için de hikmete uygun olarak yaratılan) (Ragıb el-İsfahani, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 152)

*“Hiçbir fiili çirkin olmayan.” (Ebü’l-Beka el-Kefevi, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 152)

*“Hükmünü yerine getiren.” (İmam Matüridi, Akt: Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 83)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*“Hakk”, ALLAH’ın ismi olarak Kur’an’da dokuz yerde geçmektedir.

*“Hakk’ odur ki Zatı kendindendir ve o Zat diğer her şeyin var olması için tek sebep ve gerekli şarttır.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 120)

*“Hakk’, varlığı hakiki halde bulunan Zatın ismidir. Yani varlığı daima sabittir. Yüce ALLAH’ın Zatı, yokluğu kabul etmediği gibi, herhangi bir değişikliği de kabul etmez. Hakikaten var olan, değişmeye uğramayan yalnız ALLAH’tır.

Tüm varlıklar yoktan yaratılmışlar; ALLAH’ın vücut ve hayat vermesi ile ortaya çıkmışlardır. ALLAH’ın onlara belirlediği ömrü tamamlayıp varlık sahnesinden çekileceklerdir.

Dolayısıyla, ‘Hakk’ ismine ALLAH’tan başka hiçbir varlık layık değildir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 187)

*“O gün ALLAH onlara hak ettikleri cezalarını tam olarak verecek ve onlar ALLAH’ın apaçık gerçek (el-Hakku’l-mübîn) olduğunu anlayacaktır.” (24/Nur:25) “Ayetine göre ‘Hakk’, inkarı mümkün olmayan, ispat edilmesine gerek duyulmayan, varlığı kabul edilendir. Buna göre Yüce ALLAH’ın varlığı, kabul edilmesi gereken şeylerin ilkidir. O’nun varlığı, kabul etme emri henüz insanlara gelmeden kabul edilmiştir. Bu yüzden varlığı inkar edilemez. Yüce ALLAH’ın varlığına işaret eden deliller olmasa da O, vardır. Bununla birlikte bütün varlık alemi, O’nun varlığının apaçık delilidir.” (Halimi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 100)

*“Hak Teala, enfüs (nefislerin) ve afakın (dış dünyanın), dünyaya ait bütün bağların üstünde, onların uyum noktalarına ve zorunlu varlıklarına hükmedendir. Bütün hak mertebeleri O’nundur, O’ndan dolayıdır, O’nun içindir. Bütün manalarında hakkın karşıtı batıldır ki, bunlar imkansızlık, yokluk, helak olma, hata, zulüm, haksızlık, abes, saçma ve boş anlamlarına gelir.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Akt: M. Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, 134)

*“Ehl-i Tasavvuf, kendi varlıklarının gerçekte yokluk olduğunu görünce, dillerinde ALLAH’ın isimlerinden biri olan “Hakk” ismi sürekli tekrarlanmaya başladı” (İmam Gazali)

*“ALLAH Hakk’tır, en büyük gerçektir. Soyut bir kavram, bir hayal, bir kuruntu, bir varsayım değildir. Zihinden bağımsız olarak nesnel bir var oluşa sahiptir. Kişinin var demesiyle var olmaz, yok demesiyle de yok olmaz. Deniz yüzeyindeki pırıltıların kaynağının güneş olması gibi, ALLAH da bütün hakikatlerin kaynağıdır. Hakikatler ‘Hakk’ isminin belirtileri ve görünümleridir.

Hak terimi ‘bilgi’ bakımından, ‘dış alemde bulunanın zihindeki bilgiye uygun olması’ diye tanımlanır. Söz gelişi ben elma isimli bir meyveyi var biliyorum. Bu bir bilgidir. Eğer elma dış alemde varsa benim bilgim hakikattir. ‘Dış alem’ duyu alanına giren maddi alemden ibaret değildir.

Ben, ‘ALLAH Haktır’ demekle, ‘ALLAH gerçekten vardır, benim vehmimin ürünü değildir, benim duyularım ve algımdam müstakil bir varlık sahibidir’ demiş oluyorum. ALLAH maddi olmayan fakat eserleriyle gerçekliğini gösteren bir Varlıktır.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH, 84)

*“Kur’an’da bu kelimenin ‘hikmetin gereğine göre yapılmış iş ve yaratılmış varlıklar’ anlamında kullanılması, ALLAH’ın fiillerinin de ‘hak’ olarak nitelenmesini gerektirmektedir.” (Metin Yurdagür, Esma-i Hüsna,177)

*“ALLAH’ın Zatı hak olduğu gibi O’ndan gelen ve O’na dönen her şey de haktır. Ayrıca emrettiği ve yasakladığı hususlar uyarınca hareket etmek te kullar için haktır yani gereklidir.” (Ebü’l-Kasım ez-Zeccaci, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 152)

*“Gazali, ‘Hakk’ı Zati isimlerden saymış ve onun Esma-i Hüsna içinde lafza-i celalden hemen sonra geldiğini söylemiştir. Ayrıca Gazali, ‘Hakk’ın kapsadığı var oluşu hem zihin hem obje hem de marifet açısından değerlendirmiş ve Zat-ı İlahiyenin gerek zihnen gerekse tabiat nesnelerinin şehadetiyle en belirgin şekilde ispat edilen ve en iyi tanınabilen bir varlık olduğunu belirtmiştir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-15, 152)

*“ALLAH Sübhanehu ve Teala’nın isimlerinden, tasavvuf erbabının dilinde en çok dile getirilen isim ‘el-Hakk’ ism-i şerifidir. Zira ehl-i tasavvuf, fillerin şuhudundan (görülmesinden) sıfatın şuhuduna yükselmişlerdir. Ardından da sıfatların şuhudundan Zatın şuhuduna yükselmişlerdir.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 133)

*“Hakk’ isminin tecellilerini, çepeçevre sarılı olduğumuz ‘gerçekler’ dünyasında bir derece seyredebiliriz.

Mesela, Dünyanın Güneş etrafında döndüğünü söyleyen bir insan, hakkı ifade etmiş olur. çünkü bu hüküm gerçektir, olup bitene uygundur. Bunun aksini iddia edenler ise batıl bir fikre sapmış olurlar.

Fizik alemindeki bütün değişmez kanunlar, ‘Hakk’ isminden bir tecelli taşırlar.

Aynı şekilde, bir insan, ALLAH’a ‘ilahi fermanın bildirdiği gibi’ inanıyorsa, bu inancı haktır. Bunun dışındaki inançlar batıldır, çünkü hakikate zıttırlar.

‘Hakk’ ismini yad eden bir insan, bütün varlık aleminin durmadan değiştiğini görür ve kalbini değişmekten münezzeh olan ALLAH’a bağlar. Hak dine yönelen bir insan, onun dışındaki bütün batıl anlayışların kul yapısı olduğunu ve bunların da değişmekten kendilerini kurtaramadığını kesin olarak bilir ve batıl inançlara gönlünü kaptırmaz.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 132)

*“Yüce ALLAH’ın hak sahibi olduğunu anlayan bir kimse O’nun hakkını kendi payına tercih eder.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 133)

*“Halîk’ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak;

Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak.” (M. Akif Ersoy)

 

PRATİK BOYUT:

*Efendimiz (O’na binler selam) özellikle teheccüd namazı duasında “Hakk” kavramını yoğun olarak vurgulamıştır: “ALLAHım! Sen Hakk’sın, vaadin hak, sözün haktır; Sana kavuşmak haktır, Cennet hak, Cehennem haktır; peygamberler haktır; kıyametin kopması haktır.” (Buhari)

VEKİL

TEMEL ANLAMI:

 

*Yarattıklarının işlerini üzerine alan, onlardan daha iyi yapan: “Karar verdin mi de artık ALLAH’a dayan. ALLAH, Kendisine dayananları sever.” (3/Al-i İmran:159)

*“Kullarının teslimiyetle Kendi’ne havale ettikleri işlerini ezeli takdire göre sonuçlandıran.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 258)

*“İşlerini Kendisine bırakanların işlerini, kendilerinden daha mükemmel yapan.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 116)

*Bütün işler sonunda Kendisine döndürülecek olan.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“Vekil, varlıkların Kendisine ait olduğunu, emir verme yetkisinin yalnız Kendisinde bulunduğunu, Kendisinden başka hiç kimsenin bir şeye malik olmadığını bilerek her işin Kendisine havale edildiği yüce varlıktır.” (Halimi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 360)

*Yardımı kullarına yetip, onları başkasına muhtaç bırakmayan: “Sen de onlara aldırma ve ALLAH’a dayan. Sana vekil olarak ALLAH yeter.” (4/Nisa:81)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*“Vekil”, ALLAH’ın ismi olarak Kur’an’da on dört yerde geçmektedir.

*“Dikkati çeken bir durum da şudur: Bu isim, her zaman tek başına gelmiş hiçbir yerde bir başka ilahi isme bitişmemiştir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 110)

*“Vekil’ yeterli demektir. Bunun anlamı, kullarının maslahatlarına Kendisini vekil edinip, buna yeterli gelen ve menfaatleri bulunan şeylerle onları zengin kılan demektir.

O da kullarını belirli bir süreliğine kendi menfaatleri uğruna tasarruf etmeye vekil kılmıştır.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 157)

* “ALLAH’ı vekil tayin etmek O’nun tüm vaadlerini kabul etmek demektir. Cennetine, Cehennemine, Rezzak oluşuna, Rahim oluşuna, dualara icabet edici oluşuna, her an görür ve işitir oluşuna birer onaylamaktır O’nu ‘Vekil’ olarak görmek.” (Feyzullah Birışık, Esma-ül Hüsna, 78)

*“Kainattaki her şeyin yerine başka bir tane ikame edebilir, fakat hiçbir şey O’nun yerine başka bir varlık ikame edemediği gibi, O’na dayanmaksızın kendi ayakları üstünde de duramaz.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 122)

*“Yüce ALLAH Kendisine yoluyla tevekkül edenlerin işlerini en iyi bir neticeye ulaştırır. Gerçi O’na hiçbir şey vacib değildir. Yani hiçbir şeyi yapmaya veya yapmamaya mecburiyeti yoktur. O’nun iradesi çerçevelenemez; isterse yapar, istemezse O’na zorla yaptıracak bir kuvvet yoktur. Fakat O’nun razı olacağı bir surette işler Kendisine bırakılırsa hayırlı ve karlı olanı işler; adeti ve hikmeti budur.” (A. Osman Tatlısu, Esmaü’l Hüsna Şerhi, 147)

*“Bu vasıfta aslolan, kendisine tevdi edilen işte müstakil olmaktır. Mü’minlerin gerekenleri yaptıktan sonra: ‘Artık, ben işimi ALLAH’a bırakıyorum.’ (40/Mü’min:44); ‘ALLAH bize yeter. O, ne güzel Vekil’dir.’ (3/Al-i İmran:173) demesi de, bu ismin işaret edilen özelliğini göstermektedir. (…) Ebu İshak ez-Zeccac: ‘Artık, ben işimi ALLAH’a bırakıyorum.’ (40/Mü’min:44) ayetini delil olarak kullanarak, bu ismin gerekenleri yaptıktan sonra işin ALLAH’a havale edilmesi anlamına geldiğini belirtmektedir.” (Metin Yurdagür, Esma-i Hüsna, 177)

*“Vekil vasfı, bir yandan ALLAH, öbür yandan insanlar hakkında kullanılmıştır. İnsanlar için olduğunda içerikten, ‘kontrol edici, bekçi’ anlamlarına geldiği görülmektedir. Dikkati çeken nokta şudur: insanlar hakkında daima olumsuz cümlelerde kullanılmıştır. Yani vekillik vasfı insanlardan uzak kaldırılmıştır. Dolayısıyla bu vasfın insanlara hiç verilmediği söylenebilir. Mesela, Hz. Peygamber’e hitaben: ‘Sen onlara vekil değilsin.’ (42/Şura:6); ‘De ki: ‘Ey insanlar! Size Rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse ancak kendisi için gelir. Sapan da kendi zararına sapar. Ben, sizin üzerinize vekil değilim.’ (10/Hud:108). Şu ayette ise şeklen değilse bile mana bakımından menfidir: ‘Haydi siz dünya hayatında onları savundunuz. Ya kıyamet günü ALLAH’a karşı onları kim savunacak? Ya da kim onlara vekil olacak?’ (4/Nisa:109). Şu halde, bu vasıf yine insanlara verilmemiştir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 110)

