Nis 9, 2014
ALLAH’IN VARLIĞI BİLİMSEL OLARAK YA DA AKIL YOLUYLA ISPAT EDİLEBİLİR Mİ?
Hayır, edilemez. Başta bilimsel metodlar olmak üzere hiçbir rasyonel argüman ALLAH’ın varlığını ispat etmez, O’nun (Şanı En Yüce) varlığına işaret ederler. Bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir. Bu noktada hikmetin gerektirdiği durum, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “akla kapı açmak fakat iradeyi elden almamaktır.” Yani insan, ALLAH’ın varlığının akla uygun olduğunu görmeli fakat iradesi elinden alınmışçasına, ister istemez ALLAH’ın varlığına inanmak zorunda kalmamalıdır. Kalmamalıdır ki başka hikmetlerin yanısıra, dünyanın bir sınav meydanı olabilmesinin bir anlamı bulunsun. Bu ise, ALLAH’ın varlığının ispat edilememesini gerektirir.
Ayrıca belirtelim ki, bilim ALLAH’ın yokluğunu da ispat etmez. Onun yaptığı sadece ALLAH’ın varlığı argümanının akla uygun olduğunu söylemekten ibarettir.
Dolayısıyla bu soruya verilecek temel cevap, ALLAH’ın ispat olunabilir değil ancak hissedilebilir bir gerçeklik olduğudur. Hissetme için ise bilimsel metodlardan çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. İnsanı oluşturan maddi ve manevi parçaların bütününü içeren çok daha geniş bir argümanlar yumağına…
Fakat biz burada onlara girmeyip, ALLAH’ın varlığını bilimsel olarak ispat edilemez kılan nedenlerin detaylarına bakalım:
1- “Akıl bu konuları şanına yaraşır şekilde incelemekten acizdir. Nitekim şöyle demişlerdir: İnsanların aklı ve bilgisi sınırlıdır. Yüce ALLAH ise sonsuzdur. Sonlu olanın sonsuz olana ulaşması ise imkansızdır.” (FAHRÜDDİN RAZİ, Tefsir-i Kebir, 1, 157)
2- “Sınırlı olan akıl, sınırsız olanın Zatını kapsayıp kuşatamaz. Akıl kuşatamadığını -dolayısıyla sınırlayamadığını- kavrayamaz. Kavraması için mutlaka sınırlaması gerekir. Her ne ki sınırlıdır, o ALLAH olamaz. Bu yüzden de “Her ne ki aklına geliyor, o ALLAH değildir” demişlerdir.” (İSLAMOĞLU, ALLAH, 31)
3- “Biz, Tanrı’nın varlığı ile ilgili nihai yargının ‘bilimsel’ bir yargı olamayacağını düşünüyoruz. Zira Tanrı’nın varlığı, ne bir ‘bilimsel hipotez’ ne de bir ‘bilimsel teori’dir.” (USLU, Tanrı ve…, 187)
4- “ALLAH’ın dünya hayatı şartları içinde insan tarafından duyularla algılanamayacağı, ahirette ise bu algının gerçekleşeceği konusunda İslam bilginleri -bazı görüş ayrılıkları bir yana- fikir birliği içindedirler. İbn Melka’nın da belirttiği gibi yüksek derecede bir varoluş gözün idrakine engel teşkil eder; göz önce zayıf ışıkları, alıştıkça daha kuvvetlisini görebilir. Bunun gibi dünya hayatında yüce Yaratıcının varlığını gösteren işaret taşlarını görebilen gözler, ahirette O’nu doğrudan algılayabileceklerdir.