*“Bil ki, kişinin bir yaratılmışı kendisine vekil kılması durumunda vekilin kendisinden ücret talep edeceği muhakkaktır. Bazen vekil, sahibinin malı hakkında ihanette bulunur. Bazen de vekil, onun hakkında yapmış olduğu tasarruflarda yanılgıya düşebilir. Yahut sahibi için en doğru ve en olgun karar kendisine gizli kalabilir. Vekil olarak Yüce ALLAH’tan razı olan kimseye Yüce ALLAH ücret verir, emellerini gerçekleştirir, ona övgüde bulunur. Emellerinin kendisini bulamayacağı, isteğinin ayrıntılarının kuşatamayacağı şeyleri bahş etmekle hallerinin incelikleri hakkında ona lütufta bulunur. Ayrıca ‘Aziz’ ve ‘Celil’ olan ALLAH’ı vekil kılan bir kimseye, Yüce ALLAH’ın haklarını, farizalarını ve üzerine gerekli olan bütün ödevleri istisna etmek konusunda da kendi nefsine karşı ALLAH için vekil olması da kendisine lazım gelir. Bu konuda gece ve gündüz kendi nefsine karşı mücadele eder, bir an dahi olsun gevşek davranmaz. Bir göz açıp kapaması kadar dahi olsun kusura düşmez.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 136)

*“İmam Kurtubi, güzel bir soruya dikkat çeker ve şöyle der: ‘Eğer desen ki, madem ALLAH bütün kulların rızkını ve işlerini üstlenmiş onlara kefil olmuş, o halde açlıktan ve susuzluktan ölenlerin durumu nedir?

Buna şöyle cevap verilebilir: ‘Yüce ALLAH, hiç kimsenin ruhunu, bu dünyada kefil olduğu ve garanti ettiği rızkını tamamlamadıkça almaz. Hz. Peygamber bir hadislerinde bu noktaya şöyle işaret eder: ‘Hiçbir kul, rızkını tamamlamadıkça ölmeyecektir.’ (Hakim) Bu hadis, daha fazla açıklama gerektirmeyecek kadar açıktır.” (Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 361)

*Kur’an, takva sahibi Mü’minlerin İslamda ulaştıkları mükemmellik derecesini bir çok ayetinde onların Rablerine gösterdikleri tevekkül üzerinden vurgular ve över: “Onlar ki, halk kendilerine: ‘(Düşman) İnsanlar size karşı toplandı, onlardan korkun’ deyince, bu, onların imanını bir kat daha arttırdı ve: ‘ALLAH bize yeter. O, ne güzel Vekil’dir’ dediler.” (3/Al-i İmran:173); “Mü’minler o kimselerdir ki, ALLAH zikredildiği zaman yürekleri ürperir. O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman, bu onların imanlarını arttırır. Ve sadece Rablerine güvenirler.” (8/Enfal:2); “Doğrusu o Benim ihlaslı kullarım üzerinde senin (şeytanın) hiçbir hakimiyetin olmayacaktır. ‘Vekil’ olarak Rabbin yeter.” (17/İsra:65)

*“Abdülvekil (Vekil olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki, ALLAH’a tam, mutlak bir imanı vardır ve böylece ‘Vekil’ sıfatına mazhar olur. her sebep ve etkende Hakk’ın elini görme halinden bütün sebep ve etkenlerin dahi kaybolduğu bir hale terfi eder. Hayatını tamamen en yüce ‘Vekil’e terkeder ve bunun neticesi olarak O’nun güvenilir, emin kulu olur. ALLAH’ın vekaleti böylece onda tecelli eder. (…)

Fatih Sultan Mehmed’in hocası Akşemseddin Hazretlerinin İstanbulun fethi esnasında bu ismi sürekli zikrettiği rivayet edilir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 124)

 

PRATİK BOYUT:

*Efendimiz (O’na binler selam) buyurdu ki: “Kim evinden çıkarken: ‘ALLAH’ın adıyla. Ben ALLAH’a tevekkül ettim. ALLAH’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur’ derse, kendisine: ‘Hidayete erdin, korundun ve himaye edildin’ denilir. Bunun üzerine şeytan diğer bir şeytana : ‘Hidayete eren, korunan ve himaye edilen bir adamı nasıl saptırabilirsin?’ der.” (Tirmizi) 

KAVİ

TEMEL ANLAMI:

 

*“Nitelik ve nicelik bakımından üstün kuvvete sahip olan.” (Ebu İshak ez-Zeccac, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-25, 68)

*“Hiçbir ferdi ve birimi dışarıda kalmamak üzere bütün kainatı etkisi altında bulunduran ve hiçbir şeyden etkilenmeyen.” (Fahrüddin Razi, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-25, 68)

*Kullarına güç ve kuvvet veren.

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“Kendi üzerinde hiçbir eser ve iz kabul etmeyip, yarattıklarının üzerinde iz ve etki bırakan.” (Fahrüddin Razi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 285)

*Düşmanlarını kahretmeye gücü yeten: “(Bunların gidişatı da) Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi… (Onlar da) ALLAH’ın ayetlerini inkar etmişlerdi de, ALLAH da onları bu günahları nedeniyle çarpıvermişti. Gerçekten ALLAH, Kavi’dir, Şedidü’l-İkab’dır (cezası çetin)” (8/Enfal:52)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*“Kavi” Kur’an’da dokuz yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

*“Kavi’nin ayrıca ‘kuvvet veren’ (mukvi) anlamına gelebileceği söylenmiştir. Nitekim Kur’an’da, Hz. Hûd’un kavmine verdiği öğütler nakledilirken bağışlanmalarını dileyerek ALLAH’a döndükleri takdirde O’nun güçlerine güç katacağını ifade ettiği haber verilmiştir: ‘Ey halkım! Rabbinizden af dileyin. Sonra O’na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin. Gücünüze güç katsın.” (11/Hûd:52) (Bekir Topaloğlu, DİA-25, 68)

*“Mümkünleri (var olup olmaması ortada bulunanlar, yaratılmışlar) mümkün hale getiren İlahi kuvvettir. Mümkün olan bir şey tercih edilmiş olmasaydı var olamazdı.  İşte tercih keyfiyeti ‘Kavi’ isminin manasındadır. (…)

‘Kavi’ adının bütün İlahi adlarda tasarrufu vardır. Çünkü adlarının tümünün manaları, ‘Kavi’ adının hakikatında vasfedilmişlerdir.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 137)

*“Kavi’ ismine mazhar olan bir kul, madden ve manen kuvvetli olur; gazap ve şehvet gibi nefsani kuvvetlere karşı koyabilir.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 137)

 

PRATİK BOYUT:

*“Kavi” isminin ihlasla zikrine devam edenler eğer haklarında hayırlı ve selametli olacaksa ALLAH tarafından maddi ve manevi güç sahibi kılınırlar.

*“Halvette hastalanan veya zikri zayıf olan bir kimse bu adı anarsa dağılan düşünce ve zikrini yeni baştan zakirde toplamış olur… ALLAH en doğrusunu bilmektedir.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 137)

METÎN

TEMEL ANLAMI:

* “Fiillerinden dolayı Zatına herhangi bir zorluk ve yorgunluk gelmeyen, kudreti sonsuz.” (İbnü’l-Esir, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-29, 414)

* “Her şeye tam bir teslimiyetle boyun eğdiren; hiçbir fiilinde hiçbir güçlükle karşılaşmayan; hiçbir varlık, vasıta ve cisim fiillerine hiçbir cihetle engel olmayan.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 93)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Bütün mükevvenatın (yaratılmışların) uyumunu temin eden.” (A.Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 256)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*“Güç ve kuvveti azalmayan, güçsüz düşmeyendir. Bu durum yalnız ALLAH için geçerlidir. O’nun dışındaki bütün varlıklar, zamanla güçlerini kaybeder ve zayıf düşerler. Bu değişim ALLAH için imkansız, varlıklar için mümkündür.” (Halimi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 285)

*“Metîn’, ilahlık ve birlik sıfatlarında durumu çok açık olandır. Buna göre ‘zü’l-kuvveti’l-metîn’, açık kuvvet sahibi demektir.” (Hattabi, Akt:Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 285)

* “Metin”, Kur’an’da sadece bir ayette ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir: “Şüphesiz rızık veren ancak ‘Metin’ olan ALLAH’tır.” (51/Zariyat:58)

* “Bu vasıf, kuvvet, iktidar ve şiddet belirtir. Yüce ALLAH’a fiillerinde meşakkat, külfet, yorgunluk ulaşmadığını gösterir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 249)

* “Gazzali ve Fahreddin er-Razi’nin yorumlarından anlaşılacağı üzere yakın anlamlı iki isim olan ‘Kavî’ ile ‘Metîn’den ilki ilahi kudrete konu teşkil eden her şeyi kapsaması açısından nitelikte; ikincisi, çok güçlü olması bakımından nicelikte kudret sıfatına ait kemal mertebelerini ifade eder. Buna göre ‘Kavî’, ‘bütün mümkinatı etkileyen’, ‘Metîn’ ise ‘dıştan gelebilecek hiçbir etkiyi kabul etmeyen’ manasına gelir. Kur’an-ı Kerim’de, kainatın yaratılıp yönetilmesinden ötürü ALLAH’a hiçbir yorgunluk ve zorluğun gelmediğinin bildirilmesi (50/Kaf:38; 85/Buruc:12) ‘Metîn’ isminin manasını pekiştirmektedir. Ebu’l-Hasan el-Eş’ari ise ‘Metîn’ ile ‘Velî’ (dost ve yardımcı) ismini birlikte düşünmüş ve ortak anlamlarını ‘ALLAH’ın Mü’minlere yönelik lütfu, ihsan, dostluk, yardım ve başarıya ulaştırması’ şeklinde belirlemiştir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-29, 414)

* “Yüce ALLAH tam bir kuvvet sahibi olmak yönünden ‘Kavî’dir derken, gücünün çok şiddetli olması bakımından ‘Metîn’ olduğunu belirtmeliyiz. Metanet, kuvvetin şiddetini belirtir. Bu ise, hiç kimsenin yardımına muhtaç olmadığını, hiç kimsenin O’nun iradesine karşı koyamayacağını, kuvvet ve kudretinin sağlamlığından hiç kimsenin kurtulamayacağını ifade eder.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 120)

* “Kavî’, her şeye etki eden, ‘Metîn’, hiçbir şeyden etkilenmeyen manasına gelir. Yani, ‘Kavî’ isminin tecellisi karşısında bütün yaratılmışlar zayıf, hakir ve aciz kaldıkları gibi; ‘Metîn’ ismi karşısında da yaratılmışların azı çoğu, büyüğü küçüğü fark etmez, hiç biri o ‘Metîn’ kudreti yoramaz, aciz bırakamazlar.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 138)

* “ALLAH’ın isimlerini açıklamaya çalışanlar ‘Zü’l-kuvveti’l-metîn’ (metîn kuvvet sahibi olan) ifadesini tam ve mükemmel güç olarak açıklamışlardır. Aynı kök kelimeden türeyen metanet de, tam ve eksiksiz güç anlamındadır. Buna göre ‘el-kuvvetu’l-metîn’, güç ve kuvvetin sonudur, ötesi yoktur.” (Fahrüddin Razi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 285)

* “Kur’an’da, daha çok kafirlerin hakkı ortadan kaldırmak amacıyla kurdukları bütün düzenlerin ALLAH tarafından mutlaka imha edileceğini belirten ayetlerde kullanılan ‘keyd’ teriminin de bazı ayetlerde ‘Metîn’ olarak nitelendiği görülmektedir.” (7/A’raf:183; 68/Kalem:45) (Metin Yurdagür, Esma-i Hüsna, 181)

* “Matüridi, ALLAH’ı, yaratılmış varlıkların sahip olmadığı ve aklın algılayamayacağı bir metanetle vasıflandırmayı mümkün görür.” (Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 85)

* “ALLAH’ın güçlü ve kuvvetli olarak yarattığı her unsur, ALLAH’ın ‘Kavî’ ve ‘Metîn’ ismine mazhardır. Buna göre dağların sağlamlık ve sabitliği, rüzgarın yıkıcı gücü, suyun taşkın akışı, ateşin takıp yutuculuğu bu kuvvetini ‘Kavî’ ve ‘Metîn’ isminden almaktadır.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 195)

* “Hakk’ın metanetinin bir yönü, O’nun ALLAH ismini lafızda veya yazıda başka birisinin Kendisiyle isimlenmesinden korumuş olmasıdır.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 161)

* “Yüce ALLAH’ı sağlamlık ve şiddet ifade eden ‘Metîn’ şeklinde vasfetmek, Dinler Tarihi’nin şu gözlemlerini hatırlatmaktadır. Dinler Tarihçisi M. Eliade şöyle der: İlkel insanın şuurunda, maddenin sertliği ve devamlılığı ‘Kutsalın kendini ifade etmesini’ (hierophanie) gösterir. Taşlar kutsal sayılmışsa bu, her şeyden önce taşın var olmasındandır. Taş, olduğu gibi kalır. Üstelik vurur; insan ona çarpar. Bedeniyle olmasa bile bakışıyla çarpar. Böylece onun sağlamlığını ve gücünü görür. Kaya, insana varlığının nezaketini, geçiciliğini aşan bir şeyler telkin eder. Bir mutlak varlık biçimi… O’nun dayanıklılığı, hareketsizliği, büyüklüğü ve tuhaf şekli, insanda olan şeyler cinsinden değildir. Bunlar, kamaştıran, korkutan, cezbeden bir varlığı gösterirler. İnsan onlarda, kendi varlığında bulunmayan, başka bir dünyaya ait bir taraf bulur. İnsanlar hiçbir zaman taşa taş olarak tapmış değildirler. İnsan onun sakladığı ifade ettiği bir başka şeyden dolayı ona bağlanmıştır. Bir kaya, bir çakıl taşı ya bir şeyi taklid veya temsil ettiği, yahut bir başka yerden geldiği için saygı görmüştür.

Tapınma hedefi olan taşlar, dini bir fonksiyondan ziyade, sihri bir fonksiyon gerçekleştirirdi. Taşlar, tapılmaktan çok elde edilmek istenen sonuçlar için kullanılmışlardır. Kuzey ve Güney Amerika’da, Yunan’da, Fransa ve bazı Avrupa ülkelerinde Afrika, Hindistan, Pasifik adaları, Mezopotamya, Madagaskar ve İsrailoğullarında taş ve taş anıtlarla ilgili bir kült görülür. Tevrat ve İncil’in ‘Kaya’ vasfını Tanrı’ya dayandırdığını, hatta bazen bunun, özel isim durumunda O’nu vasıflandırdığını biliyoruz. Cahiliyye Araplarının kutsallaştırdıkları şeyler arasında taşlar, kayalar da vardır. Belki de Kur’an, ALLAH’ı ‘Metîn’ olarak vasfetmekle, insanlıkta yaygın olan bu eğilimi, -kaya v.b. somut bir vasıf vermeksizin, fakat kayada aranan sağlamlık, devamlılık, şiddet gibi özellikleri taşıdığını belirtmek suretiyle – kanalize etmek istemiştir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 249)

*  “Abdülmetîn’ (Metîn olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki kendisine ALLAH’ın kudretinin her zerrede hüküm sürmesi sıfatının sırrı verilmiştir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 126)

* “Bu ismin hükmü en çok keşif ehlinde ortaya çıkar: Hakka teorik deliller ile inanan kişi, kendisine bir şüphe geldiğinde bu şüphe inancına zarar verir ve onu bu kuşkuyu gidermeye veya daha güçlü bir delil ile inancını pekiştirmeye yönlendirir. Eğer metanet, bu kişinin itikadının özelliklerinden birisi olsa, gelen kuşku kendisine tesir etmezdi.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 162)

 

PRATİK BOYUT:

* ‘Metîn’ zikri özellikle maddi ya da manevi bir zorluk karşısında kalmış olanlara ve kalplerinin günah isteği karşısında güçlendirilmesi gereken takva sahiplerine tavsiye edilir.

* “Metîn’ isminin sırrına eren bir kul, sabır ve kuvvet sahibi olur. Kimse onu haktan ayırıp batıla saptıramaz.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 138)

* “Birinde sağlamlık görür isen yahud herhangi bir kimseyi tevbekar görürsen bunun Yüce ALLAH’ın ‘Metîn’ adından olduğunu bilmelisin. (…)

Bu adın zikri halvet erbabına zarar getirir. Fakat din hakkında istihza edenlere faydası olur. Bu gibiler, bu adı zikrettikleri takdirde onlara ALLAH korkusu ve tam inanç verir.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 177)

VELÎ/MEVLÂ

TEMEL ANLAMI:

*“Varlıkların bütün işlerini ve ihtiyaçlarını üzerine alan, bütün yardımlar ve başarılar Kendisinden gelen.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 93)

* Genel olarak bütün Mü’minlere, özellikle sevdiği salih kullarına yardım eden:

“…iman edenlerin yardımcısı (velisi) ALLAH’tır. Kâfirlerin ise yardımcısı yoktur.” (47/Muhammed:11); “Yoksa onlar ALLAH’tan başka dostlar mı edindiler? Hâlbuki dost yalnız ALLAH’tır.” (42/Şûrâ:9); “…ve ALLAH’a sımsıkı sarılın. Sizin Mevlanız (efendi, sahip) O’dur. O ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır (Nasîr)!” (22/Hac:78); “Mü’minlere yardım etmek de üzerimize hak (borç) olmuştur.” (30/Rûm:47)

* “Seven, yardım eden.” (İmam Gazali, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 188)

* “Kullarını seven ve işlerini üstlenen.” (Kadı Beydavi, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 189)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“Her nesnenin batınî dostu. Dilediği kulunu huzuruna kabul ederek ona dostluğunun idrakini lütfeden.” (A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 258)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* ‘Velî’, Kur’an’da on üç yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir. Mevla ise Kur’an’ın on iki yerinde ALLAH’ın ismi olarak geçer. Ayrıca ‘Veli’ insanlar için de kullanılırken, ‘Mevla’ sadece ALLAH için kullanılmıştır.

* “Mevla, kendisinden yardım ve destek beklenendir. ALLAH gerçek mülk sahibi olduğu için kulun O’na sığınmaktan başka çaresi yoktur.” (Halîmî, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 337)

* “Velî’, işleri düzenleyen ve idare edendir. Bu yüzden şehrin yöneticisine ‘vali’, yetimin haklarını üstlenene de ‘yetimin velîsi’ denilmiştir.” (Halîmî, Akt: Esmaü’l-Hüsna, 337)

* “ALLAH, salih kullarının ‘Velî’si, Kendisine itaat edenlerin yardımcısıdır. Bu ise; ALLAH’ın dostlarına yardım etmesi, düşmanlarını kahreylemesi şeklinde tecelli eder. ‘Velî’, dostları tarafından sevilendir, onları günahlarından kaçındırmak suretiyle dostlarına yardım eder.” (Mehmet Kasadar, Esma’ül-Hüsna, 157)

* “ALLAH, Mü’min kullarının isteklerine cevap vermek, onlara ikram etmek açısından evlâ olandır.” (İmam Matüridi, Akt: Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 86)

* “Bu ismin hükmü, Mü’minlere yardımla ilgili olarak, iki türlüdür: Bunlardan birincisi, onları yokluk karanlığından varlık nuruna çıkartmakla genel anlamda yardım etmesidir; ikincisi ise, kendilerine ait ilmin darlığından ALLAH’a dair ilmin genişliğine özel anlamda çıkartmakla yardım etmektir.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 163)

* Bu iki ismin bilincine varmış olan Mü’minler, kâfirlerle, onlar tarafından korunmalarını ve himaye altına alınmalarını da içerecek biçimde bir dostluk ilişkisi kuramazlar. Bu durum Mü’minlerin hiçbir biçimde kâfirlerle sosyal ilişki kuramayacakları manasına gelmez. Fakat ‘velayet’ anlamına gelecek şekildeki bir dostluk ilişkisinde karşı tarafın himayesi ve dolayısıyla buyruğu ya da en azından etkisi altına girmek söz konusudur. Mü’minlerin kâfirleri ‘velî’ edinmeleri durumunda ise yukarıda işaret ettiğimiz sakınca oluşacağından böyle bir şey söz konusu olamaz. Kur’an bu konuda çok açık bir biçimde Mü’minlerin kimleri ‘velî’ edinebileceğini bildirmektedir: “Sizin dostunuz sadece ALLAH, O’nun Peygamberi ve ALLAH’a boyun eğerek namaz kılan, zekat veren Mü’minlerdir.” (5/Maide:55)

Bu emre karşı gelmenin cezası ise ALLAH’ın dostluğunu ve yardımını kaybetmek olacaktır: “Mü’minler, Mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî (koruyucu) edinmesin. Kim böyle yaparsa, ALLAH ile ilişiğini kesmiş olur.” (3/Al-i İmran:28) Bu ayette işaret edilen durumun tek istisnası, o an için maddi açıdan zayıf durumda olan Mü’minlerin, bu dengesizlik ortadan kalkıncaya kadar bir süre bazı kâfirlerin himayesine girebileceklerini belirten Kur’an ruhsatıdır. Ayetin devamı şöyle diyor: “Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeden korunmanız başka.” (3/Al-i İmran:28)

Hatta kâfirlerin sırdaş edinilmeleri bile yasaklanmıştır: “Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük etmekten geri durmazlar. Sizin hep sıkıntıya düşmenizi isterler.” (3/Al-i İmran:118)

* Ve bütün tarihsel süreçlerin sonunda galip gelecek olanlar daima ALLAH’ın dostları olacaktır: “Kim ALLAH’ı, Rasûlü’nü ve iman edenleri dost edinirse; şüphesiz ki ALLAH’ın taraftarları galip geleceklerdir.” (5/Maide:56) Fakat bu arada bu sınavda bazı Mü’minler kaybedip elenebilecektir.

* “ALLAH ‘Velî’ ismiyle, yardımsız bırakılan kullarının yardımcısıdır. Yardıma muhtaç olduğu halde başkaları tarafından yüzüstü terkedilen, her türlü destekten yoksun bırakılan çaresizlerin yardımcısıdır. Çünkü böyle durumlarda genellikle kul gerçek yardımcısı olarak O’nu hatırlar. Yalnızca O’ndan medet ister. O’nun himayesine sığınır. Bütün sebepler o kulun gözünden düşmüştür. Doğrudan doğruya sebepleri elinde bulundurana yönelir. ALLAH da böylesine içten ve halisane yapılan bir yardım çağrısını cevapsız bırakmaz. Hemen görünen ve görünmeyen ordularıyla harekete geçer. Bütün yardımcılara bedel o kulunu, içinde bulunduğu sıkıntı ve mazlumiyetten kurtarır. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Özellikle ALLAH dostları olan peygamberlerin ve onların varisleri olan gerçek alim ve Salihlerin hayat hikayeleri bunun en açık delillerindendir.” (Abdülaziz Hatip, Esma-i Hüsna, 254)

* ALLAH’ın velisi (dostu) olmanın insana kazandıracağı eşsiz değer bir kudsi hadiste şöyle ifade edilmiştir: “Bir kimse Benim velilerimden birine düşmanlık ederse, ona karşı savaş ilan ederim.” (Buhari)

* “ALLAH ile aranda sevgi ve sadakat kapısı açılmış olsaydı, artık başka bir sevgili ve dost aramazdın. ALLAH seni Rububiyeti için seçseydi, asla rahmetini senden ayırmazdı. O’na hakkıyla saygı gösterseydin, seni Kendisinden başkasına muhtaç etmezdi. Yaratıkların sevgisini senden uzaklaştırdığı zaman sevin, çünkü bu O’nun sana önem verdiğini gösterir.” (İbn Atâullah İskenderî, Akt: Şahver Çelikoğlu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi-4, 231)

* “Abdülveli (Velî olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki, kendisinde iman sahibi herkesin dostluğu zuhur eder. Saf ve mütedeyyin olan herkese dosttur.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 127)

 

PRATİK BOYUT:

* İnsanlar arasındaki sevgi, saygı ve dostluklar ‘Velî’ isminin tecellisi sayesindedir. O nedenle arkadaşlarıyla arası bozulan Mü’minler kaybettikleri dostlukları yeniden kazanabilmek için ‘Velî’ ismini zikretmeli ve bu ismin tecellisi için gerekenleri yapmalıdır.