Yüce ALLAH’ın Zatı duyularla algılanamayacağına göre O’nun varlığını herkesin kabul etmeye mecbur kalacağı tarzda ispatlamanın mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Aslında beş duyunun sağladığı bilgiler dışında bir bilgi ve gerçeklik alanının bulunmadığını ileri süren pozitivistler de dâhil olmak üzere bütün insanlar, kişisel deneyimlerinin ve duyularının dışında kalan birçok konuyu ön yargılarla, yani onların gerçekliğine inanarak hayatlarını sürdürürler. Ne var ki Yüce bir Tanrı’nın varlığının kabul edilişi, yakın ve uzak vadeli hayatımızda büyük etkiler meydana getireceği için zayıf iradeli kişileri bir anlamda rahatsız eder. Bu açıdan bakıldığında ‘inanmak’, akıldan çok iradenin fonksiyonu olarak gözükür. Kur’an-ı Kerim’de inkâr yoluna sapan tiplerin, ‘öz varlıkları kabullendiği halde zulüm ve kibir yüzünden’ inkâr yolunu seçtikleri ifade edilir. (27/Neml: 14) Şu halde ALLAH’ın varlığına inanılması, dolayısıyla iman ve din hayatının başlaması zihinsel eylemin yanında, gönlün de harekete geçmesi ve iradenin eğitilmesiyle mümkün olmaktadır. Şunu da belirtmek gerekir ki iman ve onun temelini oluşturan ALLAH’ın varlığı konusu, ‘iki kere iki dört eder’ ölçüsünde kaçınılmaz bir sonuç olsaydı, tercihe dayalı bir değer taşımaz, ceza veya mükâfatı gerektirmezdi. Ayrıca semavi dinlerin büyük bir değer verdiği insanın ve onu diğer canlılardan ayıran seçme hürriyetinin üstünlüğü de kalmazdı.
Evreni yaratan ve yöneten yüce bir tanrının varlığını ispat etmenin güçlüğü yanında onu yok saymanın da güçlükleri yok mudur? Büyük bir değere sahip bulunan insanın bu durumda hissettiği yalnızlığın doğuracağı bunalım bir yana, bu ikinci alternatif varlık ve oluş problemine bir açıklık getiremeyecektir. Uçsuz bucaksız evrenin tek bilinçli varlığı olarak gözlenen insanın, bir parçasını oluşturduğu bu evrenin ‘nasıl yaratılıp yönetildiği’ sorusuna, ya ‘bu konuyu hiç düşünmeyin’ tarzında karşılık verilecek veya materyalist bazı açıklamalar yapmak mecburiyetinde kalınacaktır. İnsan için düşünmemek, kişiliğinden ve hürriyetinden yoksun kalmak demektir. Yaratılışın tesadüf, evrim ve benzeri materyalist teorilerle açıklanması denemeleri ise daima akıl ve vicdanı tatmin etmekten uzak kalmış, ilerleyen pozitif ilimlerden de destek görmemiştir.” (TOPALOĞLU, DİA, 1, 474)
5- “Kant’a göre, Tanrı, inancın değil de bilginin konusu olsaydı insanın özgürlüğünden söz etmek mümkün olmazdı.” ( YARAN, Tanrı İnancının…, 43)