 

* “Kula gereken şey, ALLAH’ın dostluğunu (velayetini) kazanmağa çalışmaktır. ALLAH’ın dostluğunu kazanan, başka dost aramaya muhtaç olmaz. ALLAH’ın dostluğunu kazanmak, ALLAH dostlarının sıfatlarıyla sıfatlanmaya bağlıdır. Onların başlıca sıfatları:Tam bir imanla ALLAH’a gönül bağladıkları gibi, O’nun emirlerini, hükümlerini yerine getirirler. ALLAH’ın rızasına uymayan hallerden daima korunur ve şüpheli şeylerden sakınır dururlar.” (A. Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, 156)

* “ALLAH’ın dostu, ALLAH’ı sever. O’nun hükümlerinin hakim olması için çalışır. ALLAH’ın dostlarına dost olur, ALLAH’ın düşmanlarını kahreder. Kendisini ALLAH’tan alıkoyan nefis ve şeytanı da mağlub eder. böyle olan bir kimse ALLAH’ın veli kullarındandır.” (İmam Gazali, Akt: Abdülaziz Hatip, Esma-i Hüsna, 258)

* “Evliyanın Yüce ALLAH’ın evliyası olarak isimlendirilmesi; ancak ALLAH’ın dininin yardımcıları ve O’na itaat etmenin taraftarları olmasından dolayıdır. (…)

Kendi nefsi için intikam almayan kimse için Yüce ALLAH intikam alır. Kendi nefsi için başarı istemeyen kimseye Yüce ALLAH başarı ve yardım verir. (…)

Yüce ALLAH’a itaatte uygunluk hususunda süreklilik göstermesi de bunun alametlerindendir. Öyle ki, kötülüğü ve yasak olan bir şeyi yapmayı kastettiğinde Yüce ALLAH bu şeyi işlemekten onu koruyacaktır. İtaat hususunda bir gevşeklik göstermeye meylettiğinde bu iş ona kolaylaştırılmayacak hatta ondan uzaklaşma hususunda yardım ve destek verilecektir.” (Abdülkerim Kuşeyri, O’nun Güzel İsimleri, 141,143)

HAMÎD

TEMEL ANLAMI:

* “Bütün kemal sıfatlarını taşıyan, bütün iyilik ve güzelliklerle övülen, sayısız lütuf ve nimetlerine şükredilen.” (Bekir Topaloğlu, DİA-15, 458)

* “Ezelden ebede kainattaki bütün nimet ve ihsanlar karşılığında, hal ve dil ile her kimden ve her kim için yapılırsa yapılsın sayısız hamd, şükür ve övgüler yalnızca Kendisine ait olan.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 93)

* “Sıfatlarında ve fiillerinde övülen.” (Ebu’l-Hasan Eş’arî, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 458)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Övülmeye ihtiyacı olmayan, Zatı hamde layık olan.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Akt: M. Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’anî Terimler ve Deyimler, 137)

* “Kendisine hiçbir yerginin yönelmediği varlık. Dıştan bir sebep olmaksızın Zatıyla övgüye layık bulunan.” (İmam Mâtürîdî, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 458)

* “Övülen, gönül hoşluğuyla bağlanılan, şükredilen.” (Abdülkahir Bağdadî, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 459)

* “Mâtürîdî, ‘Hamîd’in iki ayrı yönü olduğunu belirtir. İlkine göre ‘Hamîd’, ‘Mamûd’tur. Bu manaya göre ALLAH doğrudan Kendisine hamd edilmeye layık olandır. Diğerine göre ise ALLAH, insanların güzel yönlerini ve işledikleri iyi fiilleri över. Çünkü gerçekte bu fiiller ALLAH’ın yardımıyla gerçekleşmiştir.

Diğer bir manaya göre ‘Hamîd’, ‘yaptığı işler nedeniyle kınanamayan’ anlamındadır. Buna göre ALLAH, Kendisini inkar edeceğini bildiği bir kişiyi yaratır. ALLAH’ın bu yaratmasının belli hikmetlerinin olması nedeniyle bu tür fiillerinden dolayı kınanması mümkün değildir.” (Musa Koçar, Mâtürîdî’de Esma-i Hüsna, 87-88)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* ‘Hamîd’, Kur’an’da on yedi yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

* “Yaptıklarında, söylediklerinde, dininde ve takdirinde Hamdolunan.” (İbn Kesir, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 152)

* “Mâtürîdî, kelimenin ‘öven’ manasına da gelebileceğini söyler. Şöyle ki: ALLAH insanların güzel fiil ve davranışlarını över ve kendilerini mükafatlandırır. Aslında kulları bu fiillere muvaffak kılan yine Kendisidir. (Bekir Topaloğlu, DİA-15, 458)

* “Hamîd ismine ‘öven’ manası verildiği takdirde ALLAH’ın bizzat Kendisini övmesi de kelimenin muhtevası içinde düşünülebilir.

* “Hamd o ALLAH’adır ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Ahirette de hamd O’na mahsustur.” (34/Sebe:1)

* “Bu isim hakkında üç imam aynı görüştedirler. Bunun anlamı ise, Yüce ALLAH ihsan buyursa da mani olsa da hamd ü senayı hak etmiştir. Şükür ise ancak ihsan ve bağış karşılığında olur.” (Afîfüddîn Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 86)

* “Kimden gelirse gelsin, kime karşı olursa olsun tüm övgüler, medihler, senalar, şükürler O’na özgüdür.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH, 89)

* “ALLAH, bütün isimleriyle de ‘Hamîd’dir.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 152)

* “Fatiha suresinde, ‘hamdin, yani bütün medih ve senanın, ancak Rabbü’l-Alemin, Rahman, Rahim ve Maliki yevmiddin olan ALLAH’a ait olduğunun beyan edilmesi, ALLAH’ın diğer bütün isimlerinin de hamd ve senaya layık oldukları konusunda bir irşad ve bir işarettir.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 142)

* “Şükür ve medih (övgü) unsurlarını bir arada olarak ihtiva eden ‘hamd’i karşılayacak Türkçe asıllı bir kelime yoktur. Bizdeki ‘övmek’ sadece medih ve sena karşılığıdır.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 152)

* “ALLAH’a yaptığı her şeyden dolayı, mutlak surette hamd olunur. İşlerinde bir yanlışlık düşünülemeyeceği için O, bollukta da darlıkta da hamdedilmeyi hak eder. Çünkü O’nun işlerinde bir yanlışlık düşünülemez.” (Hattabi, Akt: Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 152)

* “Şüphe yok ki canlı cansız, şuurlu şuursuz bütün kainatın sahip olduğu iyilik ve güzellikler yaratıcısına aittir. Bu gerçekten hareket eden İmam Mâturîdî gibi alimler, başkalarına yöneltilmiş bile olsa bütün övgülerin ALLAH’a mahsus olduğunu söylemişlerdir. Fakat tabiattaki her şey iyi ve güzel midir, yerilecek bir nesne veya olay yok mudur? Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre yerilecek yönü bulunan her şeyin mutlaka övülecek bir yanı da vardır, onun övülecek yanı ALLAH’a aittir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-15, 459)

* “Yiyip içtiğimiz nimetler için de ALLAH’a hamd ederiz. Burada hamd, şükür manasında yapılmışsa da biraz düşünüldüğünde, bu şükürde de bir medhetme ve senada bulunma manasın saklı olduğu görülecektir.

Mesela, soframızda ekmek, peynir, yumurta ve zeytin bulunmuş olsun. Biz bu nimetler için ALLAH’a şükretmekle, aslında şöyle demiş oluruz: Buğday toprağın eseri değildir. Toprağı ve suyu buğday haline getirmek bir ilahi sanattır ve ancak ALLAH’a mahsustur. Aynı şekilde, zeytin de zeytin ağacının becerisi değildir. İneği süt, tavuğu yumurta fabrikası haline getiren ancak ALLAH’tır. Öyle ise bütün bu nimetler için ancak ALLAH’a şükür ve hamd etmeliyim.

Hamdin şükürden farkı, insana ulaşmayan nimetler için de hamd edilebilmesidir. Mesela, bütün hayvanların dünya sofrasında birlikte rızıklanmalarını düşünen insan, bu muhteşem ziyafetin sahibi olan ALLAH’a hamd ve senada bulunur.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 142)

* “O’na hamd etmek, O’na şükretmek anlamında alınırsa, bu durumda nimetin görünmesinden değil de nimet vericinin görünmesinden ibaret olmuş olur. Davud (A.S.) şöyle yakarmıştır: ‘İlahi! Benim Sana şükretmem Senden bana verilmiş bir nimet iken Sana nasıl şükür edebilirim ki?’ Bunun üzerine Yüce ALLAH: ‘İşte şimdi Bana şükretmiş oldun!’ buyurmuştur.” (Abdülkerim Kuşeyrî, O’nun Güzel isimleri, 146)

* “Varlık alemindeki en küçük parçacıklar bile O’na hamd eder ve hamd edilmesine şahitlik yapar. Bu yüzden gökler, yer ve ikisi arasında bulunan her şey O’nu hamd ile tesbih eder. Yüce ALLAH bu gerçeği şöyle dile getirir: ‘Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder. O’nu hamd (övgü) ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” (17/İsrâ:44) (İbn Kayyım, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 124)

* “Mülk ve hamd, ALLAH hakkında eş anlamlıdır. Mülkünün ve kudretinin kuşattığı her şey, O’nun hamdini de kuşatmaktadır. Dolayısıyla O, mülkünde övülendir. Hamdiyle birlikte mülk ve kudret, O’nundur. Dolayısıyla yarattığı şeylerden birinin, mülkünün ve kudretinin dışına çıkması imkansızdır. Yine yarattığı şeylerden her hangi bir şeyin, hamdinin ve hikmetinin dışına çıkması da mümkün değildir. (…)

Hamd, sıfatların en genişi ve övgülerin en kapsamlısıdır. Çoğunlukla ilme götüren yollar ve alemin zerrelerine, parçacıklarına, emrin ve yasağın detaylarına ileten yollar, gerçekten çok geniştir. Çünkü isimlerinin, sıfatlarının, fiillerinin, hükümlerinin, adaletinin, düşmanlarından intikam almasının, ihsanda bulunma hususunda dostlarına yaptığı lütfunun hepsi, hamd ile ilgilidir.

Yaratma ve emretme ancak hamdiyle gerçekleşir ve ortaya çıkar. O’nun hamdinin gayesi, her şeye hayat vermektir. Her şeyin var olması O’nun hamdiyle olur. Varlık aleminde O’nun hamdini araştırma ve izlerini ortaya çıkarma, basiret sahibi ve derin görüşlü kimselerin tanıklık ettiği bir iştir. (İbn Kayyım, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 588,589)

* “Terkib edildiği ilahi isimlere dikkat edilince görüleceği gibi, ‘Hamîd, Mecîd’ birbirini destekler. ‘Azîz’ isminin ‘Hamîd’ ismine bitiştirilmesi ise çok önemlidir. Çünkü birincisi mutlak kudret ve galebeyi ifade eder. Böyle olanın, zorunlu olarak sevilen, sayılan, övülen kısaca ‘Hamîd’ olması gerekmez. ALLAH’ın ‘Hamîd’ bir ‘Azîz’ olduğu ise, böylece belirtilmiştir. ‘Ganî, Hamîd’ ise, başka manalar arasında bir de şunu ihtiva eder. ALLAH başkalarının hamdiyle ‘Hamîd’ değildir, Zatında ‘Hamîd’dir. Başkalarının hamdinden esasen bağımsızdır.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 153)

* “İnancı, ahlakı ve diğer davranışları övgüye layık olan kimse hamîd niteliğini taşır ki bu, Hz. Muhammed’dir. Sonra ona yaklaşan peygamberler, veliler ve alimler gelir. Fakat hiç kimse yergiden ve eksiklikten uzak olmadığına göre mutlak manada ‘Hamîd’ sadece ALLAH’tır.” (İmam Gazali, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-15, 459)

* “Sıkıntı ve bolluk zamanlarında, şiddet ve rahatlık anlarında yalnız O’na hamd edilir. Çünkü O, ‘Hakîm’dir, her şeyi yerli yerinde yapar. Hiçbir fiilinde hata yapmaz ve yanlışlık bulunmaz. O, her durumda övülmeyi hak edendir.” (Hattabî, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 120)

* “Hamd, övmeyi ve hamd edileni sevmeyi gerektirir. O’nu seven ama O’nu övmeyen, O’na hamd etmiş sayılmaz. Herhangi bir nedenden ötürü O’nu öven ama O’nu sevmeyen de hamd etmiş olmaz. Dolayısıyla O’nu sevmedikçe ve övmedikçe O’na hamd edilmiş olmaz. Övgü ve sevgi bunları gerektiren nedenlere bağlıdır. Hamd edilenin eksiksiz ve üstün sıfatlara sahip olması, insanlara ihsanda bulunması O’na hamd etmeyi gerektiren nedenlerdir.” (İbn Kayyım, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 121)

 

PRATİK BOYUT:  

*“Şakik-i Belhi (K.S.), kemal derecesinde bir hamdin üç kademesini şöyle ifade eder: Erişilen nimetin ALLAH’tan geldiğini bilmek, O’nun verdiğine rıza göstermek ve nimetinin gücü, bedeninde bulunduğu sürece O’na asi olmamak.” (İmam Kurtubi, Akt: Şahver Çelikoğlu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi-4, 256)

*Efendimiz’in dualarında hamd daima özel olarak vurgulanmıştır. Örneğin rükudan doğrulurken şöyle derdi: “Ey Rabbimiz! Gökler, yer ve ikisi arasındaki her şey dolusunca, bunlardan başka Senin dileğince Sana hamd olsun.” (Müslim); “Zikrin en üstünü ‘Lâ ilâhe illALLAH’, övgünün (hamdin) en üstünü ise ‘Elhamdu lillah’tır.” (Nesaî); “Kim üç defa: ‘Elhamdülillahi Rabbi’l-Alemin, hamden kesiran tayyiben mübareken fihi ala külli halin. Hamden yuvafi niameh veyükafi mezideh’ (Her hal ü karda nimetlerine layık ve onların artmasına vesile olacak en güzel şekilde hamdü senala, alemlerin Rabbi olan ALLAH’a olsun!’ derse; koruyucu melekler: ‘Ey Rabbimiz! Bu kulunun Seni tenzih etmesi ve Sana hamdetmesinin bütününü kavrayamıyor ve onu nasıl yazacağımızı bilemiyoruz’ dediklerinde Yüce ALLAH onlara: ‘Onu kulumun dediği şekilde yazınız’ diye vahyeder.” (Buhari); “Cennete ilk çağrılanlar, bolluk ve sıkıntı anlarında ALLAH’a hamd edenlerdir.” (İmam Münziri, Tergib ve Terhib)

*“Hz. Peygamber, sevindiğinde şöyle derdi: ‘Hamd, nimet veren ve ihsanda bulunan ALLAH’a mahsustur.’ Böylece Peygamber, hamdi hüküm ve eserinin sınırlılığıyla sınırlardı. Sıkıntıdayken ise şöyle derdi: ‘Her halde ALLAH’a hamd olsun.’

Bu hamd, mutlaklığı ve her şeyi içermesi itibariyle, sevinç halindeki hamdden daha büyüktür. Çünkü Hakk’ın nimet vermesinin bir yönü de, sıkıntı halinde bulunan bir kimseye övgüyü ilham etmesi ve onu Kendisine hamd ettirmesidir. Böylece onu aşırılıktan ve azaptan korur. Böylece Hak, kendisine ilham ettiği hamd ile iç dünyasına afiyet verir, bunun ardından da, sıkıntısını gidererek afiyetini daha da arttırır.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 166)

*“Hamd etme şerefinden nasiplenen bir insan, ALLAH’ın ihsanıyla, beğenilen ve medhedilen bir kul olur; böylece bu isimden ayrı bir tecelli nuruna daha kavuşmakla şereflenir, yükselir ve yücelir.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 142)

*“Abdülhamîd’ (Hamîd olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki, ALLAH Zatını kendisine en güzel sıfatlarıyla açar. Böyle bir kimse de bütün bu ilahi güzellikler tecelli eder. sadece ALLAH’a hamd eden, sadece O’nu öven bu kimseyi bütün insanlar över.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 129)

MUHSÎ

TEMEL ANLAMI:

*Gizli ve açık olan her şeyi bütün ayrıntılarıyla tek tek bilen: “(ALLAH) Onlarda bulunan her şeyi (ilmiyle) kuşatmıştır. Ve her şeyi bir bir saymıştır (kaydetmiştir).” (72/Cin:28)

*“Her bir tecellinin hesabını en ince ayrıntısına kadar yapan ve kaydeden.”(A. Yüksel Özemre, Vahye Göre Akıl, 256)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“İlmiyle maddi ve manevi bütün herşeyi kuşatan; ne Zatı ve ne de ilmi hiçbir şekilde kavranamayan. Bildirdikleri dışında hiçbir şey bilinemeyen; dünyada kullarının küçük büyük bütün yaptıklarını bilen ve mahşerde sayıp dökecek olan.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 93)

*“Muhsî’, insanların ilimlerinin kuşattığı ve kuşatmadığı bütün olayların sayısını ve miktarını bilendir. O, canlıların alıp verdiği her nefesi, rızkı, insanların itaat ve günahlarını, yakınlığını, yağmur ve kum tanelerinin sayısını, bütün bitkileri, hayvan türlerini, ölüleri ve canlıları bilendir. Kısaca ALLAH, bütün varlıkların sayısını, kalanları ve yok olanları bilendir. Bu sıfat ALLAH’ın, insanlar gibi çoklukları nedeniyle varlıkların sayılarını idrak etmekten aciz olmadığını ispatlamaktadır. O, bütün varlıkları ve sayılarını bilendir. Varlığı bütün varlıkları kuşatmıştır. O’nun adı en yücedir.” (Halîmî, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 299)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*‘Muhsî’, Kur’an’da ALLAH’ın ismi olarak geçmemektedir.

*“Bu ilahi isim ‘Alîm’ ismiyle yakından ilgilidir. İkisi arasında ince fark, ‘Müzeyyîn’ (ziynet veren, süsleyen) ismiyle ‘Mülevvîn’ ismi arasındaki fark gibidir. Bilindiği gibi, bir şeye ziynet vermenin, yani süslemenin bir vasıtası da onu renklerle donatmaktır.

Buna göre ALLAH’ın ‘Müzeyyîn’ isminde, ‘Mülevvîn’ ismi de dahildir. Ama, renk verme ayrı bir fiil olduğundan, ‘Mülevvîn’de yine müstakil bir isim olmuş ve bizi renkler alemini tefekküre sevk etmiştir.

Bunun gibi, ALLAH’ın ‘Alîm’ ismi, ‘her şeyi, her şeyiyle bilen’ manasına umumi bir isimdir. ‘Sayıları bilmek’ de bu isim içerisine dahil olmakla birlikte, ayrı bir kemal olduğundan, müstakil bir isim olmuştur.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 143)

*“Genel olarak ibadetlerimizi, özel olarak ta tesbih, zikir ve dualarımızı belli sayılarda tekrar ediyoruz.

Bu ibadet, dua ve zikirlerin belli zamanlarda, belli sayılarda, belli şekil ve şartlarda yapılmasının sayısız fayda ve hikmetleri vardır.Belli sayıları bir tür şifreye, telefon numarasının rakamlarına veya anahtarın belli sayıdaki girinti ve çıkıntılarına benzetmek mümkündür. Nasıl ki; şifredeki bilgiler, rakamlar veya şifre neye göre düzenlenmişse onlar aynen uygulanmadığı takdirde o şifreye bağlı olan o sonuca ulaşamıyorsak veya anahtarda belli sayıdaki girintili çıkıntılı özellikler o anahtarın ait olduğu kilittekilerle aynen örtüşmediği zaman o kilit açılamıyorsa, belli maksatlar için öngörülmüş olan belli sayıdaki dua ve zikirler de o miktarda ve şartlarda olmadıkları zaman o maksatlar elde edilememektedir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 203) 

*Sayılarla, saymak ve hesap yapmakla meşgul olanlar ‘Muhsî’ ismine ayna ya da araç olmuş demektir.

*“Hesapsız davranan, hesabın ağırlığı altında ezilmeye mahkumdur.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 127)

MÜBDİ

TEMEL ANLAMI:

*Varlıkları, bir örnek, model olmaksızın ve herhangi bir madde kullanmaksızın yoktan yaratan: “Yaratmaya başlayan O’dur. Sonra onu çevirip yeniden yapar. Bu, O’nun için pek kolaydır.” (30/Rûm:27)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* “Mübdi”,  Kur’an’da ALLAH’ın ismi olarak geçmemektedir.

*“Bütün ilahi isimlerin ‘Mübdi’ isminin icad ettiği şeylerde bir hükmü bulunduğu gibi, bu ismin de bütün ilahi isimlerde bir hükmü vardır.” (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 170)

*“Varlıkların yaratılışı iki tarzdadır: Birisi ‘ibdâ’, diğeri ise ‘inşâ’. ‘İbdâ’, daha önce yapılmış bir başka şeyi taklid etmeden, bir şeyi ilk ve son olarak en mükemmel ve misilsiz şekilde yaratmak demektir. Ne Güneş Sistemi bir başka sistemden örnek alınarak yaratılmıştır, ne insan, ne de bir başka canlı.

Bunların hepsinde ‘Mübdî’ ismi tecelli etmiştir.

Bütün varlık aleminin çekirdeği olan Nur-u Muhammedi de ibdâ ile vücut bulmuştur. (…)

Her şeyin kendisine has müstakil özellikleri vardır. Bu yönüyle her şey, bir eşi ve benzeri olmaksızın, ilk defa dünya yüzüne gelmektedir. Ve bu yaradılışta ‘Mübdi’ ismi tecelli etmektedir.

İnşâ ise, hikmet alemi olan bu dünyada, bazı şeylerin bir anda yahut zamansız olarak değil de, belli bir zaman dilimi içerisinde ve kademeli olarak yaratılmasıdır. İnşâda, ‘terbiye fiili’ daha hakimdir. (…)

Kendi simamıza ve parmak izimize bakalım. Bu yüz ve bu iz ilk defa yaratılmıştır. Daha önce bir benzeri görülmemiştir. Buna göre insanın bedeni nutfe, alaka dönemlerinden, çocukluk gençlik çağlarından bir inşâ ile geçmiş olsa bile, onun ruhu, simasının şekli ve daha nice hususiyetleri ilk defa vücut bulmakta ve ‘Mübdi’ isminin bir tecellisini sergilemektedir.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 145)

 

PRATİK BOYUT:

*“Abdülmübdi’ (Mübdi olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki, Yaratıcının sırrına arif olur ve ALLAH ona her şeyin aslını ve kaynağını açar. Böylece her şeyin başlangıcına şahit olmuş olur.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 132)

*Bu ismin virdi düşük yapma ihtimali bulunan hamile hanımlara tavsiye edilebilir.