6- “Bugün hakkında hiçbir kavram oluşturulamadığı için Tanrı’dan uzak durulması gerektiği sanılıyor. Oysa ki gerçekte bu, O’nun yeniden keşfedildiğinin bir işaretidir. ‘Tanrı’nın niteliği hakkında aklım karışıyor’ (I am confused as to what God is) dediği zaman kişi bilmeden St. Thomas’ın ‘Hikmetli Sözler Kitabı’ ile ilgili şerhinde kullandığı kelimeleri tekrar etmektedir. St. Thomas, bu kelimeleri, Tanrı’nın ne olmadığı konusunda bilgisini geliştirerek Tanrı’nın var olduğunu söylemek durumuna düşen kişiyi tarif ederken kullanmıştır. Bu konuda kişinin aklına gelen ve ‘dır’ yüklemiyle ifade edilen ne olursa olsun, Tanrı’yı tam ifade etmez. Çünkü biz sadece hissedilebilir, sonlu objelerin varlığını tasarlayabiliriz.” (GİLSON, Ateizmin…, 62)
7- “Şimdi, ALLAH’ın varlık delilleriyle ilgili her değeri kesin olarak reddeden zamanımızın insanları için seslenerek onlara şunu sormakta bir sakınca görmüyorum: Siz neyi bir ispat olarak isimlendiriyorsunuz? Bilimsel ispat deneysel ya da matematikseldir. Bir deney, bir hipotezi doğrulamak maksadıyla başvurulmuş ya da provoke edilmiş bir gözlemdir. Deneysel bir doğrulama hissedilebilir bir algılama objesidir ve madem ki teolojik bilginin objeleri, tanım itibariyle fizik ötesi bir düzene aittirler, o halde bunlar beş duyuya ait algılardan kaçarlar.” (GİLSON, Ateizmin…, 119)
8- “ALLAH’ın varlığını mantıkla ispata kalkışmak, aklın altından kalkacağı bir iş değildir. O’nun varlığını ispat için girişilmiş her akıl yürütme, ister istemez mantığın ve dilin katı duvarlarına toslayacaktır.” (İSLAMOĞLU, ALLAH, 55)
9- “ALLAH bilgi nesnesi kılınamayacak kadar yüce olduğundan, bilgimiz O’nu kuşatamaz. Kuşatamadığı için de O, bilgi nesnesine dönüştürülemez. Böyle demekle O’nun bilinemez değil, insan bilgisi tarafından kuşatılamaz olduğunu söylemiş oluruz. Fakat O, Esmasıyla ve Esmasının varlıktaki tecellileri ile bilinir. O, Zatıyla idraklerin ötesinde bir el-Batın, sıfatlarıyla göz önünde bir ez-Zahir’dir. O’nun her yönüyle bilinebilir ve kavranabilir olduğunu söylemek, O’nun hiçbir biçimde bilinemez olduğunu söylemekle aynı kapıya çıkar.” (İSLAMOĞLU, ALLAH, 56)
10- “Biz Tanrı kanıtını hem her yerde görürüz hem de hiçbir yerde göremeyiz.” (DAVIES, Tanrı ve…, 148)
11- “Tanrı varsa ve yeryüzünü gerçekten yaratmışsa, onu Euclide geometrisi üzerine kurmuş, insan zekasına ancak üç boyutlu kavrayabilecek gücü vermiştir. Bununla beraber eskiden de şimdi de -hatta en kalburüstü olanlar arasında- yeryüzünün ve daha da genişleterek bütün evrenin yalnız Euclide ilkelerine dayandığını şüpheyle karşılayanlar, hatta Euclide’e göre yeryüzünde mümkün olmayan iki doğrunun kesişmesinin belki sonsuzluğun bir yanında gerçekleştiğini düşünenler çıkıyor. Azizim aklım bunlara ermedikten sonra Tanrı’yı nasıl anlayabilirim? (DOSTOYEVSKİ)” (Akt: DÜZ, Dostoyevski, 142)
12- “Pek çok filozof hala, Tanrı’nın var oluşu ispatlanamazsa, O’nun hakkında konuşmanın da anlamlı olmadığını kabul etmektedirler.