MUÎD

TEMEL ANLAMI:

 

*Öldükten sonra tekrar yaratan: “ALLAH’ı nasıl inkar edersiniz? Oysa siz, ölüler idiniz. Sizi O diriltti. Sonra sizi öldürtecek, sonra tekrar diriltecektir. Ve en sonunda O’na döndürüleceksiniz.” (2/Bakara:28)

“Kendi yaratılışını unutarak Bize misal getirmeye kalkışıyor ve : ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ diyor. De ki: ‘Onları ilk defa yaratmış olan… O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir!” (36/Yasin:78-79)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“Muîd’, iade eden demektir. Varlıkların ilahi ilimle planlandıktan sonra bu dünyaya gönderilmeleri, ‘ilim dairesinden kudret dairesine geçiştir.’ Bu geçiş, ‘ibdâ’ ile gerçekleşir.

Dünya faslının sona ermesiyle, bütün nefisler ölümü tadarlar ve yeniden ilim dairesine geçerler.

İşte, ahirette bu varlıkların ikinci kez kudret dairesine geçirilmeleri, bir iadedir ve ‘Muîd’ isminin tecellisiyledir.

Konuyu ruh yönünden ele aldığımızda şöyle de diyebiliriz.

İnsanın esası ruhtur ve ruha verilen hayat sıfatı onda ebediyen kalacak, geri alınmayacaktır. İnsanın ölmesiyle, ruh hayatiyetini yine devam ettirir ama beden artık elinden gitmiştir. Meyveyi sadece seyir ve tefekkür eder, fakat tadına bakamaz. Çünkü dil elinden gitmiştir. Diğer cismani lezzetler de bununla karşılaştırılabilir. İşte mahşere çıkışta, ruh yeniden beden iade edilecek ve bu yeni dirilişle ruh, cismani lezzet ve elemleri almaya yeniden başlayacaktır.

Bu ism-i şerifi yâd eden bir Mü’min, ölümün mutlak yokluk olmadığını bir kez daha hatırlayacak ve beden-ruh beraberliğiyle geçirdiği bu hayatın, ölümle son bulmayacağını, bedeninin daha mükemmel bir şekilde kendisine yeniden iade edileceğini hatırlayacaktır.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 147)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

* ‘Muîd’ ismi Kur’an’da ALLAH’ın ismi olarak geçmemektedir.

*“Tabiatta her şey sürekli bir değişim içinde olup ilahi sıfatların tecellileri sonucu daimi bir yaratma ve yok etme mekanizmasına tabidir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-31, 431)

*Bir kudsi hadiste şöyle buyurulmaktadır: “İnsanoğlu Beni yalanlamış ancak buna hakkı yoktur. (…) Onun Beni yalanlaması: ‘ALLAH beni yarattı fakat tekrar diriltecek değildir’ şeklindeki sözüdür. Halbuki yaratmayı ilkin gerçekleştirmek (eğer bir zorluk sözkonusu olacaksa) onu tekrar etmekten daha zordur.” (Buhari)

*“Her Müslüman, ALLAH’ın ilk kez ve (ahirette) ikinci kez yaratan olduğunu bilmelidir. O, bütün varlıkları örneksiz ve mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Yok olduktan sonra onları tekrar yaratacak olan O’dur. O’nun tekrar yaratması bir ihtiyaçtan değil, bir hikmet gereği kudretinin bir göstergesi içindir.” (İmam Kurtubi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 300)

*“Hak, bir şeyi yaratmayı bitirdiğinde, başka bir yaratmaya döner. Yoksa varlıktan giden bir şeyin aynını iade etmez çünkü Hak böyle bir şeye gerek duymaz. Nitekim bu durum, şu ayet-i kerimede belirtilmiştir: ‘O, önce yaratmaya başlar, sonra iman edip salih amel işleyenlere (İslam’ı yaşayanlara) adaletle karşılık vermek için tekrar yaratır.” (10/Yunus:4) (Sadreddin Konevi, Esma-i Hüsna Şerhi, 171)

 

PRATİK BOYUT:

*‘Muîd’ isminin zikri, manen gaflette olanlara tavsiye edilebilir.

*‘Muîd’ ismi kaybolmuş bir insan ya da herhangi bir eşyanın aranmasında da zikredilebilir.

MUHYÎ

TEMEL ANLAMI:

*“Hayatla ilgisi bulunan varlıkta hayatı yaratan, can veren.”(Bekir Topaloğlu, DİA-31, 78)

“ALLAH’ı nasıl inkar edersiniz? Oysa siz, ölüler idiniz. Sizi O diriltti.” (2/Bakara:28)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*“Muhyî”, Kur’an’da iki yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

*“Ebû Bekir İbnü’l-Arabî,  ALLAH’ın yaratma fiilinin on bir tecellisini şöylece sıralamıştır: İlkin Âdem’i yaratması, ondan insan türünü meydana getirmesi, sperm ve döş yatağı vasıtasıyla üremeyi sağlaması, sorguya tabi tutulmaları için mükellefleri kabrinde canlandırması, kıyamette bütün insanları yeniden diriltmesi, Kur’an’da belirtildiği gibi (3/Âl-i İmrân:169-171) şehidlere kıyamet gününden önce hayat vermesi, hadislerde haber verildiği üzere hayvanların da kıyamet gününde canlandırılması, yağmur indirmek suretiyle yeryüzünün bitkiyle donatılması, kalplerin iman nuruyla ihya edilmesi, üzüntü ve keder yüzünden ölüm derecesine gelmiş gönüllerin neşe ve sevinçle hayata kavuşturulması, iyi insanların hatırasının yaşatılması.” (Bekir Topaloğlu, DİA-31, 79)

*“Bütün hayatlar O’nun yaratmasıyla var olmuştur. Şimdi bir akarsu hayal et. Üstündeki kabarcıkların parlayıp söndüklerini görürsün. Her kabarcık bir an parlar, ışık verir sonra kaybolur. Parlamaları güneşe delildir. Onlar söndükten sonra başkalarının parlaması ise, ışık kaynağının yani Güneş’in baki olduğunu gösterir. Kabarcıklar ve onların ışıkları fani, ışık verici olan Güneş bakidir.

Zaman da bir ırmaktır, akar. Hayat sahipleri zaman nehrinin kabarcıklarıdır. Hayat nuruyla parlar, sonra ölümle yiterler. Bunlara hayat nurunu gönderen ezeli bir güneş olacaktır elbette. Parlamaları buna alamettir. Sönmeleri ve yerine gelenlerin hayat sahibi olması ise, bu hayat kaynağının devamlı olduğuna delildir. Böylece, tüm hayatların fani, onlara hayat veren Zat’ın baki olduğunu anlarsın.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH, 44)

*“Hayat dirilik, can ise diride olan kuvvet ve kudret manasını ifade etmektedir. Cansız dediğimiz şeyler; taş, demir, kalsiyum, azot ve benzeri maddelerdir. ALLAH canlıları, on altı elementten yaratmıştır. Görüldüğü gibi ALLAH, cansız elementlerden canlıları yaratmaktadır. Cansız cisim vardır, hayatsız cisim yoktur. Mesela plastik, cansız bir cisimdir. Ama atomlardan yaratılmıştır ve elektronlarında devamlı hareket olduğu için hayatlıdır. Hareket hayattır ve hayat ta ALLAH’ın sıfatıdır. Fizik diliyle söylersek; cansız cisimlerdeki statik enerji, kinetik hale dönüştürülebiliyor. Gemileri, santralleri çalıştıran uranyum buna bir örnektir. Mıknatıs cansızdır, fakat başka demirleri kendine çekiyor. Demek ki cansız dediğimiz cisimlerdeki enerji, ALLAH’ın Hayat sıfatının bir görünümüdür. ALLAH’ın Hayat sıfatı, cansız cisimlerde enerji, bitkilerde can, hayvanlarda ruh hali ile görünür. İnsanlarda buna şuur ilave edilir. Hayat, can, ruh, şuur; bir makine gibi varlıkları hareketlendirmektedir.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 132)

 

PRATİK BOYUT:

*Efendimiz (O’na binler selam): “Her kul, ölmüş olduğu hal üzere diriltilecektir.” (Müslim) buyurmuştur.

* “Muhyî” isminin virdi özellikle hastalar için tavsiye edilir.

*“Abdülmuhyî’ (Muhyî olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki kalbini diriltmiştir. Bu dünyanın hayvani özellikleriyle dolu olan bir kalp ölüdür. Bu dünyadan arınmış olarak Hakk’tan gayrıya mihman olmayan kalp ise canlıdır ve ALLAH’ın hakiki evi de odur. (…)

Benliğinin kölesi olduğundan dolayı ızdırap çeken bir kimse yorgunluktan uyuya kalana kadar bu ismin zikrine müdavim olursa nefsani arzularını kontrol etmeye muktedir olabilir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 134)

MÜMÎT

TEMEL ANLAMI:

 

*Ezeli ilminde takdir ettiği ecel geldiği zaman canlıları öldüren: “Her canlı ölümü tadacaktır.” (3/Al-i İmran:185)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

* “Hayat görevinden terhis eden, kullarını fani dünyadan baki aleme götüren, kulluğun zorluklarından azad eden.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 94)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*“Mümît’, ALLAH’ın ismi olarak Kur’an’da geçmemektedir.

*“ALLAH ölüm ile sağlıklı ve güçlü olanların gücünü yok eder. O, her şeyi yaşatan ve öldüren, her şeye kadir olandır. ALLAH, yaşatma sıfatı ile övündüğü gibi, öldürme sıfatı ile de övünür. Bu, hayır ve şerrin, yarar ve zararın yalnız O’ndan geldiğini, mülkünde hiçbir ortağı bulunmadığını, yalnız Kendisinin baki ve ebedi olduğunu, Kendisinin dışındaki bütün varlıkların fani olduğunu bilmemiz içindir.” (İmam Kurtubi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 312)

* “Bulutun oluşumu ‘Muhyî’ adındandır; bunun dağılıp parçalanması da ‘Mümît’ adındandır. Yağmurun yağması ‘Muhyî’ adınındır. Suyun bir yönden içilerek, diğer yönden yok olup gitmesi de ‘Mümît’ adınındır. Bitkinin su ile beslenmesi ‘Muhyî’, bitkilere musallat olan afetler ‘Mümît’, bir tohumun bitkiye dönüşmesi aynı şekilde ‘Muhyî’, bitkinin değişmesi ‘Mümît’ ve bitkilerin yetişmesi ‘Muhyî’ adından kaynaklanır.

Bitkilerin hayvan gıdası haline dönüşmesi ‘Muhyî’, cahilin cehaleti ise ‘Mümît’, dünyanın içindekilerle yok olması ‘Mümît’, ahiretteki kıyam ‘Muhyî’, beka alemi ile Cennet alemi ‘Muhyî’, Cehennem’deki azap yerlerine giriş, yokluk ve benzeri yerler ‘Mümît’; Cehennem’deki ateşin kendi içinde alevlenmesi ‘Muhyî’, ahiretin rahatlık ve nimeti tümüyle ‘Muhyî’nin tecellileridir. Nefsin, zihni tasavvurları, doğruları ve dışarıdan gelen uyarıları benimsemesi ‘Muhyî’, bunların nefis tarafından kabul edilmemesi ve unutma halleri ‘Mümît’… Yasaklama, cimrilik ‘Mümît’; el açıklığı, bağış ‘Muhyî’… Serbest hareket, ‘Muhyî’; bunun karşılığı olan sükun ve hareketsizlik, ‘Mümît’… Kelimeler ve sözler, ‘Muhyî’; suskunluk ve anlamamazlık ‘Mümît’… Bir şeyi dinleyip, manalarını anlamak, ‘Muhyî’; zihin yorgunluğu, usanç, tembellik ve unutkanlık ‘Mümît’… Güzellik alemi, ‘Muhyî’; helal alem, çoğunlukla, ‘Mümît’…Cesaret ve kahramanlık, ‘Muhyî’; cebanet yani korkaklık Mümît’… Himmet, düşünce, kanaat ve uyanıklık, ‘Muhyî’; tembellik, başarısızlık, haya ve gevşeklik, ‘Mümît’… Firar, kaçmak, ‘Mümît’; ferahlık, sevinç ve iştiyak, ‘Muhyî’… Dilde beyan yeteneği, fesahat ve açık sözlülük, ‘Muhyî’; anlamsız konuşma ve kekemelik, ‘Mümît’…” (Afîfüddîn Süleyman et-Tilmsânî, Esmaü’l-Hüsna, 108)

*“Bir tohumun ölümünü düşün! Dikkatle incelersen birbirini izleyen harikalar görürsün onda. Tohumun ölümü bitkinin hayatını netice veriyor. İnsan da ebedi bir alemde yeniden hayat bulmak üzere ölür, gözden kaybolur. Bedeni yoprak altında çürür ama ruhu berzaha gider, orada kıyameti bekler.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH, 45)

*“Ölüm bir halden başka bir hale geçiştir. Kayısı ağacı ölür, çekirdek isimli tabuta gömülür. Çekirdek toprağa girer, tekrar kayısı ağacı olarak boy gösterir. Öyle ise ölüm; bir hayat şeklinden bir başka hayat tarzına geçiştir.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 135)

*“İnsanın canını; hastalık, trafik kazası, düşman kurşunu veya Azrail almaz. Hayatı veren kim ise, alan da odur.” (Nurettin Ünal, Esma’ül Hüsna, 134)

 

PRATİK BOYUT:

*“Abdülmümît’, (Mümît olan ALLAH’ın kulu) o kuldur ki, kalbindeki şehvet, dünya sevgisi ve her türlü menfilik ALLAH tarafından öldürülmüştür. Böylece bu kalp gerçek hayata ermiştir. Nefsin menfi güçleri bir kişinin kalbinde öldüğü zaman o kalbin sahibi ilahi nur ile aydınlanır. Bu nurun kendine ikram buyurulduğu kimseler etrafındakileri de aydınlatırlar. Böyle kimseler ilahi ve ebedi hayatı soluklayarak hayatlarını sürdürürler.

Bu ism-i şerifi sıkça zikreden bir kimse nefsinin menfi etkilerini ve bu dünya lezzetlerine dönük olan şehvetini kontrol altına alır hale gelebilir. Bu ismin zikri ayrıca zakire, Mü’minlerle ittifakta ve düşmanlarına galip gelmede yardımcı olur.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 136)

HAYY

TEMEL ANLAMI:

 

*Asla ölmeyen ve daima diri bulunan. Bütün yönleriyle tam bir hayata sahip olan. Bütün canlılara hayatı veren: “Sen, ‘Hayy’ olan ALLAH’a güvenip, dayan!” (25/Furkan:58)

*“Hakkında ölüm geçerli olmayan Varlık.” (Ragıb el-İsfahanî, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-16, 549)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“Hayy, gücünü kaybetmeyen ve yok olmayandır.” (Abdullah ibn-i Abbas, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 126)

*“Hiçbir şeyden gafil olmayan, hata yapmayan, yerde ve gökte zerre miktarı kadar da olsa hiçbir şey Kendisinden gizli kalmayan. Ebediyen ölmeyen. Fakat bu mana herkes tarafından bilinir. ‘Hayy’ olmanın özü, övgüde son noktada bulunmak demektir. Övgüde son noktada bulunan yegane varlık ise ALLAH’tır.” (İmam Matürîdî, Akt: Musa Koçar, Mâtürîdî’de Esma-i Hüsna, 91)

*“İbn-i Sina ise ‘Hayy’ isminin ALLAH’ın alim ve fail oluşuyla açıklanabileceğini kabul etmekle beraber, tevhid ilkesine ve ilim sıfatına ağırlık veren sıfat anlayışının gereği, bu ismi ‘dıştan bir etkileyici olmaksızın Zatını, Kendi mahiyetiyle bilen’ şeklinde açıklamıştır. Buna göre ‘Hayy’, ‘var olan zatın kendisinden gizli kalmaması, bir anlamda varlığının şuuruna sahip bulunması’ manasına gelir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-16, 550)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*“Hayy”, Kur’an’da beş yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

*“Hayy’ isminin kullanıldığı üç ayette ‘Kayyûm’ ile birlikte yer aldığı görülmektedir (2/Bakara:255; 3/Al-i İmran:2; 20/Tâhâ:111) Öyle anlaşılıyor ki ‘Kayyûm’, ‘her şeyin varlığı Kendisine bağlı olup kainatı idare eden’ şeklindeki mana ve muhtevasıyla ‘Hayy’ ismi ve sıfatını fonksiyonel hale getirmektedir.”

“İbn Cerîr et-Taberî, ilgili ayetlerin tefsirini yaparken ‘Hayy’ ismine ‘başlangıcı ve sonu olmayan (ezeli ve ebedi)’ manası verdikten sonra bu isme kainatı yönetme esasından hareketle anlam verenlerin de bulunduğunu kaydetmektedir. Yine Taberî, ‘Hayy’ isminin üç ayette tevhid cümlesi içinde yer aldığına bakarak Tanrı kabul edilmeye ve tapınılmaya layık olacak varlığın ebediyen hayy olması gerektiği hususunu vurgulamıştır.” (Bekir Topaloğlu, DİA-16, 550)

* “Kelam alimleri arasındaki bazı farklı anlatımlar bir yana hayat sıfatının statüsünü şöylece belirlemek mümkündür: Tabiatın olağanüstü bir düzene sahip bulunuşu Yaratıcısının ‘Âlim’ ve ‘Kâdir’ olduğunu gösterir. ‘Âlim’ ve ‘Kâdir’ sıfatlarının ‘Hayy’ olmayan bir varlıkta bulunması aklen imkansızdır. Bu açıdan bakıldığında bazı kelamcıların da belirttiği gibi ‘Hayy’ sıfatının mevcudiyeti zaruri olarak bilinir. Aynı düşünce çizgisinden ayrılmamak şartıyla ‘Âlim’ ve ‘Kâdir’ sıfatları yerine ALLAH’ın fiil sahibi (faal) oluşunu esas almak da mümkündür. Buna göre, ‘Büyük bir sanat eseri olduğu apaçık bulunan tabiatın yaratıcısının iradi bir fail (fail-i muhtar) olmaması düşünülemez, bu özellik de ancak ‘Hayy’ olan varlık için söz konusudur’ şeklinde bir ispat yapılabilir. Kısacası ‘Hayy’ ismi veya hayat sıfatı, bununla diğer ilahi sıfatların mevcudiyet ve sıhhat kazandığı temel bir kavram konumundadır. Ebü’l-Bekâ’nın da işaret ettiği gibi sübûti sıfatlar için de Zât-ı İlâhiyyeyi aşıp bazı şeylerle alaka kurması gerekli olmayan, başka bir deyişle nispet ve izafet özelliği taşımayan yegane sıfat hayat sıfatıdır. Örneğin, ‘ALLAH bilen ve gücü yetendir’ denildiğinde, ‘Neyi bilen ve neye gücü yeten?’ gibi bir soru akla geldiği halde, ‘ALLAH, Hayy’dir’ denilince akıl benzer bir soru sormaya ihtiyaç duymaz.

Bütün İslam alimleri, ALLAH’ın ‘Hayy’ oluşunun, canlılarda görüldüğü gibi türe ait organizmanın dengesini ve itidalini koruması gibi bir şarta ve ayrıca ruhun mevcudiyetine bağlı olmadığı noktasında ittifak etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ALLAH’ın Zat’ına dayandırılan ‘Ruh’ (15/Hicr:29; 21/Enbiya:91) ALLAH’ın onunla hayat kazandığı manasına gelmeyip, Ruh’un da ALLAH’ın yarattıklarından biri olduğunu gösterir.” (Bekir Topaloğlu, DİA-16, 550)

* “ALLAH’ın, zihinlerin dışında, hakiki olarak var olması, Kendisini bize kabul ettiren Varlık olması ‘Hayy’ olmasıyla mümkündür. Kur’an’ın bildirdiği imanın, tanrısız dinlerden farklı olması, ALLAH’ın ‘Hayy’ olmasıyladır. Kur’an’ın tanıttığı ALLAH’ın mitolojilerdeki hayatiyeti olmayan ölü tanrılar gibi olmaması, özellikle O’nun ‘Hayy’ olmasından ileri gelmektedir. Çünkü bizim beşeri anlayışımızda hayat, varlıktaki bütün kemal sıfatlarının aslı olan bir vücud sıfatıdır. İlim, kudret, irade, kelam, işitme, görme, rahmet, adalet, gadap, hilm, halıkıyyet, rezzakiyet vb. gibi sıfatların şartıdır.” (Suat Yıldırım, Kur’an’da Uluhiyyet, 203)

*“Her canlının hayatı kendine göre hakikattir. ALLAH’ın hayatının ise hiçbir benzeri yoktur. ALLAH olmasaydı, ne hayat olurdu, ne hayattan eser olurdu, ne de varlıktan.” (Alusi, Elmalılı, S.Kutub, Akt: Veli Ulutürk, Kur’an-ı Kerim ALLAH’ı Nasıl Tanıtıyor?, 94)

*“Bütün diğer isimlerin gerçekleşmesi için, önce “Hayat” sıfatının bulunması gerekir. Bu sıfatın kemali, başka şeyleri, başkalarını canlandırma, yani diriltme sırrına ulaşmasıyladır. Canlandırmak için, diriltmenin en yüce mertebesi, cismi (bedeni) canlandırmak değil de, insanların ruhlarını ilmi hayatla diriltmektir. İnsan ruhuna ilimle canlılık kazandırmaktır. Cismi canlandırmak, her ne kadar bir mucize ise de ve çok az gerçekleşirse de ruh bedenden çok daha şerefli olduğundan, (nefsi eğitip) ruhu (ilimle) canlandırmak, bedeni diriltmekten çok daha şerefli bir iş ve hizmet olur.ALLAH, Kur’an-ı Kerim’de: “Ölü iken diriltip, kendisine insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse…” (6/En’am:122) buyuruyor. Fakat cismi diriltmek anlaşılacağı üzere yalnız ALLAH’a mahsustur. (…)

ALLAH, Kur’an’da: “O’nu hamd (övgü) ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” (17/isra:44) buyuruyor. Zorunlu olarak buradan şu anlam çıkar: Her şeyin O’nu tesbih etmesi, canlı olmasına bağlıdır. Bu da zorunludur. Yani bir şey O’nu tesbih ediyorsa, zikrediyorsa, o şey mutlaka diridir. O’nu zikredebilmesi için önce bilmesi, tanıması gerekir. Bilmek ve tanımak ise hayata bağlıdır. Yani bilebilen her varlık hayat sahibi demektir ki Yüce ALLAH, buna işaretle: ‘Her yaratık kendi duasını ve teşbihini (öğrenmiş) bilmiştir.’ (24/Nur:41) buyurmuştur. Hayatsız ilim düşünülemez.” (Müeyyedüddin el-Cendi, Akt: Şahver Çelikoğlu, el-Esmaü’l-Hüsna Şerhi-4, 377,378)

*“Hayy’ isminin Abdülkadir Geylani Hazretlerinin ism-i galibi olduğu söylenmiştir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 217)

 

PRATİK BOYUT:

*Efendimiz (O’na binler selam) “Hayy” ismini zikrederek şu şekilde dua etmiştir: “Ey ALLAH’ım! Sana teslim oldum, Sana inandım, Sana dayandım, Sana yöneldim ve Senin için mücadele ettim. Beni saptırmandan Senin izzet ve üstünlüğüne sığınırım. Senden başka ilah yoktur. Sen Hayy’sın (asla ölmeyen ve daima diri olansın). İnsanlar ve cinler ise ölürler.” (Buhari)

*“Hayatı kurtarma, iyileştirme, hayatı uzatma gibi hayata hizmet türlerinde görev alan herkes, ALLAH’ın ‘Hayy’ ismine mazhar olmuş kimselerdir. İtfaiye ve sağlık mensupları, hayat kurtarma ekipleri, hastalıkları tedavi için çalışan doktorlar ve bilim adamları, bu sınıfa girerler.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 218)

KAYYUM

TEMEL ANLAMI:

 

*“Sonu olmayan ve varlığı daim olan.” (Hattabi, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 126)

* “Varlığı için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan, bizatihi varlıkta kalabilen; fakat bütün yaratılmışlar O’nun iradesiyle ve yaratmasıyla varlıklarını sürdüren ve vücutta kalan. Zerreler ordusundan yıldızlar ordusuna kadar bütün varlıkları hassas bir denge ve ölçü ile ayakta tutan ve önemli vazifelerde çalıştıran.” (İsmail Mutlu, İman Esasları, 94)