Bununla birlikte bu, birkaç nedenden dolayı savunulabilir bir konum değildir. İlk olarak Tanrı kavramı delille ispatlanabilir bir kavram türü değildir. O, aşkın bir gerçeklikle ilişkili olabildiği kadarıyla açık empirik gözlem düzeyine indirgenemez. O, empirik doğrulamanın ilişkili olduğu kavramlardan farklı bir anlam katmanına aittir. Ve gittikçe artan bir şekilde bilinmektedir ki, Tanrı kavramından daha az sorunlu olan kavramlar bile bir zamanlar düşünüldüğü gibi bu yöntemle doğrulanamazlar. Bu, basitçe bizim gerekli testleri gerçekleştirebileceğimiz araçlara sahip olmayışımızdan değil, aksine bizzat kavramların yeterli biçimde, kapsamlı doğrulamayı neyin oluşturacağını söylememize izin verecek şekilde tanımlanmayışları nedeniyledir. Biz şu belli delilin, belli bir iddianın ‘lehinde söz ettiğini’ ve diğer delilin de ‘aleyhinde söz ettiğini’ bilebiliriz, ancak kuşkuya neyin bir son vereceğini söyleyemeyiz.” (KING, Tanrı’nın…, 143)
13- “Tanrı’nın varlığını kanıtlamak ya da çürütmekte kullanılacak bilim temelli her savın sorunlu olduğunu düşünüyorum. Bilimde Tanrı’yı aramak, içindeki küçük oyuncuları görmek için televizyonu açmaya benziyor.” (UNWIN, Tanrı’nın…, 37)
14- “Ben hala Evrenin nasıl işlediğini, niye o şekilde işlediğini ve neden var olduğunu anlamaya çalışıyorum. İlk iki amaçta başarılı olabilmemiz konusunda mantıklı bir olasılık var sanırım ama Evren’in neden var olduğunu bulma konusunda o kadar iyimser değilim (HAWKING).” (M. WHITE, J. GRIBBIN, Stephen…, 323)
Bilim ALLAH’ın Varlığının İspatlamaz Ama Bu Argümanın Akla Uygun Olduğunu Gösterir:
15- “Çağdaş fizik, yaratıcı ve aşkın bir Tanrı’yı dışlamamaktadır. Bilakis böyle bir Tanrı inancı, fizik bilimin günümüzde resmettiği evren tablosuyla uyum ve uzlaşı içindedir. Dahası en son bilimsel veriler ve gözlemsel olgular, başlangıçsız olsa dahi evrenin kendi kendine yetemeyeceği ve var olamayacağı kanaatini destekler yöndedir. Bu evren tablosundan hareketle fiziğin, hem ‘ilk sebep’ ve ‘yeter sebep’ olarak hem de ‘sürekli yaratıcı’ olarak aşkın bir Tanrı’nın varlığına olan inancı, felsefi olarak son derece ‘makul’ hale getirdiğini düşünüyoruz.” (USLU, Tanrı ve…, 188)
16- “Tanrı’nın varlığına ilişkin bir argümana bilim yalnız başına kanıtlar sunamaz. (…) İlahi varlığın keşfedilmesi deneyler ve denklemlerle değil, bunların ortaya koydukları yapıların anlaşılmasıyla gerçekleşir.” (FLEW, Yanılmışım…, 145)
17- “Tanrı’nın varlığına inanıyorum. Tanrı’nın varlığını etrafımdaki her şeyde, özellikle de bir bilim adamı olarak yürüttüğüm çalışmalarda açıkça hissedebiliyorum. Öte yandan Tanrı’nın varlığını, bir hipotezin doğruluğunu ispat ettiğim şekilde ispat edemem.” (Prof. S. L. BERSANEK)” (H. MARGENAU, R. A. VARGHESE, Kosmos…, 136)
18- “ ‘Evren’deki hassas ayar tek başına bize Tanrı’nın sıfatları hakkında bir şey söylemez. Bunu başka yollardan anlarız. Fakat Evren’deki hassas ayar O’nun var olduğu, dünyayı yarattığı ve bundan dolayı da Evren’in bir gayesi olduğu sonucuna varmamıza yardımcı olur. Evren’i, düşünen varlıkların yaşayabileceği bir ortam olarak çok hassas bir dengede yarattığını anlarız.’
‘Antropik kanıtın ikna ediciliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?’ diye sordum.