*Her şeyin varlığını devam ettiren, Evren’i yöneten, ayakta tutan: “Şüphesiz ki ALLAH, gökleri ve yeri, yıkılmasınlar diye tutuyor.” (35/Fatır:41)

 

TEMEL ANLAMIN AÇILIMI VE İKİNCİL ANLAMLARI:

*“Kayyum, ‘kaim’in mübalağasıdır. ‘Her şeyi ayakta tutan’ demektir. Bunun manası, ‘Bir şeyin kıyamı, yani bir varlık olarak ayakta durabilmesi neye bağlı ise onu sağlayan’ demektir.Yüce ALLAH, her şeyin kaderle belirlenmiş olan vaktine kadar ayakta durması için sebeplerini de yaratmıştır. Onun için her şey ALLAH ile kaimdir.” (Mehmet Dikmen, Esmaü’l Hüsna, 219)

*“Yarattıklarını koruyup, idare eden, işlerini düzenleyen.” (Katade, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 125)

*“İyi ya da kötü yaptıklarının karşılığını vermek için her canlının başında duran ve onu gözetleyen.” (Hasan-ı Basri, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 126)

*“Her fiil ve buyruğunda adaleti ayakta tutup, hikmeti gerçekleştiren.” (İmam Maturidi, Akt: Bekir Topaloğlu, DİA-25, 108)

*“Her canlının fiil ve davranışını sanki tepesinde duruyormuş gibi tesbit edip canlının varlığını sürdüren.” (Bekir Topaloğlu, DİA-25, 108)

 

TAMAMLAYICI BİLGİLER:

*Kayyum, Kur’an’da üç yerde ALLAH’ın ismi olarak geçmektedir.

*“Matüridi, ‘Kayyum’ isminin, insanların amelleriyle, rızıklarıyla ve bütün evrenle ilgisinin olmasından dolayı bu ismi, İsm-i A’zam’dan saymaktadır.” (Musa Koçar, Matüridi’de Esma-i Hüsna, 92)

*Ariflerin bir çoğu, ‘Hayyu’l-Kayyum’un İsm-i A’zam olduğunda müttefiktirler.

*“Bu ismin yüksek anlamını ancak Yüce ALLAH bilir. Çünkü varlığı sadece Kendi Varlığına dayalı olan ancak O’dur. Bütün kainatın ve yaratılmışların varlığı ve varlıkta kalması, O’nun kudretiyle ve varlıkta tutmasıyladır. Bundan alınacak hisse, kulun günah işlememesi ve yar olamayandan kesilmesidir.” (Kadızade, Büyük Amentü Şerhi, 89)

* “Rebi b. Enes: ‘Kayyum’ bütün nefisleri rızıklarıyla muhafaza eden ve hazır tutan anlamına gelir, der. Örneğin Araplar şöyle derler: Filanca bu beldenin işiyle kaimdir. Yani filan bu beldenin her şeyinden sorumludur.” (Afifüddin Süleyman et-Tilmsani, Esmaü’l-Hüsna, 79)

*Kayyum, ALLAH’ın kusursuz güç, kuvvet ve üstünlüğe sahip olduğunu gösterir. O, yalnız başına kaimdir (varlığını devam ettiren). Ayakta kalmak için hiçbir yönden kimseye ihtiyacı yoktur. O, kendi kendine yetendir ve başkasına muhtaç değildir. O’nun dışında her şey O’na muhtaçtır. Her şeyi ayakta tutan ve koruyan O’dur. Bu, O’nun mükemmel gücünü gösterir.

Bu her iki isim (Hayy ve Kayyum), O’nun bütün kemal sıfatlarını, eksiksiz güç ve kudretini ve tam müstağni oluşunu kapsar. Bu yüzden bu iki isimle ALLAH’tan yardım dileyen, sanki bütün isim ve sıfatlarıyla ALLAH’tan yardım dilemiştir. Yardımı dilenen ve umulan rahmet, yaratılmışların değil ALLAH’ın bir sıfatı olarak istenmektedir. ‘Senin izzet ve üstünlüğüne sığınırım’ diyerek, ALLAH’ın izzetinden sığınma talep eden kimse, ALLAH’ın Mü’min kullarını üstün tutmak için yarattığı izzetten değil, ALLAH’ın Kendisinin bir sıfatı olan izzetten sığınma talep etmektedir. (…)

Kul, ALLAH’ın bütün fiili sıfatlarını kapsayan Kayyum ismini tanıdığında, her şeyin O’nun desteği ile ayakta kaldığını, varlığını devam ettirdiğini, her canlıyı O’nun ayakta tuttuğunu ve koruduğunu görür. Yüce ALLAH’ın kimseye muhtaç olmadan yalnız başına kaim olduğunu, O’nun dışındaki bütün varlıkların ancak O’nunla var olabildiklerini, varlıklarını devam ettirdiklerini, O’nun her şeyi düzenleyip idare ettiğini, kimini üstün tutup kimini alçalttığını, iyilik edenlere sevap, kötülük edenlere de azap ulaştırdığını görür. ALLAH’ın kaim olmakla asla uyumadığını, zaten uyumanın O’na yakışmayacağını, herkese adil davrandığını, kimine bol kimine az rızık verdiğini, asla şaşırmadığını, unutmadığını ve yanılmadığını anlar.

Kainatı bu şekilde görmek ve anlamak, ariflerin ulaşabildiği bir mertebedir. Rububiyet mertebesi işte budur. Bu mertebeden daha üstün olan mertebe ilahlıktır. O ise ancak peygamberlerin görebileceği bir mertebedir. İlahlık mertebesinde, ALLAH’tan başka ilah olmadığı, O’nun dışındaki her şeyin batıl ve geçersiz olduğu ‘Hakke’l-yakin’ (Kesin bir gerçeklik ile) görülür.” (İbn Kayyım, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 126,127)

*“ALLAH insanın ayakta durmasını yerdeki çekim kanununa, bedenin canlı olmasını ruh kanununa, Ay’ın düşmemesini Dünya’nın çekimine, Dünya’nın dönmesini de Güneş’in cazibesine bağlamış ve bu yaratıklarında ‘Kayyum’ ismini tecelli ettirmiştir. (…)

Dünya’da iman ehli yaşadıkça, kıyametin kopmayacağı dikkate alındığında, iman ve ibadetin de kainatı bir bakıma yakta tutttukları ve Kayyum ismine bir başka şekilde ayna oldukları anlaşılır.” (Alaaddin Başar, Esma-i Hüsna, 155,156)

*“Göklerde ve yerde bulunan tüm varlıklar O’nun ‘Kayyum’ ismiyle bağlıdır. Bu irtibat bir an bile kopsa, hepsi yok olur.Şimdi gölgeni düşün. Sen olmasaydın gölgende olmazdı. Şu halde gölgen seninle varoluyor ve varlıkta kalıyor. Kendi başına var olamıyor, varlıkta kalamıyor. Tüm Evren Rabbimizin varlığı yanında bir gölgeye benzer. Gerçi gölgenin vücudu vardır, fakat pek zayıftır. Kendi başına ayakta kalamaz. Evren ve içindekiler de vardırlar, bir hayal, bir kuruntu, bir yanılsama değillerdir; fakat varlıkları o ezeli ‘Kayyum’a dayanır.” (Ömer Sevinçgül, ALLAH, 43)

*“Ruh, bedeni terkedince beden aynı gibi görünsede nefes almaz, görmez, işitmez ve hareket etmez hale gelir ve nihayet bozulup çürümeye başlar, çünkü onu bir zamanlar idare eden ve bir arada tutan şey ruh idi.

Hayatın, varlığın ve bütün vücuddaki düzen ve uyumun kaynağı ruhtur. Hikmeti, güzelliği, kuvveti, en ufak bir hücreye ve bir atoma kadarki bütün bir hayatıyla vücud, her an ruha muhtaçtır. Ruhun bedeni terketmesiyle bütün bu geçici vasıflar da ruh ile beraber bedeni terkederler.

Aynı şekilde yaratılmış kainatın her bir atomu canlı kalmak için her bir an ‘Kayyum’ tecellisiyle gelen ilahi bağışlara muhtaçtır. Bu ilahi bağışlar, ALLAH’ın özel bir muradıdır. Kainattaki her şeyde, o şeyin varlığını sürdürmesi ve gelişmesi için gereken ihtiyaçlara uygun bir şekilde, değişik şekil ve kuvvetlerde ortaya çıkar. İşte bu ilahi murad iledir ki her bir atom, ihtiyaçlarının tatmini için gereken sebepleri temin eder. Yüce ALLAH bu bağışlarını bir an durduracak olsa hiçbir şey hayatta kalamaz.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 139)

 

PRATİK BOYUT :

*“Saliklerin (ALLAH’a yürüyenlerin) tecrübe edip kabul ettiklerine göre, ‘Ya Hayyu ya Kayyum la ilahe illa ente’ (Ey diri ve kaim olan! Senden başka ilah yoktur) duasını okuyan ve bunu tekrarlayan kimsenin kalbi ve aklı dirilir.

Şeyhülislam İbn Teymiyye, bu duaya gerçekten çok düşkündü. O’nu dilinden hiç düşürmezdi. Bir gün bana şöyle dedi: ‘Kalbin diri olması için bu iki ismin çok büyük etkileri vardır’ İbn Teymiyye bu iki ismin, İsm-i A’zam olduğuna işaret etmekteydi. Bir defasında onun şöyle dediğini işittim: ‘Kim sabah namazının sünneti ile farzı arasında kırk defa ‘Ya Hayyu ya Kayyum la ilahe illa ente birahmetike estesiğ (Ey diri ve kaim olan! Senden başka ilah yoktur. Rahmetinle yardım diliyorum) derse, kalbi dirilir ve asla ölmez.’

Esmaü’l-Hüsna ile ibadet etmenin onunla dua etmenin kıymetini bilen; emir, yaratılış ve kulun istek ve ihtiyaçları arasındaki gizli ilişkiyi fark eden, bunun gerçekliğini daha iyi kavrar.” (İbn Kayyım, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 128)

*“Hayy ve Kayyum isimleri, kemal sıfatları ve mükemmel olan muhtaç olmama (=Gani) ile kudret sıfatlarını düzenlemektedir. Bu iki isimle yardım isteyen kimseler sanki Yüce ALLAH’ın bütün isimleriyle ve bütün dıfatlarıyla yardım istemektedir. Dolayısıyla sıkıntılardan kurtulmanın, üzüntüleri gidermenin ve istekleri yerine getirmenin söz konusu olduğu yerde bu iki isimle yardım istemek en doğru olandır.” (İbn Kayyım, Akt: Esmaü’l-Hüsna, Edisyon, 603)

*“Kayyum ismini tasavvufi yaklaşımla yorumlayan Abdülkerim Kuşeyri’ye göre ALLAH’ın bütün nesne ve olayları yönetimi altında bulundurduğunun bilincini yaşıyan kimse, sürekli tedbir alma endişesi ve başkasına boyun eğme zahmetinden kurtulup gönül rahatlığıyla yaşar, böyle bir kimse için dünya önemsenecek bir değer taşımaz.” (Bekir Topaloğlu, DİA-25, 108)

*Daha az uyumak isteyenler ‘Kayyum’ isminin zikrini vird edinmelidir.

*“Değerli zamanının büyük bir bölümünü uykuda heba eden bir kimse uyumadan önce ‘Elif lam mim, ALLAHu la ilahe illa hüve’l-hayyu’l-kayyum (2/Bakara:255) ayetini okursa, hayatını uykuya feda etmek hastalığından kurtulabilir.” (Tosun Bayrak, Esmaü’l-Hüsna, 140)

TEMEL ANLAMI:

TEMEL ANLAMI:

TEMEL ANLAMI:

TEMEL ANLAMI:

TEMEL ANLAMI:

TEMEL ANLAMI:

TEMEL ANLAMI:

TEMEL ANLAMI:

TEMEL ANLAMI:

 

Sayfa Başı