‘Matematiğin bize iki artı ikinin dört ettiğini söylediği anlamda kati değil.’ dedi Collins. ‘Antropik delil daha ziyade kümülatif bir argüman. Doğa sabitlerinin ve kanunlarının sıra dışı hassas ayarı, güzellikleri, keşfedilebilirlikleri, algılanabilirlikleri; bütün bunlar birbirine kuvvet vererek Tanrı hipotezini sahip olduğumuz en makul seçenek durumuna getiriyor. Diğer bütün teoriler, bu bütünlüğü açıklamada yetersiz kalıyor.’ ” (STROBEL, Hani…, 197)
Akıl ve Kalp ALLAH’ın Varlığını İspata İhtiyaç Duymaksızın Algılar:
19- “Nasıl akıl ya da kalp mantığın ve matematiğin zorunlu ilkelerini dolaysız seziyorsa aynı şekilde Tanrı’yı da sezmektedir. Bu durumda, apaçık önermeler nasıl diğer inançlarımızın kendisine dayandırıldığı temel önermeler olarak görülüyorsa, Tanrı’ya inancın da Tanrı’nın dolaysız algılanması ve herhangi bir temele dayanmaması nedeniyle temel inanç olarak görülmesi gerekir.” (TÜZER, Bir Varol…, 19)
20- “(Kant’a göre) Hiçbir metafizik hükmün ispatı mümkün olmadığına göre, Tanrı’nın varlığının ispatı da mümkün değildir. Kant’ın durumunda dikkate değer olan şey, bu hükme vardıktan sonra Tanrı’nın varlığından daima emin olmayı sürdürmüş olmasıdır. Tanrı’nın varlığının ispatlanamaz olması, onu bir tanrıtanımaz yapmamıştır. Tam tersine Kant, sanki sol cebini doldurmak için sağ cebini boşaltmış gibi, bu ispatlanamaz hükmün daha az gerçek olmadığını göstermek için, ‘Pratik Aklın Tenkidi’ (Critique de la Raison Pratique) adlı eserini kaleme aldı. (…) Tanrı’nın varlığı ile ilgili kesinlik, O’nun varlığını ispatlama imkansızlığı delilinden önce geldiği ve saf olarak bu imkansızlık delilinde varlığını sürdürdüğü, bundan daha iyi gösterilemezdi. Bir kavramın yıkılmazlığına bundan daha açık bir saygı gösterilmemiştir. Bu kavramın kendi özündeki kesinliği (certitude intrinséques), kendi ispatlanamazlığının ispatıyla hiçbir yönden etkilenmemiştir… Tanrı kavramının ruhtaki bu yıkılmazlığı, aklı başında bir ateizmin yolu üzerinde aşılması çok zorlu bir engeldir. Bu engel mantığın, diyalektiğin ve tenkidin son sözü söyleyemeyeceğini, çünkü ilk sözü de söylemediğini anlamamıza yardım eder. İnsanın bir Tanrı’nın var olduğu şeklindeki spontane
inancına akli bir ispat (justification) araması meşrudur.” (GİLSON, Ateizmin…, 81)
ALLAH Algısı Akılda Değil Kalpte Gerçekleşir:
21- “Kalbin, aklın kavramaktan aciz olduğu kendine has sebepleri vardır ve ‘Tanrı’yı kavrayan akıl değil kalptir. İmanın ne olduğunun cevabı şudur: Tanrı, kalp aracılığıyla kavranılır, akılla değil. (Pascal)” (TÜZER, Bir Varol…, 83)
22- “ALLAH’ın hakiki şahidi yalnızca ALLAH’tır. Nasıl ki ALLAH’ı hakkıyla ancak ALLAH bilirse, ALLAH’a hakkıyla ancak ALLAH şahid olur. Bu ilahi şehadet, insanda, ancak yaşayan bir imanla yankı bulur. O, Kendi mutlak varlığını, o beşeri imanın içinden Esma’nın tecellileriyle ulaştırır. Yani bir bakıma tıpkı vahiy gibi inzal eder. İnzal olana sadakat göstermek, insani sorumluluğun bir gereğidir. O tecelliler karşısında iman sahibi ‘hayret makamı’ndadır. Bu makamın ehline yaraşan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in dediğini demektir: ‘O’nu idrakten aciz olduğunu bilmek, O’nu idrak demektir./O’nun Zatının sırrını araştırmak bir tür şirke girmektir.” (İSLAMOĞLU, ALLAH, 56)
Akıl-İman İlişkisinde İdeal Denge:
23- “Akıl ile imanı birbirine düşman ilan etmek yerine, her ikisini de bilinçte bütünlüğe kavuşturmak bir problem teşkil etmemektedir. Leibniz’in de çok açık bir şekilde ifade ettiği gibi, hiçbir şekilde aklın imana zıt olduğundan bahsedemeyiz; ancak bazı yönleriyle aklı aştığından bahsedebiliriz. İman akıl önünde kendini meşrulaştırabilmelidir. Çünkü, ‘akıl da tıpkı iman gibi Tanrı’nın bir hediyesi olduğuna göre akılla imanın savaş halinde olduğunu söylemek, Tanrı’yı Kendi Kendisiyle savaştırmak demektir. (Leibniz)” (TÜZER, Bir Varol…, 34)
24- “Ve Tanrı imanın kapısını aralamak için duyularımızı aracı olarak kullanmamızı istemiştir. İman, duyularımızın kesinliğini yıkmaktan uzaktır, aksi takdirde duyuların güvenilir şahitliğine şüphe düşürmek imanı ortadan kaldıracaktır. ‘Elbette iman bize duyuların söylemediğini söyler, ama duyuların gördüğünün zıddını değil; iman duyuların üzerindedir, karşısında değil. (Pascal)” (TÜZER, Bir Varol…, 74)
25- “Pascal’ın asıl amacı, sadece dinin ‘akla zıt’ olmadığını göstermek değil, onu ‘aştığını’ göstermektir.” (TÜZER, Bir Varol…, 87)
26- “Gazali’ye göre akıl ile din birbirinden ayrılamaz: ‘Şeriatı bina olarak kabul edersek akıl bu binanın temeli konumundadır. Nasıl temelsiz bina olmaz ise aynı şekilde bina olmayınca da temel bir işe yaramaz. Akıl göze, şeriat ışığa benzer. Işık olmayınca göz bir işe yaramayacağı gibi, göz olmayınca da ışık bir işe yaramaz… Şeriat, bir dışsal akıldır. Akıl, içsel bir şeriattır.’ Dolayısıyla Gazali, hem aklı hem de şeriatı birer asıl olarak kabul eder ve bu ikisinin tam bir birliğini savunur. Çünkü şeriat olmazsa akıl bir işe yaramayacaktır, akıl olmaz ise şer’in doğruluğu ve makullüğü ispat edilemeyecek, bilinemeyecektir.” (TÜZER, Bir Varol…, 126)
27- “Aklın yaratılışının ‘asıl hikmeti, ALLAH’ı, O’nun fillerini ve alemdeki hikmetini bilmektir. (Gazali).” (TÜZER, Bir Varol…, 128)
Ateistler Bile ALLAH’ın Yokluğunun Kanıtlanamayacağını Düşünüyor:
28- “Ateist olarak bilinen ünlü düşünürlerden Bertrand Russell (1872-1970) felsefi açıdan kendini agnostik olarak tanımlamıştır. Çünkü ona göre her şeye rağmen elimizde Tanrı’nın yokluğunu kanıtlayacak yeterli bir delil mevcut değildir.” (TOPALOĞLU, Ateizm…, 21)
29- “Tanrı inancını rasyonel bulmayan bir tavrın kendisi de doğrusu rasyonel olmayacaktır. Çünkü rasyonel kabul edilmeyen herhangi bir kavram hakkındaki hükümlerin (çıkarsamaların) bütünü de rasyonel olmamak riskiyle karşı karşıyadır. Bu durumda ateistlerin kendileri de, kendi ilkelerine göre, akıl dışı bir tutum sergilemiş olacaklardır.
Tanrı inancı başta olmak üzere hemen hemen her konuda bir insanın rasyonel olması mümkündür. Sonucun olumlu ya da olumsuz olması o kadar da önemli değildir. Tanrıya inanan bir kişi inancını akli muhakemeler neticesinde savunabiliyorsa, bu tutumunda da kendi içerisinde tutarlı, kapsamlı, mantıklı ve sistemli ise onun rasyonel olduğunda şüphe yoktur. Aynı şekilde bir insanın da benzeri bir tavırla inançsızlığa varmaya çalışması ihtimal dışı değildir. Dolayısıyla rasyonel olmak, doğmatik olmanın karşıtı olarak bütün insanlara özgü bir tavır olmalıdır. Herhangi bir insanın tekelinde bulunan bir kimlik olarak düşünülmemelidir.
Doğrusu ortada tek bir akıl anlayışı bulunmamaktadır. Farklı düşünürlere göre farklı rasyonalite tanımları vardır. Böyle olunca bazı ateistlerin inancın akıl dışı olduğuyla ilgili tezleri de iyice anlamsızlaşmaktadır. Örneğin, özünde materyalist olan ve maddeyi esas aldığı için aklı her türlü bilginin kaynağı olarak görmeyen bazı materyalistler din konusu gündeme gelince nedense tutum değiştirmekte ve akıl silahına sarılarak dini eleştirmeye çalışmaktadırlar. Kimilerine göre akılla Tanrı’ya gidilmesi mümkün değil iken bir başkasına göre de bundan daha akli bir davranış görülmemiştir.” (TOPALOĞLU, Ateizm…, 61)
30- “(Plantinga’ya göre) Tanrı’nın varlığı için bir delil bulamadığımızda, Tanrı’nın var olmadığına inanmak rasyonel olarak zorunlu ise, Tanrı’nın yokluğu için bir delil bulamadığımızda O’nun reddine inanmak neden rasyonel olarak zorunlu değildir? Bu iki önermeye karşı bu kadar farklı tutum takınmanın nedeni nedir?” (BATAK, Tanrı’yı…, 387)
KAYNAKÇA:
– BATAK, Kemal; Tanrı’yı Bilmek; İz Yayıncılık; İstanbul; 2008.
– DAVIES, Paul; Tanrı ve Yeni Fizik; İm Yayın Tasarım; İstanbul.
– DÜZ, Orhan (Ed.); Dostoyevski; Kaknüs Yayınları; İstanbul; Aralık 2001.
– FAHRÜDDİN RAZİ; Tefsir-i Kebir-1; Akçağ Yayınları; Ankara; 1988.
– FLEW, Antony; Yanılmışım Tanrı Varmış; Profil Yayıncılık; 3. Baskı; İstanbul; Ocak 2009.
– GİLSON, Etienne; Ateizmin Çıkmazı; İFAV; 2. Baskı; İstanbul; 1994.
– İSLAMOĞLU, Mustafa; ALLAH (C.C.); Denge Yayınları; 3. Baskı; İstanbul; 2006.
– KING, Robert H.; Tanrı’nın Anlamı; İnsan Yayınları; İstanbul; 2001.
– MARGENAU, Henry-VARGHESE, Roy A.; Kosmos Bios Teos; Gelenek Yayıncılık; İstanbul; Ekim 2002.
– STROBEL, Lee; Hani Tanrı Ölmüştü; Ufuk Yayınları; 2. Baskı; İstanbul; Şubat 2012.
– TOPALOĞLU, Aydın; Ateizm ve Eleştirisi; Diyanet İşleri Başkanlığı; 4. Baskı; Ankara; 2004.
– TOPALOĞLU, Bekir; DİA-1; Sh: 474.
– TÜZER, Abdullatif; Bir Varoluşçunun İman Savunusu; İz Yayıncılık; İstanbul; 2006.
– UNWIN, Stephen D.; Tanrı’nın Olasılığı; Yedinci Kapı Yayınları; İstanbul; Nisan 2005.
– USLU, Ferit; Tanrı ve Fizik; Nobel Yayın Dağıtım; Ankara; Şubat 2007.
– WHITE, Mıchael-GRIBBIN, John; Stephen Hawkıng; Sarmal Yayınevi; İstanbul; Kasım 1993.
– YARAN, Cafer Sadık; Tanrı İnancının Akliliği; Etüt Yayınları; Samsun; 2000.